Zahir başka, zamir başka

Avrupa tarihinde, milliyetçiliği tarih sahnesine çıkaran faktörlerden biri, yeni yükselen burjuvazinin, mearkezi ve güçlü bir devlet tarafından mülkiyeti ve piyasayı  garanti altına alması ile diğer ülkelerin güçlü ekonomik sınıflarına karşı siyasi iktidarır desteğini kazanmak istemesidir. Yani milliyetçiliği destekleyen bir sınıftır ve bu sınıf, sürekli desteğine sahip olaçağı bir milli/ulus devlet arzu edip tasarlamıştır.

Türkiye de bunun dışında değildir. 1923 İktisat Kongresi'nde konuşulanlar, 1929 'da uygulamaya konan devletçilik ilkesi ve devletçi politikalar ile ithal ikamesine dayalı sanayi politikaları bu düşüncenin sonucudur. Neo-liberal politikalar ve küreselleşmenin ağır baskıları karşısında bu tutum ve politikaların önemli bir kısmı elden çıkmaya başladı ve tabii bu da devleti zayıflattı. KİT'lerin aşağı yukarı hepsi dağıtıldı, özelleştirmelere hız verildi. Şimdi bir yandan devlet üstüne düşen görevleri yerine getiremiyor, sağlık teşkilatı iyi çalışmıyor, eğitim çok büyük zorluklarla karşı karşıya, işsizlik almış başını gidiyor, gelir bölüşümünde muazzam bir adaletsizlik var; dolayısıyla milli devlet, eskisi gibi, vaat ettiklerini yerine getiremiyor. Böyle olunca da kendini dışlanmış hisseden, mağduriyete uğramış düşünen toplumsal gruplar farklı arayışların içine giriyorlar.

Bunun yanındaTürkiye'ye mahsus olmak üzere rol oynayan başka faktörler de var. Bunlardan biri, Avrupa Birliği (AB) sürecidir. Süreç, idari ve hukuki yapıyı çözüyor. Türkiye istemediği halde, bu süreç dolayısıyla reformlar yapmak, hukuk sistemini değiştirmek zorunda kalıyor. Bir yandan küreselleşme, bir yandan AB, bir yandan da devletin, gereksiz yere üstlendiği toplumsal fonksiyonları yerine getirmemesinden dolayı bir çözülme başlıyor. Bu gelişmelere karşı verilen toplumsal refleksler kendini milliyetçi ideolojilerle ifade ediyor. İslamcılar, muhalefet etmeyi bırakıp muhafazakar-demokrat kimlikle iktidar olma yolunu seçince, milliyetçilik öne çıkmış bulunuyor.

Kendilerine muhalif alan arayan toplumsal grupların neden reflekslerini miilliyetçi ideolojyle ifade ettikleri sorusu çok önemlidir: Unutmamak lazım ki Türk milliyetçiliği, tarihte, bir savunma hattı olarak ortaya çıkmıştır. Kurucuları ya Balkanlardan geri çekilmiş Anadolu'ya sığınmış ve orada bir istihkâm yapmaya çalışmışlardır ya da Batıya karşı bir müdafaa hattı olarak kendilerini savunmak zorunda hissetmişlerdir.

Tüm bu faktörler, bir korku psikolojisinin gelişmesine sebep olmaktadır. Türkiye'nin parçalanacağı korkusu ve özellikle de Amerika'nın Irak'a girmesi, işgal edilen Irak'ın Türkiye'nin çok yakınında bulunması bunu tetikleyen önemli bir unsur oldu. Irak halkı Müslüman; Müslüman olan bir insan, Müslüman kardeşinin başına gelenlerden dolayı dertlenir. İkincisi, Türkiye, imparatorluk bakiyesi olan bir ülkedir. Bu topraklarda yaşayan herkesin, Balkanlara, Kafkasya'ya ve Ortadoğu'ya doğru bir uzantısı var, oranın da içeriye doğru gelen kökleri vardır. Dolayısıyla Türkiye, kendini, Iraklıdan, Filistinliden, Çeçenden, Boşnak'tan Arnavut'tan sorumlu görüyor, ayrı görmüyor.

Dahası psikolojik olarak zihninin gerisinde "Ben bu bölgede 600 sene hüküm sürdüm, günün birinde tekrar buralara sahip olacağım. Eskidan hükümran olduğum toprakları geçici olarak Batılılara devrettim, devretmek zorunda kaldım" duygu ve düşüncesi var. Amerika süper bir güç olarak buraya geldi ve yerleşti; toprak işgal ediyor, direnişçileri, sivil masum insanları öldürüyor; bu da devasa bir öfkenin kabarmasına sebep oluyor.

Biz bu süreçleri "milliyetçi ideolojide yükseliş var",  şeklinde tercüme ediyoruz. Hakikatte ise öyle değil, yaşamakta olduğumuz bambaşka bir olaydır. İfade biçimleri milliyetçilik veya ulusalcılık, hakikatte maksat ve ana yönelim bambaşka. Zahirdeki altüst oluşlar bizi yanıltmamalı.

İstanbul boğazında, üstte ve altta bir diğerinin tersine akan sular gibi, zahiri bir bakış açısından Türkiye'de ve dünyada milliyetçi ideolojilerin yükseldiğini müşahade ediyoruz, ama daha derine indiğimizde toplumsal ve politik çalkantıları besleyen çok daha farklı fakötrlerin rol oynadığını tespit edebiliriz. Geleceğin dünyasında milliyetçi ideolojilerin sadece sahte rolleri olacaktır. Asıl geleceğin dünyasında çatışarak inisiyatif ele geçirecek olan başka öğretiler olacaktır.