geceyarısına yakın, bir televizyon kanalında, son anayasal düzenleme/değişiklikler ile ilgili bir müzakere programı vardı. başlanğıcında beş-altı dakika kadar dinleyip, geçdim. (yani: yetdi!)
müzakerecilerden biri, zihin pikabındaki taş pilağı cızırdata cızırdata diyor ki: yargı ile silahlı kuvvetleri aynileştiriyorsunuz.
(acaba baronların aynı mevkide, ya’ni, laik—kemalist cephedeki ülkü birliğini mi kastediyorsun, sorusuna hayır demesi mümkin değil, plaktaki kaydın. ancak, "kime karşı ülkü birliği" sorusuna, cazur-cuzur etmeden cevap veremeyecektir... "karşı cephede kim vardır kardeşim? dilinizden düşürmediğiniz yüce türk milletini, böyle anlarda uzaya ışınlamak ne oluyor?" deseniz, diyecek ki: "işte böyle senin gibi düşünüp bizi köşeye sıkıştırana karşı, kedi sıçrayışı, kimvurduya götürme, topunuza da post veya most darbe gereklidir ve dahi meşrudur.")
yalan mı doçent efendi? yalan mı silahlı kuvvetlerin –mi, seni beynen-silahlayan kuvvetlerin mi– alakalısı, doç efendi?
kendilerine hukuki babalık (ne demekse!) eden omuzu yıldızlıları ayakta alkışlamayı, korku zoru selanik, deyip geçelim, amma, bak bakalım, son elli senenin beş veya on senelik bir zaman dilimini alıp hesapla:
kaç silahlı kuvvetler mensubuna karşılık kaç silahsız kuvvetler (ne demekse, cahilliğime verin) mensubu yargı tarafından yargılanıp cezaya çarptırılıp infaz edilmiş?
bunun bir nisbetini çıkar.
bilmem kaç milyona karşılık bilmem kaç yüz bin kişiyi nasıl mı karşılaştıracaksın?
pek iyi bildiğin gibi orantıya vurma ve istatistik hesabı ve dahi korelasyon diye bir kelime (bir işlem) vardır.
(bin kişiye sorup kırk milyon kişinin tercihini biliyor efendiler, sen nerede geziniyorsun?)
bu sonuca göre, yargı kimin yargısıdır?
kimsenin değil, mi?
yüce türk milletinin mi?
öyleyse, yüksek yargı, yüce türk milletini daha yüceltmek için durmadan cezalandırıyor!..
adam etmek ise bunun adı, derler ki adama: yüksek yargı, demek oluyor ki, yüce türk milletini adamdan saymıyor; hatta, akıl baliğ dahi saymıyor ki, kendi kararını kendi vermeğe bırakmayıp, ismi ve rengi ne olursa olsun, bir vesayet altında tutmağa itina ediyor...
/
geçen akşam da, bir mütekaid silahlı kuvvetler mensubu, tutuklanan omuzu kalabalık yıldızlıların psikolojisinin ne hale geldiğinden, aile ve yakınlarının ve mensubu bulunduğu ordunun nasıl yıprandığından ve hastahaneye sığınmalarının rol icabı olmadığından bahsediyordu.
doğru, ama, eksik.
ya, silahlı kuvvetler ve yüksek yargının güç yetirdiği silahsız (ve de kalemsiz / klavyesiz) kuvvetler mensublarının ve dahi yakınlarının ve onların halini gören etrafındakilerin psikolojileri ve dahi ikitisadi ve insani ve ictimai vaziyetleri ne idi?! ve hem onların sığınabilecekleri hastahaneleri de yok idi! uçlarını sivriltecekleri metalik yaldızlı yıldızları da.. yoğidi!
/
adamın hem parasını alıp, hem (sesini çıkarmasın diye) tokatlamak:
türkiya’daki hizmet sektörünün/memurinin, ya’ni maaşlıların maaşlarını veren amir mevkiindeki silahsız (ama lafta, bila kayd u şart hakim ve dahi efendi) millete reva görülen vaziyet alış ve muamelenin, ya’ni dipçiklemenin ve ..... .......... ve joplamanın ‘şekildeki gibi’si olsa gerek.
neydi: adamın parasının pulunu, pılısını pırtısını, karısını kızını talan ve tar u mar edip, sus payı olarak tokatlamak...
neydi: adamın pantolonunun arka cebindeki cüzdanını alıp, bir de tepme yapıştırmak...
/
tabii, bu efendi böyle konuşursa, kısa sürede prof olup altına cip, üstüne yazlık kışlık ve garsoniyer alacak...
bunu biliyor, ama, bunların onu mezara kadar bile götürmeyeceğini bilmiyor, vesselam.