I- İtalyan sinema oyuncusu Ornella Muti, önceki yılki Türkiye ziyaretinde Türk kadınlarını çok beğendiğini belirtmişti. Muhtemelen Türk kadınlarını oryantalist tasvirler yoluyla tanımanın getirdiği bir önyargının ardından sarfedilen abartılı cümleler: Türk kadınlarının Avrupalı hemcinslerinden bir farkı gözükmüyor.
Gerçi Muti'ye göre dünyanın bütün kadınları artık birbirine benziyor: İnce olmak istiyor, makyajsız sokağa çıkmıyorlar.
Bütün kadınları birbirine benzeterek aynı kişiye dönüştürecek büyük bir tezgahtan söz etmek tuhaf mı olur acaba... Gün sonuçta 24 saat. Bu 24 saat içinde bir kadın hem başarılı bir anne, hem bakımlı bir eş, hem iyi bir aşçı, hem ideal bir meslek kadını, hem de sosyal bir aktör nasıl olabilir ki...
Bu yazıyı dünyabülteni.net'e göndermek için son bir kez gözden geçirmeden hemen önce okuduğum bir haberden yola çıkarsak eğer, "Beyaz İslamcılar- AK Türkler" olarak tanımlanan bir kesime ait sayılan bir defilede tesettür, sınıfsal bir sıçramanın "kitch" (basbayağı) ihtişamı içinde gözden yitirilmesi için bin dereden su getirilen bir muğlak kavrama dönüştürülmüş bulunuyor.
Tesettür, orta yol, itidal, sadelik, mazbut olma, zarafet, alçakgönüllülük gibi kavramları çağrıştırıyor bana.
Tesettürün derin anlamlarından biri, kadının dış görünüşünden çok iç varlığına yoğunlaşmasını sağlamaktır kanımca. Bu yoğunlaşma sırasında elde edilen saflaşma bir şekilde dışa vurur ve yüzü yeniden biçimlendirir.
II- Tahran'da uzun bir aradan sonra yeniden devam etmeye başladığım İngilizce serbest konuşma kursunda eski öğretmenlerimden biriyle karşılaştığımda, tanımakta zorlanmıştım. Teneffüs saatlerindeki konuşmalar sırasında anlaşıldı: Orta yaşlardaki bayan öğretmenimiz göz kapaklarını ve kaşlarını toparlayan bir ameliyat geçirmiş. Sınıftaki onbeş kız öğrencinin en az dördünün burun ameliyatı olduğunu çıkarıyorum, hokka burunlardaki benzerliği, bazen de ortak ameliyat kusurlarını teşhis ettikçe.
'Yeni Azizeler' başlıklı bir uzun makalemde kendini güzelliğe ve ideal ölçülere adayan kadınların zorlu çabalarını anlatmıştım. Modern dünyanın azizeleri, estetik ameliyat dizilerine kendini kaptıran kadınlar; bu azizelerin kutsal sunakları ise, ameliyat odaları. Sadece kozmetik seçimi, sadece makyaj tekniklerini öğrenmek değil; vücudun kesilip biçilmesi de bir ritüel. En çok burunlar takıntı oluyor, gençler için; yaşlı "azize"lerin derdi ise öncelikle yüzü kişisel bir haritaya dönüştüren kırışıklıklar. Bu kanlı güzelleşme çabalarında giderek sapkınlaşan bir yan var; estetik ameliyat yapılan masa, güzellik dininin sunağıysa, doktorlar da sanki rahip ve hemşireler rahibe. Güzelleşmek için bıçak altına yatan kadınlar ise bu dinin azizeleri; perhiz yapmakla, pahalı kremler kullanmakla, deri altına mucize gerçekleştirecekmiş gibi sıvılar enjekte ettirmekle yetinmiyor, kanlarını akıtıyorlar bu yolda.
Erkekler da tamamen uzak değiller bu kaygılardan, ama daha az kanlı ve acılı işlemlerle yetiniyorlar. Jöleler, üzerinde oynanarak bazen bir çizgiye bir noktaya indirgenen sakallar, markalı parfümler... Kızların saçları başörtülerinden mutlaka taşıyor Tahran'da, kimileri gündüz bile gece makyajı yapıyor, makyaj usullerinden hiç anlamadığım halde ayırt ediyorum o yaldızlı parlak rujların farların gündüz sürülmek üzere icat edilmediğini.
Asayiş şubesinin yıl içinde birkaç kez gerçekleştirdiği sıkı kontrollere karşılık, büyük şehirlerde genç kızların çoğunluğunun perçemleri başörtülerinden taşıyor. Sanki bu taşma artık Said-i Nursi'nin Hanımlar Risalesi'nde anlattığı şekilde, örf kapsamında değerlendirilebilir, senede bir iki kez gerçekleşen kontrol dönemleri dışında kimsenin bu saçlarla ilgilendiği yok.
