Kenan Malik, The Observer – 13 Nisan 2025
İngiltere'de Müslüman topluluklar son haftalarda yeniden kamuoyunun gündemine oturdu. Gündemi meşgul eden konular arasında Müslümanların öncelikle dinleriyle mi yoksa ulusal kimlikleriyle mi özdeşleştikleri, Gazze meselesine verilen tepkiler ve kamu kurumlarının İslami kavramlara yaklaşımı yer alıyor. The Observer yazarı Kenan Malik, bu tartışmaların altında yatan kimlik siyaseti sorunsalını derinlemesine ele aldı.
Malik'e göre, İslam’ın sabit ve değişmez bir yapı olarak görülmesi, hem İslamcılar hem de İslam karşıtları tarafından paylaşılan bir yanılgı. Oysa Müslümanlar da tıpkı diğer topluluklar gibi çeşitlilik gösteriyor ve inançla kurdukları ilişki zaman içinde değişiyor. Malik, özellikle İngiltere'deki Müslümanların dinî ve ulusal kimlikleri arasındaki ilişkinin nesilden nesile nasıl evrildiğini gözler önüne seriyor.
1950’lerden itibaren İngiltere’ye gelen ilk nesil göçmenlerin kültürel olarak muhafazakâr olmalarına rağmen dinlerini daha hafif yaşadıklarını ifade eden Malik, ikinci neslin ise daha seküler ve eşitlikçi taleplerle hem ırkçılığa hem de cami liderlerinin otoritesine karşı çıktığını belirtiyor. Ancak 1980’lerin sonundan itibaren daha “Batılı” kimliklere sahip genç Müslümanların kendi farklılıklarını koruma yönünde daha ısrarcı hale geldiğini vurguluyor.
Bu dönüşümde Suudi Arabistan ve İran arasındaki güç mücadelesi, devletlerin topluluklara dini liderler üzerinden yaklaşması ve kimlik politikalarının yükselişi gibi etkenlerin rol oynadığına dikkat çekiliyor. Malik, özellikle devletin “otantik Müslüman” temsilcileri olarak daha muhafazakâr figürleri desteklemesinin, toplumsal bölünmeleri derinleştirdiğini savunuyor.
Kenan Malik, kimlik siyasetiyle şekillenen dış politika ilgisinin de eleştirilmesi gerektiğini belirtiyor. Örneğin, Birmingham Milletvekili Tahir Ali’nin, yerel sorunlara dair sessiz kalırken Pakistan’ın Mirpur kentine havaalanı yapılması için yürüttüğü kampanyayı örnek gösteriyor. Malik, bunun siyasal bir temsil değil, mezhepsel çıkarlar doğrultusunda hareket etme biçimi olduğunu öne sürüyor.
Malik, Müslüman kimliğinin daha fazla sahiplenilmesinin temelinde ise İslam'a duyulan derin bağlılıktan ziyade, Batılı toplumların Müslüman bireyleri “yabancı” olarak görmesinin etkili olduğunu söylüyor. Bu dışlanmışlık hissi, Müslümanların kendilerini dinî kimlikleriyle tanımlamalarını teşvik ediyor.
Sonuç olarak Malik, siyasetin kimlik sınırlarıyla değil, evrensel değerler ve toplumsal dönüşüm hedefleriyle şekillenmesi gerektiğini vurguluyor. Aksi halde, hem İslam karşıtı söylemler hem de Müslüman topluluklar içerisindeki içe kapanmacı tutumlar karşılıklı olarak birbirini beslemeye devam edecek.