Pazartesi günü, Cumhurbaşkanı Gül tarafından YÖK başkanlığına ODTÜ öğretim üyesi Yusuf Ziya Özcan'ın atandığı haberi duyulduğundan bu yana her karşılaştığım kişi, "Nasıl bir insan?" diye soruyor.
Yeni YÖK Başkanı nasıl bir insan?
Bu ilgi odaklanması kuşkusuz sebepsiz değil. Çünkü YÖK, hemen kurulduğundan bu yana bir sorun odağı halinde. Son 10 yılda ise, Türkiye'nin en çok tartıştığı kurum olduğunda kuşku yok. Bunun son beş yılında "Hükümetle de boğuşan bir devlet kurumu" olduğu ifade edilirse, YÖK'ün nasıl bir toplumsal sorun haline geldiği daha iyi anlaşılacaktır.
Ama, YÖK'ün sorun niteliği, sadece toplumla ilişkilerdeki gerilimden doğmuyor. Bilim üretme ve ülkeyi çağın medeniyet seviyesinin üzerine taşıma misyonuna öncülük etmesi gereken bir kurumun, kısır boğuşmalar alanı haline gelmesi ne kadar acıdır.
Onun için Yeni YÖK başkanının kimliği, kişiliği yoğun ilgi odağı oluşturuyor.
Yusuf Ziya Özcan'la ilgili bilgiler farklı kaynaklardan akıyor. Bunlar genelde olumlu referanslar niteliğinde. Ama en önemlisi öğrencilerinin tanıklığı... ODTÜ'deki öğrenciler için o Baba bir öğretim üyesi. Sıcak, samimi, esprili, yer yer hakaret eden ama hakareti bile sevimli bulunan, iltifat diye algılanan... Geniş ufuklu, tartışmaya açık, özgür düşünceli....İnsan yanı öne çıkan...
İşte böyle tanımlamalar...
Hep iyi şeyler.
Cumhurbaşkanı'nın YÖK Başkanlığı için en belirgin kriterinin "Özgürlükçü"lük olduğu daha önce medyaya yansımıştı. Anlaşılan Yusuf Ziya Özcan, o karakterin insanı.
Ona, bekleneceği gibi başörtüsü soruluyor, katsayı soruluyor.
Herkesin bir beklentisi var: Başörtüsüne özgürlük bekleyen de bir tavır arıyor, bu yasağın kalkmasını rejim kaygısına eklemleyen de...
Gürüz – Teziç çizgisini kutsayanlar, şimdiden Yusuf Ziya Özcan'ın ismine çentik atmaya başladılar.
Ama orada tıkanıp kalmak, gerçekten Türkiye'nin bilim hayatına kastetmek olacaktır. O yüzden, üniversite camiasına yepyeni bir soluk taşımak gerekiyor. Yusuf Ziya Özcan'dan beklenen budur.
Sayın Özcan, Anadolu Ajansı'na verdiği demeçte şunları söylemiş:
''Benim kanaatim üniversitelerin tamamıyla serbest kurumlar olması ve sadece bilimle uğraşmaları. Üniversitelerimiz Türkiye'yi 21. yüzyıla taşıyacak bilgi birikimini üretmek zorunda. Benim amacım bu bilimsel çıktıyı artırmaktır. Eğer biz bunu yapabilirsek zannediyorum, türban sorunu, katsayı sorunu gibi sorunlar kendiliğinden hallolacaktır. Ama biz üniversiteleri önce o mecraya çekmek zorundayız.
"Zaten pek çok üniversitemiz iyi işler yapmaktadır. Diğerlerini de onların seviyesine çıkarırsak zannetmiyorum ki kimse türban ile şununla, bununla uğraşsın. Sorunun kendiliğinden ortadan kalkacağına inanıyorum. Üniversiteler, yapmak zorunda olduğu esas fonksiyonu yerine getirirse, bu türden şeylerle uğraşmayacağız.''
Yeni YÖK Başkanı "Çok daha serbest bir üniversite, vadediyor, hem öğretim üyelerinin hem de öğrencilerin düşüncelerini serbestçe açıklayabilecekleri bir ortamın oluşturulması"nı hedefliyor.
İşte bu, diyorsunuz.
Türkiye'yi 21'inci yüzyıla taşıyacak bilgi birikimine ulaşmayı hedef olarak belirlediğinizde, öğrencinizi, başörtülü diye kapıdan kovar mısınız? Bu mümkün olur mu? Bunu içinize sindirebilir misiniz?
Aynı şekilde, üniversite sınavında birinci olan çocuğun, sırf meslek lisesi çıkışlı diye kanatlarını keser misiniz, buna yüreğiniz elverir mi?
Sorun burada...
Neyi oynuyoruz?
İnsan, üniversite deyince ne polis copunu görmek istiyor, ne gözü yaşlı kız çocuklarını, ne siyasilerle kavga eden bilim adamlarını, ne taa Amerika'ya gidip orada akademik çalışma yapan insanların fişlenmesini..... Üniversite deyince "Ordu göreve!" pankartı taşıyan simalar da yadırgatıcı oluyor.
Üniversitelerimizden Türkiye'nin önünü açan bilgi ışıkları gelsin. Pırıl pırıl gençleri selamlayalım.
YÖK deyince korkutucu bir silüet çıkmasın toplumun önüne... militanlık çıkmasın. öfke nöbetleri çıkmasın.
İnsan, Afrika'dan Asya'ya uzanan, Balkanlar'ı, Kafkaslar'ı içine alan İslam coğrafyasının, bilim merkezi olmasını istemez mi Türkiye'nin? Bu potansiyeli yok mu Türkiye'nin? Hem de nasıl!
Ama nasıl olacak bu?
YÖK buna öncülük etmeyecekse ne yapacak?
Yaptıkları tezler sebebiyle öğretim üyelerinin fişlendiği, dönem dönem büyük ihraç kümelerine yol açan, yani bilimsel hürriyetin var kılınmadığı bir üniversite ortamı ile mümkün mü bu?
Diyojen şöyle demiş:
-Gölge etme başka ihsan istemez!
Bir ara YÖK bu hale gelmişti.
Gölge etmemesi bir ihsan niteliği kazanmıştı.
Anlıyoruz ki, şimdi yeni YÖK Başkanı öncelikle "Gölge etmeyeceğim" diyor, ayrıca bilim adamının ve öğrencilerin güneşinin önündeki engelleri de kaldırma sözü veriyor.
Bu, iyi bir nokta.
Türkiye YÖK alanında da normalleşiyor, diyebileceğimiz bir nokta.
Türkiye çok enerji kaybetti. Çocuklarının çok göz yaşına tanık oldu. Bir an önce toparlanması bekleniyor. Dileriz YÖK Başkanı, bu acıların idraki içinde, tez elden bir iyileşmeyi devreye sokar. İyi yolda başarısı Türkiye'nin başarısı olacaktır. İyiliklerde yolu açık olsun.