Zariften monşere; tarihi bir seyir

Prof. Ali Fuat Başgil’den sonra belki de Ekmeleddin İhsanoğlu cumhurbaşkanlığı makamına aday olan ikinci akademisyen. Lakin Ali Fuad Başgil’in sağ veya muhafazakar kitlenin ortak adayı olmasına mukabil, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun sağ ve solun ortak adayı olması, herhalde yarım asırdaki değişimin özeti gibi duruyor. Savrulduğumuzun resmidir.  

Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu akademisyen kişiliği nedeniyle adaylar arasında yarış hararetsiz, tatsız ve tuzsuz geçebilirdi. Kampanyaları renksiz, kokusuz ve dahi gürültüsüz atlatabilirdik.  Lakin favori aday Başbakan Erdoğan buna izin vermiyor. Rakibini hırpalamak gibi bir huyu var. Cımbızla yanlışlarını keşfe çıkarak; bulduklarının da üzerine giderek ya da bazen abartarak harareti tırmandırıyor. Adeta sükunete izin vermiyor. Böylece kampanyalara kendi damgasını vuruyor ve durağan suları harekete geçiriyor. Belki de tarzı bu.

Galiba fazla kibarlığından ve çelebi meşrep oluşundan olsa gerek Ekmeleddin Bey’i monşer olarak tasvir etti ve tartışmayı bu noktaya taşıdı. Malum Hariciye uç noktada Batılılaşmayı temsil ettiğinden dolayı bir dönem hariciye mensuplarına monşer demek adet haline gelmişti. Hatta bu konuda Ergün Göze, Hariciyemizin İçyüzü adıyla monşerlik tarihini kayda geçiren bir  kitap yayınlamıştır. Monşer ifadesinin bir sözlük bir de halk nezdinde’ kibarlık budalası’ anlamına gelen mecazi anlamı var. Daha doğrusu birkaç anlamından ve makamından söz edilebilir.  Sözlük olarak ‘azizim, dostum’ anlamına geliyor.  Bir diğer anlamı beyefendi.  Halk nezdinde ise Batı özentisi içinde olan kimse anlamında kullanılıyor.  Ekmeleddin İhsanoğlu meseleye sözlük anlamı üzerinden bakarak Başbakan’ın sataşmasını iltifat olarak değerlendirdi.  Üzerine almadı.

*

Ben meseleye biraz tarihi zemininden bakmak istiyorum.  Önce Arapça monşer kelimesinin karşılığı olarak iki kelime kullanılır. Bunlardan ilki ‘mevlayı’ kelimesidir. Efendim anlamına gelir. İkincisi ise zarif kelimesidir ve bu kelime Türkçede de kullanılır. Beyefendi anlamındadır.  Abbasilerin ilk döneminde ‘zarif’ kelimesi tam tamına monşer karşılığı olarak kullanılmaktadır.  Züppe veya züppe özentisi içinde olanlara adanmış ve söylenmiştir.  Zındıka veya Pers özentisi içinde olan frenkmeşrep demektir.  Elbette Abbasiler döneminde Batı ile kültürel temas sınırlıdır ve Batı özentisi yoktur. O dönemde frenkmeşreplik, persmeşrepliktir.  Dolayısıyla o dönemle ilgili frenkmeşrep tabirini maksadı aşan bir boyutta kullanıyoruz.  Daha doğrusu z o dönemde temas hattında olan Bizans öteki olduğundan Araplar nezdinde kabule mazhar değildir ve bir özentiye konu olmamaktadır.  Perslik ise İslam üzerinden içe sızmakta ve derinlerde direncini sürdürmektedir. Gizli etkisinden söz edilebilir.  Bu bazen zındıka ve bazen de şuubiye akımı olarak nitelendirilmiştir. Daha ziyade Batı özentisi Fransız Devriminden sonra gelişmiştir.  Bununla birlikte frenkmeşreplik veya Batı özentisi Abbasilerin ilk döneminde Pers özentisi şeklinde  arz-ı endam etmektedir.  O dönemde Pers kültürü baskındır.

