İnsan hidayet edemez. Hidayet Allah’tandır (cc). Her insan, peygamberler müstesna, zayıflıkla maluldür. İmtihanın hikmeti de bu zayıf varlığın günahsız hale gelmesi, süpermene dönüşmesi anlamına gelmiyor. Yolda olmak; tevbe edebilmek, hatasını görebilmek ve günahsız olmadığına, herkesten üstün, ayrıcalıklı biri olmadığına inanmayı da içeriyor.
Yolda olmak, Kur’anın izinde yürümek, hidayetin kaynağının sadece Kelamullah olduğuna inanmak anlamına gelir.
İnsan zayıf, aynı zamanda fanidir. Bu bilinç insana yaslanmanın çelişkisini, aynı anda, vahyin yıkılmaz, yanıltmaz yegane değer olduğunu ortaya koymuş olur.
Hak söze-Hakikate bağlılıktır aslolan.
Hiç kimse grubuyla, cemaatiyle ahirette hesap vermeyecek. İman bahsinde Mevla kulunu tek başına karşısına alıyor ve ona teklif sunuyor. Bu durum, aynı zamanda, Rabb’in insana verdiği değeri göstermesi açısından önem arz eder ve diğer taraftan insanın insana bahane oluşturamayacağını gösterir.
Hayat dinamik yapısıyla pek çok olaya gebe olarak akıyor. Tarih bir tecrübe atlası olarak önümüzde duruyor. Vahiy katiplerinden irtidat edenleri hatırlayalım. Sıffin savaşını, Cemel vakasını düşünelim. Hiçbirimiz o güzide sahabelere olanları yakıştıramayız. Diğer yönüyle, Hz. Vahşi, Hz. İkrime benzeri İslam’a karşı düşmanlıkta ileri gitmiş, ancak sonunda Müslüman olmuş pek çok sahabiden haberdarız.
Günümüzde de benzer olayları yaşamaya devam ediyoruz. Bütün bu savrulmalar, insanın zaafı ve aynı zamanda çabasıyla alakalı. Kim neyi murad ediyorsa ona yöneliyor, ondan oluyor. Netice de kişi aradığı kadar, uğrunda ‘ah’ çektiğiyle hesaba katılıyor.
İmanın bu durum karşısında değişen bir tarafı olamaz. İlahi söylem, günlerin tarih içinde deveran edeceğini önceden bildirmiştir. Bir başka deyişle, müminler için dünyada zafer günleri olabileceği gibi, yetimlik dönemleri de olacaktır. Her iki halde dahi kazanan,” sırat-ı mustakim” üzere hatalarıyla yolundan şüpheye düşmeden yürüyüşünü sürdürenler olacaktır.
İman, başarılar, başarısızlıklarla değişmiş olsaydı, “Hakikat” vasfını kaybederdi. Bu cihetten iman ne artar ne de eksilir. Ancak kişinin sevgisiyle, aşkıyla hakikate olan bağlılığı incelir veya güçlenir.
Dünyada hiç mümin kalmasa veya herkes inansa imanda değişme olmaz. Sadece amel bahsinde sıralama değişir.
Yaşayarak görüyoruz, insanlar çeşittli kurtarıcılar ihdas ediyorlar. Kendileri gibi zaafiyete malik, yetmezliklere haiz, kemalatları göreceli insanlar. Tarihin derinliğinden akıp gelen tortular da insanın böylesi inanmaya etki oluşturunca, kritersiz, ölçüye gelmez bir söylemle bağlılıklar oluşuyor.
Kurşun işlemez evliyalar, akla hayale gelmez güçleri olduğuna vehmedilen tiplerin arka planında hep kurtarıcı bir söylem ihtiyacı saklı. Dünyada ve ahirette kendine bağlananları kurtaracağı düşünülen kişi bu durumda merkeze yerleşiyor ve İlahi söylemle irtibatını hatasızlık vasfıyla kurduğu iddiasına kavuşuyor.
Mehdilik bahsinde, pek çok aykırı tipi ortaya çıkaran bu söylemin oluşturduğu gelecek tasarımı da çok farklı bir seyir izliyor.
Toplumların idaresinde kurtarıcı figürü büyük kolaylıklar sağlar. Acıların, çilelerin ileride biteceğine olan inanç, insanları mevcut akışa karşı iradesiz hale getirmede önemli işlev üstlendiğinde, farklı seslerin ve izahların önemi de kalmaz.
Günümüzde Mehdi anlayışı çevresinde üç din mensuplarınca paylaşılan hassasiyetler, gittikçe önemli bir hale gelip, siyasi perspektife dönüşme insiyakı taşıdığı dikkatlere takılmaktadır.