Sabah Binyamin Netanyahu'dan gelen dırdırlar, akşam da İran dışişleri bakanıyla beş saat süren yoğun ama keyifli görüşmeler. Tüm bunlarla, İran'ın nükleer ihtirasları konusundaki açmazın aşılması arayışları ilk kez başarılı olmaya yaklaşmışken John Kerry için alışılmadık bir cuma günüydü.

Kerry, Cenevre'de son 34 senedir Amerika'nın önde gelen düşmanının bir temsilcisiyle tüm ABD dışişleri bakanlarından daha uzun süre yüz yüze vakit geçirdi. O, İsrail'de Washington'un Orta Doğu'daki en iyi dostunun öfkesini hissetti. Netanyahu'nun, İran'ın nükleer programı konusunda önceden şiddetle kınadığı anlaşma, gerçekte hiç imzalanmadı. Ama görüşmeler haftaya çarşamba başladığı zaman pekala imzalanabilir. Sayısız hatalı başlangıç sonrasında, dünyanın devam etmekte olan en tehlikeli krizini etkisiz hale getirmek üzere tasarlanan 10 senelik diplomatik çabalar sonunda iklimini bulmuş görünüyor.

Hayati an yaklaşırken, her hesaplamanın arkasında iki mesele yatıyor. İlki, İran'ın nükleer programının ilerlemesiyle oluşan, İslam Cumhuriyeti'nin liderlerine nihai silahı yapma seçeneği verebilecek "mevcut gerçekler" vardır. Sonra da bu yalın soru var: Hangi tarafın anlaşmaya daha çok ihtiyacı var?

Kerry ve İranlı mevkidaşı Muhammed Cevad Zarif, Cenevre'de her şeyi halletmeye çalışmıyorlardı; daha ziyade, Batı tarafından uygulanan yaptırımların biraz hafifletilmesi karşılığında İran'ın nükleer programını donduracak "ilk adım anlaşmasına" ulaşmak için çabalıyorlardı. Gaye, ilerideki kapsamlı anlaşma için zaman kazanmaktı.

En önemlisi, Kerry İran'ın nükleer yoldaki ilerlemesini durdurmak istiyordu. Karşı taraf da bunu çok iyi biliyordu. Aslında belki de hiç kimse nükleer konudaki diplomasiyi Zarif'ten daha iyi anlamıyordur. Bu, mükemmel tavırlı, jilet gibi keskin elçi, kariyerini şekillendiren yılları Amerika'da, San Francisco Eyalet Üniversitesi'nde okuyarak ve Denver Üniversitesi'nde uluslararası hukuk alanında doktora yaparak geçirdi. Her iki çocuğu da Amerika'da doğdu, bu da onları doğum sebebiyle ABD vatandaşı yaptı. Onun mükemmel İngilizcesinde hafif bir Amerikan tarzı ağır konuşma hali vardır.

Yukarıda bahsedilenlerin hepsi Mahmud Ahmedinejad'ın iç açıcı olmayan cumhurbaşkanlığı sırasında onun aleyhine oldu. Ahmedinejad zamanında, Batı'yı anlayan maharetli diplomatlar acımasızca tasfiye edildi. Zarif, 2007'de İran'ın BM büyükelçiliğinden alındı ve sonraki altı seneyi Tahran'da eğitim işinde geçirdi. Ahmedinejad'ın 2009'da tartışmalı bir şekilde yeniden cumhurbaşkanı seçilmesi akabinde meydana gelen kitlesel protestolardan sonra o bir müddet ev hapsinde de tutulmuş olabilir.

