Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün türbanla ilgili anayasa değişikliklerini onaylamasına kesin gözüyle bakabiliriz. Çünkü her şeyden önce Gül, eşi ve kızı nedeniyle bu sorunu yıllardır bizzat yaşayan biri. Zaten konu ne zaman gündeme gelse, ısrarlı bir şekilde "toplumda aslında böyle bir tartışma yok" dedi. Hatta 28 Şubat döneminde Necmettin Erbakan ve diğer RP'lilerin çok sık kullandığı "suni gündem" nitelemesini bugüne taşıdı.
Halbuki "herkese eşit mesafede" olma iddia eden ve bir anlamda buna mecbur da olan Gül'ün AKP-MHP düzenlemesinden endişe eden kesimlere empatiyle yaklaşması, onları dinlemesi, eleşitiri ve kaygılarını anlamaya ve gidermeye çalışması gerekirdi.
Şu ana kadar böyle bir girişimi olduğunu duymadık, olacağı işaretini de almadık. Gül'ün red oyu veren CHP ve DSP'nin liderleriyle görüşmesi gerginliklerin azalmasına katkıda bulunabilir. Belki bu vesileyle CHP lideri Baykal'ın "Çankaya boykotu" da kırılmış olur. Demokrasilerde çok olağan olan bu tür zirveleri önermek bile "uçuk" kaçıyorsa ortada ciddi bir sorun var demektir.
Diyelim ki muhalefet liderlerini şu ya da bu nedenle davet etmedi. Gül'ün en azından "kişisel dostu" olarak görüp yemekte ağırladığı Mehmet Altan ve Cengiz Çandar gibi aydınları arayıp "Siz yasağın kalkmasını istemiyor muydunuz? Neden rahatsızsınız?" diye sorması isabetli olur.
Mucize olur
Dün de yazdım. Cumartesi günü Meclis'in türban yasağını kaldırmak yerine onu daha da çözümsüz kılmış olma ihtimali hayli yüksek. Dolayısıyla Gül'ün bir şekilde anayasa değişikliklerini onaylamaması hem soruna daha makul ve kalıcı bir çözüm bulmanın yollarını açar, hem de AKP'yi muhtemel bir siyasi krizden kurtarır. Üstelik Gül'ün "herkesin cumhurbaşkanı" olma iddiasının ilk sahici kanıtı olarak sivrilir. Ancak ne Gül'ün, ne Erdoğan'ın, ne de AKP'lilerin sürece benim gibi bakmadıklarını biliyorum. Yani Gül'ün vetosu mucizevi bir şey olur.
Zaten Cumartesi günü Meclis'te görüştüğüm AKP'lilerin hiçbirinin aklına Gül'ün akıntıyı tersine çevirebileceği ihtimali gelmedi. Üstelik hemen hepsi değişikliklerin yürürlüğe girdiği andan itibaren kaotik bir ortamın doğacağını kabul etmelerine rağmen. Üstelik AKP'lilerin bu ortama hiç de hazırlıklı olmadıkları, herhangi bir önlem vs. almadıkları da çok açık. "Ne olur?" diye sorduğunuzda hemen hepsi aynı cevabı veriyor:
"Bazı rektörler kızları kabul etmez, bazıları kabul eder. Olay mahkemeye intikal eder..."
"Ya sonra?" diye üstelediğinizdeyse "Ne sonrası? Sonrası yok. Böyle devam eder işte..." diyorlar.
Kaostan sonra belirsizlik
Bu AKP'lilerin önce kaos, ardından belirsizlik ve sürekli bir gerginlik-çatışma dönemi bekledikleri anlamına geliyor. İşin tuhafı içlerinden bazıları sorununun böylelikle zaman içinde çözüleceğine inanıyorlar. Yani yasakçı rektörlerin sayısının azalmasını; örtülü kızların rektörlerin tutumlarına bakarak tercih yapmalarını (ki 28 Şubat sürecinde Marmara Üniversitesi'nin türbanı hoşgören nerdeyse tek okul olması nedeniyle örtülü kızlar buraya tam anlamıyla akın etmişlerdi. Ardından rektör değiştirildi ve yasak hayata geçirildi. Kızlar da bir süre direnip pes etmek zorunda kaldılar) bekleyecekler. Bu arada AKP'ye yakın medya ve bazı kuruluşlar da herhalde yasakçı rektörlere karşı yıpratma kampanyaları yürüteceklerdir.
Rektörleri hedef tahtasına yerleştiren ve onlara gereksiz ve taşıyamayacakları kadar yük yükleyen bu stratejinin zaten sorunlu olan üniversite sistemimizi iyice felç edeceği aşikar.
Görüldüğü gibi AKP türban konusunda tam bir tıkanıklık yaşıyor ve türbanlı kızları bir tür deneme tahtası gibi kullanacağa benziyor. Eğer bu düzenlemeyle sorun çözülürse siyasi getirisini AKP MHP ile paylaşacak. Eğer başarısız olursa "elimizden geleni yaptık, maalesef olmuyor" diyecekler.
Kısacası faturayı yine örtülü kızlar ödeyecek.
Kaynak: Vatan