YÖK tartışmalarına bir bakış

Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) ile ilgili tartışmaların artarak yeni bir düzenlemeye yol açacak şekil almaya başladığını görüyoruz. Kasım'ın son haftasında Başbakan'ın rektörlerle YÖK tartışmaları çerçevesinde görüşeceği haberi basında yer aldı. Cumhurbaşkanı da bir süredir, özellikle rektör atamaları çerçevesinde, YÖK sistemini eleştirmektedir.

YÖK tartışmalarının, birçok tartışmada olduğu gibi, tamamen yüzeysel, görüneni veya gösterileni esas alarak sürdürüldüğünü peşinen ifade edelim. Hemen hemen herkes, devletin en üst makamlarında görev yapanlar bile YÖK sistminin sorununun rektör seçimleriyle ilgili olduğunu, rektör seçimlerinde ise sorunlu noktanın en çok oyu alan adayların atanmamasından ibaret bulunduğunu düşünmektedir. YÖK sistemini böyle bir çerçeveyle kavrayanların üniversite reformu yapabilmesi mümkün değildir.

Rektörlerin sadece öğretim üyelerinin seçimleriyle belirlendiği üniversite yönetim sistemi dünyada yoktur. Sistem tartışması yapmak bir yana, YÖK sistemindeki rektörlerin atanmasıyla ilgili sorunun seçim – atama ekseninde değerlendirilemeyeceğini anlamak için Türkiye'deki rektör seçimlerini münferit olarak değil de bir zaman dilimi içinde takip etmek yeterlidir.

Birkaç örnek verelim. Gazi Üniversitesi'nde 2004 yılında yapılan rektör seçiminde Rıza Ayhan 1064 oy ile birinci, Kadri Yamaç 366 oyla üçüncü olmuş. Dönemin Cumhurbaşkanı Sezer Kadri Yamaç'ı atamış. Aradan dört sene geçmiş, yeni seçim yapılmış. Bu sefer Rıza Ayhan 384, Kadri Yamaç 732 oy almış. Dikkatinizi çekerim; Kadri Yamaç 2004'te 366 oy almış, rektör olarak atanmış, dört yıl görev yapmış, seçime girmiş, oyu 732 olmuş. Bir rektör, dönemi içinde oyunu iki kat arttırmış.

Bir başka örnek Cumhuriyet Üniversitesi'nden verilebilir. 2004'te yapılan seçimde Faruk Kocacık 136 oy almış, Mehmet Bakır 115 oy almış. Sezer, Mehmet Bakır'ı atamış. Aradan dört sene geçmiş. Bakır'ın görev dönemi sonunda 2008'de yapılan seçimde tablo şu: Faruk Kocacık 112 oy, Mehmet Bakır 205 oy. Mehmet Bakır, dört yıllık rektörlük döneminde oyunu 115'ten 205'e çıkartmış.

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bir dönem rektörlük yapan öğretim üyesi her halukarda oyunu arttırmaktadır. Başka bir ifade ile görevdeki rektör olarak seçime giren öğretim üyesi istisnasız, seçimden birinci olarak çıkmaktadır. Rektörlük görevi en çok iki dönem yapılabildiği için, mevcut rektörün aday olamadığı durumlarda desteklediği kişinin, hatta bazı üniversitelerde rektörün eşinin en çok oyu aldığını görüyoruz.

Bu tablo nasıl oluyor da ortaya çıkıyor? Elimizde öğretim üyelerinin rektör seçiminde oy kullanma davranışları üzerine yapılmış çalışma pek yok. Ama bu tablo rektör seçimlerinin manipülasyona ne kadar müsait olduğunu göstermesi bakımından başlıbaşına yeterlidir. Bir öğretim üyesini ne kadar oy alırsa alsın, rektör olarak atarsanız, bir sonraki seçimde en çok oy alan rektör adayı, tartışmasız, o olur.

Seçimlerde az oy aldığı halde rektör atandıktan sonra gerçekleştirilen kadrolaşma çalışmalarının ne kadar yaygın ve sonuç verici olduğu bilinmektedir. Şimdi bu tablo ortada iken, "seçimde birinci olanın atanamamasından rahatsızlık duyuyorum" şeklindeki açıklamalar, ya işin içyüzünü bilmemek ya da belli bir kamuoyuna şirin gözükmeye çalımakla alakalı olabilir. Bunun başka açıklaması yoktur.

Üniversitelerde yönetimle ilgili bütün yetkiler kişilerde oldğu sürece rektör atamalarının sadece seçimle gerçekleştirilmesi yanlışların devamı anlamına gelecektir. Sorunları bir bütün olarak görmeden, yönetim sorunlarını da sadece rektörlük ve seçim ekseninde algılayarak üniversitelerin önünü açmak mümkün olamaz. Üniversite meselesi sadece rektörlerle tartışılacak bir mesele de değildir.