Bundan dolayı, onun ağustos ayında dışişleri bakanı olarak atanması ve Kerry'nin muhatabı olarak ortaya çıkması önemli bir geri dönüşü simgeliyor. Bu ayrıca "mevcut gerçeklerdeki" değişikliğin boyutunu gösteriyor. Zarif, 2003'te İran'la Batı arasında ilk tur nükleer görüşmelerin bir parçasıydı. İran o zaman araştırma amaçlı olarak birkaç santrifüj çalıştırıyordu. Onun zenginleştirilmiş uranyum stoku -işlenerek silah yapılabilecek ve nükleer bombanın özü olacak hayati madde- ehemmiyet verilmeyecek kadar azdı. 10 sene sonra, İran'ın 19.462 santrifüjü var. Bunların 10.190'ı, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) müfettişlerinin son ziyaretlerini yaptıkları zaman dönüştürülüyordu. İslam Cumhuriyeti bu arada 7,7 ton düşük ya da orta seviyede zenginleştirilmiş uranyum biriktirdi.

Eğer ülkenin uzmanları her santrifüjü kullanacaklarsa, en son analizlere göre, bu malzemeyi bir ay 20 günde bir nükleer bomba için yeterli miktarda işleyebilirler. Şüphesiz bunlar İran'ın nükleer santrallerini gözetleyen UAEK tarafından hemen hemen kesin olarak yakalanacaklardır. Bir füze için savaş başlığı yapmak da en azından bir sene daha alır. Ayrıca, İran liderlerinin böylesine tehlikeli bir yola girmeye karar verdiklerine dair delil yoktur. Ama bunlar her yeni santrifüj tesis ettikleri ya da bir kilogram daha uranyum zenginleştirdikleri zaman, nükleer silah yapmak için ihtiyaç duydukları zaman kısalıyor. Kerry'nin "saati durdurma" endişesi bu yüzdendir.

Kendi açısından Zarif de bunu durdurmak istiyor. İran ekonomisi yaptırımların ağırlığıyla çöküyor, milyonlarca insanı sefalete sürüklüyor. Ülke daha geçen sene temmuzda, günde üç milyon varille OPEC'de Suudi Arabistan'dan sonra en büyük petrol üreticisiydi. Bu eylül ayında ise, 2,6 milyon varilden daha az petrol üreterek OPEC liginde dördüncü sıraya düştü. Daha da kötüsü, onun petrol ihracatı da keskin bir şekilde düştü. Özellikle de Avrupa Birliği'nin ambargo uyguladığı geçen temmuzdan beri.

İran'ın 75 milyonu geçen, genç ve işsizlik oranı giderek artan bir nüfusu var. Ülkedeki daha uzak görüşlü yöneticiler, iktisadi bir çöküşün, iktidarda tutunabilmelerinde kendileri için en büyük tehdidi oluşturduğunu biliyorlar. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İran'ın tecridine son vereceği ve yaptırımları kaldırtacağına dair açık taahhütlerinden dolayı temmuzda cumhurbaşkanı seçildi.

Böylece her iki ülkenin de bir anlaşmaya felaket derecede ihtiyacı var. Peki hangisinin buna daha çok ihtiyacı var? Bu dengededir. İran'ın ekonomisi öylesine korkunç bir durumdadır ki Zarif, muhtemelen daha büyük bir aciliyet hissi içindedir. Amerika ve müttefikleri de İran'ın nükleer programını 10 sene önceki seviyesine "geri saramayacaklarını" biliyorlar. Onlar, bilhassa İran'ın hiç uranyum zenginleştirmemesi gerektiği olmak üzere, altı BM Güvenlik Konseyi kararındaki açık hedefleri başaramayacaklarını da biliyorlar. Bunların yerine, görüşmeler, 2003'tekinden çok daha yüksek olduğu temelinden başlayarak sadece İran'ın nükleer çalışmalarının ne seviyede "örtüleceği" hakkındadır.

Eğer ulaşılabilirse nihai bir anlaşma, iki zarureti yansıtacaktır: Kerry'nin her geçen ay daha da gelişen bir nükleer programı kısıtlamaya ihtiyacı var; Zarif de mahvolmuş bir ekonomiyi kurtarmak zorunda. Amerika'nın da İran'ın da gayelerine ulaşmak için birbirlerine ihtiyacı var. Kimse -Netanyahu bile- bu realiteyi değiştiremez.

Kaynak: The Telegraph
Dünya Bülteni için çeviren: Mehmet Şeyhoğlu