Bu etkiyi iki kol üzerinden müşahede ediyoruz. Sözgelimi, İbni Mukaffa gibi Pers asıllı edebiyatçılar dönemin kültürel havzasını etkiliyorlar ve Pehlevi veya Pers kültürüne karşı bir özenti meydana getiriyorlardı. İbni Mukaffa gibi onlarca Pers asıllı Arap edebiyatçı  daha vardır. Bunların bir kısmı zındıka cereyanına rüzgar vermekle suçlandılar ve  sonları darağacı oldu.  Nitekim edebiyatta İbni Mukaffa ve siyasette Bermekiler gibi Persleşme etkisine neden olan kimseler idam ediliyorlar.  ‘Sahabe/Dostluk’ gibi kitaplarla saraya akıl ve nasihat veren İbni Mukaffa zındıka suçlamasıyla idam edilen edebiyatçılardan birisi oluyor.   Kendisine yöneltilen zımni suçlamalardan birisi de şuubiye akımına destek vermesi yani Perslik davası gütmesidir.

*

Abbasilerin ilk döneminde bu gibi kimselere monşer yerine zarif ifadesi kullanılmaktadır. Hatta o dönemde zındıka ile zariflik veya beyefendilik veya kibarlık ya da amiyane tabiriyle züppelik zaman zaman birbirinin yerine geçmekte ve kullanılmaktadır.  Zarif kelimesinin bu anlamda tarihi seyrini ve etimolojik seyri seferini anlatanlardan birisi Zahide Kadduri isimli Abbasiler tarihi uzmanıdır. Eş Şuubiye adlı eserinde zarif kelimesinin tarih içinde kullanımına ışık tutmaktadır.

Kimileri sırf kendisine monşer/zarif dedirtmek için zındıka özentisi içine girmektedir.  Erbakan’ın tabiriyle gavur aşıklığı yapmaktadır. Monşerlik tarihte bir özenti hastalığıdır. Giyimde ve kuşamda bile.   Nitekim bu özentilik meselesini en iyi dile getirenlerden birisi Barış Manço ve onun şarkı sözleri olmuştur: Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü!  Monşer anlamında zariflik sıfatı zındıkların adeta ikinci sıfatı olmuştur.  Bu mesele darb-ı mesel haline gelmiş ve ‘ezraf min zındik’ denilmiştir.  Gavurdan veya zındıktan daha kibar anlamında bir darb-ı mesel üretilmiştir. Esasında zındık kelimesinin kendisi de Farsçadan Arapçaya geçen kelime veya kavramlardan birisidir. 

Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu ve onu aday gösteren partilileri 'Bunlar monşer monşer...' şeklinde eleştirmesi bizi biraz tarihi arka planı irdelemeye ve etimolojik kazı yapmaya götürdü. Aslında Başbakan Erdoğan, Ekmeleddin İhsanoğlu’na da Şimon Peres’e yaptığı gibi one minute çıkışı yapmıştır. Ama onu monşer üzerinden söylemiştir.

Bu sıfat Ekmeleddin Bey’in üzerine oturuyor ve siniyor mu?  Veya bu sözü hak ediyor mu?  Burada Başbakanı haklı çıkarmak gibi bir derdimiz ve maksadımız olamaz. Maksadımız, doğruya ve hakka ulaşmaktır.  Bununla birlikte, monşer tipine alternatif olarak gördüğümüz veya millet olarak yetiştirdiğimiz bazı aydınlarımız zamanla monşerlik kıyılarında gezinmeye başladılar.  Sezai Karakoç’un ifadesiyle doğunun yedinci oğlu olmaya namzet iken veya giderken süreçte yol kazasına uğradılar. Keza durum, Feridüddin Attar’ın  Mantık et Tayr kitabında Simurg’a giderken Hüdhüd  ile birlikte geride sadece 30 kuşun kalmasına benzetilebilir!   Bizim monşerlerin halleri Doğuyu keşfe çıkarken Batıya giden kaşiflere benziyor.  Ekmeleddin Bey’in durduğu yer Abdullah Gül ve Fehmi Koru gibilerinin durduğu yerden çok mu uzakta?  Sınırlar kalkınca hatlar karışmadı mı? Sahi hep birlikte eski gömleği çıkarmamış mıydık? Bu neyin kavgasıdır? Mahiyet farkı kavgası mı yoksa derece farkı kavgası mı?  

Adayların Şark kurnazlığı dışında çıkardıkları tuluatların hepsi kabulümüzdür. Dileğimiz: bel altına inmeden, yarışı iyi olan kazansın.