Son yıllarda kıyafet uyumuna daha çok dikkat eder oldu kızlar, bakım ve işleme konusunda da yüze yoğunlaşma eskisine göre daha bir belirgin. 2004 yılından itibaren birkaç yıl boyunca pardesüler, kısa olduğu denli gövdeye yapışıktı; ikinci bir deri gibi. 2005 cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında, en popülist aday olan –halihazırda Tahran belediye başkanlığı görevinde bulunan- Galibaf'ın vaatlerine şayia olması muhtemel bir şık da eklenmişti: Galibaf geldiğinde bermuda pantalonları dize kadar kısaltacak.
Bu baharda kadınlar genellikle 60 ve 70'lerde moda olan çiçek desenli emprime kumaşlardan yapılan elbiseleri çağrıştıran çiçek desenli pardesüler giyiniyorlar.
Mir Damat Bulvarı'nda yaptığım yarım saatlik bir yürüyüş içinde bile etrafa dikkatlice bakmaya devam edecek olursam, burnu sargı beziyle kaplı, mumya havasında yol alan en az on genç kızla karşılaşabilirim. Zaten fazlasıyla inceler, sıska denilecek kadar hatta, hokka burunlarıyla biraz kısa boylu sayılabilecek barbi bebekleri andırıyorlar. Geçen hafta gittiğim KBB doktorunun sekreteri kızın da burnu sargılıydı ve bir yandan önündeki dosyaya hasta kayıt bilgilerini aktarırken, ağlamaya devam ediyordu: Ameliyatından bu yana on gün geçtiği halde hâlâ kanıyormuş burnu, sümkürme sırasında. Sekreterliğini yaptığı cerrahın becerisi açısından iyi bir örnek sergilemiyor, iki gözü iki çeşme, ellerinde de kanlı tampon pamuklar, nefes almakta zorluk çektiğinden yakınıyor. Yine de ameliyatının sonucunu onaylatmayı önemsiyor. Eski kambur burnuyla çektirdiği bir dizi ameliyat öncesi fotoğrafına bakarak yerinde bir karar verdiğini söylememi bekliyor benden. Eski burnu epeyce kambur, yeni burnu da fazlasıyla hokka, pek yapma duruyor. Olan olmuş. Moralini bozmamaya çalışıyorum.
III- "Değeri profil üzerine temellendirmek ırkçılığa varan sınıfsal bir küstahlıktır", diye yazıyor Camille Paglia, Sanatta Dekadans isimli eserinde. (Epos; 2004) Kleopatra burunlarından kurtulmaya çalışan burnu sargılı kızlar, Anadolu'nun beli iplerle sarılarak incelmeye yatırılan köylü kızları... Apollonik kültürün kocaman gözü, Mısırlı kraliçe Nefertiti'nin tek gözü yoluyla dünyanın bütün kadınlarını kendine çekmeye çalışıyor. Bütün yüzler birbirine benziyor, hepsi neredeyse, tek gözlü Nefertiti'nin donuk ve santimlerle ölçülen güzellik idealini yansıtırken duygu çizgilerini de pudralıyor.
"Estetiğin peygamberi" Wilde, estetiğin etikten daha yüce olduğunu savunmuştu savunmasına, ama son nefesine kadar da sürdürmemişti bu savunmasını.
Kur'an'da yüz, Ahzab Suresi'nde olduğu gibi, insan kişiliğinin en anlamlı ve değerli bölümünü temsil eder. Ahzab 66'daki "yüzün ateşte darmadağınık olması" şeklindeki ifade Muhammed Esed'e göre, günahkarların iradelerinin tükenmesini ve tam bir çaresizliğe itilmelerini ifade eden sembolik bir deyimdir. Elmalılı Hamdi Yazır ise Bakara Suresi'nin 112. ayetini tefsir ederken, secde organı olan yüzün bütün vücudun da temsilcisi olduğunu yazıyor. Bir yüzün tasviri, bütün bir bedenin tasviri hükmündedir, Yazır'a göre. (Hak Dini Kur'an Dili, C. I, sf. 377; Akçağ yayınları)
İnsana verilmiş bir yüz var; aynı zamanda, geçen yıllar ve yaşantı tarafından da oluşturulan bir yüz. Bu yüzü yeniden yapmak, hayat tarzı ve zamanla ilişki açısından, bir bakıma insanın da elinde. Yüz hayatı yansıtıyor, kendini kapattığı oranda bile, tutuk ve kapalı kişiliği gösteriyor çizgileri. Tutarlı ve dürüst bir insanı yüzünden tanırız, işi dışı bir olduğunu bilebiliriz kişinin, yüz aynasına bakarak.
Kendi yüzünü (hayatını) biçimlendirmekte başarılı olamayan insan, estetik operasyonların mucizelerine terkediyor, hayalindeki ifadenin ve hayattaki büyük rolünün niceliğinin keşfini....