Röntgenci merakın, pornografik tecessüsün doymak bilmez iştahına malzeme yetiştirme gayreti…
Triger kayışı kopmuş özel hayatların ortalık yere dökülmüş 'ihtişam' ve sefaleti…
Gırtlağına kadar fanfinfona bulaşmış aşk lakırdıları…
Sahicilikten, samimiyetten zerre miskali nasibini almamış dekoratif hürmetler…
Ve, ilkesiz, usaresiz ilişki biçimleri…
İşte size orda, burda, ana haber bültenlerinde ister istemez karşımıza çıkan, hırt, şaşkaloz ve ebleh magazin dünyamızın hal-i pürmelali.
İyi, güzel de bana ne oluyor?
Ermeni 'soykırım' tasarısından, Irak'a balıklama dalma niyetine kadar memlekette bir yığın mesele varken durduk yere magazine sardırmanın manası ne?
Üstelik, ağır abilerin burun kıvırdığı ama gizliden gizliye de kulak kesildiği 'magazin alemi' hakkında bizim gazetede Bekir Hazar olabildiğince düzeyli yazılar kaleme alıyor zaten. Yeri gelmişken söyleyeyim: Çok da iyi yazıyor.
Kültür, bilgi ve birikimini her fırsatta birbirleriyle yarıştıran entelektüellerin bildiklerini birbirinden sakladıkları tek 'mecra' olan magazin haberleri içinde (bu yazıyı kaleme almamın nedeni) bir tanesi var ki, ne zaman rastlasam içim 'cız' eder.
Son dönemlerde adı renksiz, tatsız, sevimsiz ve hatta çirkin bir 'aşk masalı' ile gündeme gelen Deniz Uğur'dan bahsediyorum.
Derler ki; hayatta insanın başına her şey gelebilir; lakin, Deniz Uğur'un başına öyle bir şey geldi ki; her şeyden beter bir şey:
Birkaç yıl önce, gürültü yaparak kendilerini taciz eden komşularıyla çıkan tartışmada, korkutmak amacıyla kurusıkı silahına davranan biricik eşi, yoktan yere gözlerinin önünde kurşunlanarak öldürüldü.
Sevgilisini, eşini kaybetmişti ve babası vurulmadan 10 dakika önce uyuttuğu bebeğine, uyandığı zaman söyleyebileceği hiçbir kelimesi yoktu.
Korkunçtu…
Genç yaşta dul kalmış, elinden alınan 'dünü', 'yarınını' belirsiz, bulanık bir kâbusa çevirmişti.
Bu travmayı hiçbir lakırdı, vecize veya darb-ı meselin anlatmaya gücü yetmez. Geçelim.
Sonra…
"Yağmur Zamanı" adlı diziyle yeniden hayata tutunma çabası…
Hani, yardımcı kadın oyuncu olarak yer aldığı bu dizide, koskoca dünya güzeli Azra Akın'ın pabucunu (her bakımdan) dama atmıştı.
Sonra…
Yok olmak istediği yılların öcünü alırcasına, 'bir aşk martavalının' öznesi haline dönüştü.
Ne feci!..
Kimse ondan hayatını ah-u vahla geçirmesini, 'dünü' müselsel işkence halinde yaşamasını beklemiyordu ama bu denli magazin 'nesnesi' olması da gerekmiyordu.
Hayır, reklamla hiç alakası yok.
Şöyle ya da böyle, bir yuvayı yıkmanın ne reklam getirisi olabilir ki?!
Deniz Uğur'un bu tür reklamlara ihtiyacı zaten yoktu.
Bilgisi, düzeyi, eğitimi ve oyuncu kalitesi, koca bir diziyi (Ezo Gelin) nerdeyse tek başına ikinci sezona taşıyan Nurgül Yeşilçay'dan hiç de eksik değildi.
Sanki içinde hiçbir tahassür yokmuş gibi davranışının arkasında saklı duran, hayatta bambaşka biri olarak da olsa var olmaya çalışmanın, ayakta durmanın tezahürü olabilir.
Kaybolan yılların ödeşme şeklinin (belki normal zamanlarda en nefret ettiği halde) dışavurumu da olabilir.
Ve daha bir sürü açmaz sayılabilir ama bu kadar dibe vurmasını haklı çıkartmaya hiçbir şey yetmez.
Bütün müstekrehliği ile çırılçıplak, yalapşap aşk lakırdılarıyla başlayan, omzuna Tamer Karadağlı'nın baş harfini dövme yapma sakilliğiyle süren birtakım maskaralıklar…
Şimdi de, o kitabı okudum, bitirdim, bir daha kapağını açmam pişkinliği.
İyi de, senin bir kitap okuma sevdan yüzünden bir adam 9 aylık bebeğinden, bir kadın yuvasından oldu.
Aslında, bütün bunlar laf-ı güzaf.
Çünkü sanatçının, zanaatçının yaptığı işin dışında, 'yaptığından' bize ne?
Ama…
Deniz Uğur'un öldürülen kocası rahmetli İsmail Hakkı Sunat arkadaşımdı.
Arkadaşımın oğlunun annesine 'yaptıklarını' yakıştırabilseydim elbette bu yazıyı yazmazdım.
Kaynak: Yeni Şafak