Yüzsüz azınlık, çoğunluk şımarıklığı


Kendini müesses nizam adına konuşmaya yetkili gören, daha doğrusu kendi hayat tarzını, dünya görüşünü, siyasal tercihlerini müesses nizam üzerinden empoze etme hakkını gören seçkinlerin durumu cumhuriyetin ilk dönemiyle kıyaslandığında hayli farklılaştı. En azından kapalı, kendi içinde mutlu ve başkalarının da bu halkaya girmelerine hiç de gönüllü olmayan yapı çok esnedi. "Köylü milletin efendisidir" söylemine sarılan bu mutlu sınıf, dışlanmışların, efendiliğini köyünde, hapsolduğu taşra hayatında yaşamasını istemektedir. Yoksa, sosyal, ekonomik ve de siyasal ayrıcalıklarını "aydınlanma" aşkına paylaşamayacak hele hele feda edemeyecek kadar da kaprislidirler.

Sosyal statü anlamında bu dar "modern aşiret hayatı" hayli esnemiş, yeni taşralılar araya katılarak yapı melezleşmiş olsa da ideolojik refleksleri ilk günkü gibi katılığını devam ettirir.. Bu ideolojik refleksleri büyük ölçüde bürokratik çıkışlarda, manşetlerde, kimi başyazar sütunlarında, gücünün aldığı oyla ölçülemeyeceği uyarısını yapan, adının bir yerlerine "Halk" ibaresi yapıştırılmış siyasi partilerin çıkışlarında kendini gösterir.

Bu çıkışların dönemsel olarak nasıl tezahür ettiğine bakarsanız sosyalpsikoloji alanında hayli öğretici, açıklayıcı ve nasıl bir zihniyetin bizi yönettiği, yönetenlere kimlerin yön verdiğini anlamamıza yarayabilir. Bu reflekslerin açılımını görmek için büyük kriz dönemlerini beklemek gerekmez. Her gün benzer biçimde karşınıza çıkabilir. O kadar sık tekrarlanır ki artık kanıksamaya başlar ve zamanla da inanmaya, en azından yaşadığınız gerçeklerden, kendi inançlarınızdan kuşku duymaya başlarsınız. Bu yöntem sizi ikna etmese bile en azından pasifize eder, sindirir, korkutur; açıkçası toplumu terörize etmeye yönelik bilinçli bir kampanyaya dönüşür.

Bu tavrın en belirgin yanı, kendi ekonomik ve sosyal statülerinin verdiği kibirle halk adına konuşma yetkisini kendinde görmeleridir. Başka bir ifadeyle halkı yok saymalarıdır. Cumhuriyet tarihi boyunca seçkinci tavrı en iyi açıklayacak tezahürler, kendini çoğunluk yerine koyma ve dar gettolarının dışındakileri yok sayma eğilimidir. Bu eğilim çoğunlukla bir inançtır, Çünkü kendi tavırlarından, hayat tarzından o kadar emin olmalarını sağlayan yeterince sosyoekonomik ve siyasal korunganlar içindedirler.. Enver Hoca'nın bunkerleri bu gettolara nazaran masum kalabiliyor. Korunganları rahatsız edecek her talep, arkasında ne kadar toplumsal destek olursa olsun azınlık sayılmaya mahkumdur. Talepler meydanlara yansıtılır, siyasette de kendini gösterme cüretini gösterirse bunun adı; "yüzsüz azınlık" olur. Fazla oldunuz demenin kibarcasıdır. Haddini bildirmenin gerekli araçları yedekte tutulmaktadır. Harekete geçme zamanı geldi demenin parolası işlevi görür.

Ne var ki, seçkincilik hem kabuk değiştirmekte hem de "modern aşiret hayatı"ndan uzaklaşmaktadır. Taşralılar aşiretin duvarlarını delmiş, kıskandıkları ayrıcalıklarına ortakların geldiğini fark etmişlerdir. Her ne kadar yeni ortaklar taşralılıklarını bir an evvel unutturmak için akıl almaz çabalara girişmekte kararlı görünseler de bunkerlere sızmak kolay değilidir.

"Yüzsüz azınlık"ın azınlık olmaktan çıktığı fark edilmiştir. Ama kibirlerinden vazgeçecek değillerdir.

Küçümsedikleri azınlık güruhun kale kapılarını zorladıklarını düşünmektedirler. Hatta kale içinden bazıları bunlarla iş tutmaktadır ki, bu kadarı da fazlaydı. İşin doğrusu modern aşiret hayatının değerlerini paylaşmaya niyetleri yoktu.

İlkeler, laiklik, çağdaşlama adına yorum yapma, daha açık ifadeyle bunlara ilişkin yeni hüküm va'z etme hakkı kendi tekellerinde olmalıydı. Bu nedenle simgeler üzerinden yürüttükleri , egemenliklerini pekiştirme stratejisini zedeleyecek bir taşralı ağırlığın (yani demokratik talep) siyasete taşınmaya başlaması "yüzsüz azınlık" şablonuyla açıklanamazdı. Yeni duruma uygun strateji "çoğunluk şımarıklığı"dır. Hem taşralılığın şımarıklığını ilan ederek haddini bildiriyor, gücü hâlâ elinde tuttuğunu izhar ediyor hem de kibrinden taviz vermeden küçümsüyor.

"Yüzsüz azınlık" ve "çoğunluk şımarıklığı" söylemi Türkiye'nin içinden geçtiği sürecin seçkin söylemi üzerinden geldiği yeri göstermesi bakımından açıklayıcı bir formülasyon. Bir aşama sonrası için bu sınıf ve statüden beslenen kibir geçerli bir formülasyon üretebilecek mi? Ya da kibirlerini hissettirmeye değecek bir muhatap bulabilecekler mi? Kibirle akıl bir arada bulunmaz..


Kaynak: Yeni Şafak