"Ak Parti'nin ipten kurtulması bakalım ne işe yarayacak?" düşüncesinin sahiplerini sevindiren gelişmeler yaşanacağa benziyor. Kararı 'milât' kabul edersek, ilk günlerin aculcu tepkileri sona erince, Ak Parti çevresi daha sağduyulu yaklaşımlar sergilemeye başladı. Ak Parti'nin varlığına karşı olanlarda da "Kapatmak bir çözümdür" keskinliği, yerini, "Kapatmak gerçekten bir çözüm müydü?" kuşkuculuğuna terk etmeye başladı.
Olumlu gelişmeler bunlar.
Özellikle kamuoyu oluşturanların, kanaat önderlerinin, gazeteleri yönetenler ile köşe yazarlarının da 'yeniden düşünenler kervanı'na katılmaları gerekiyor. "Geçmişte alınan tavırlar sağlıklı mıydı?" ile başlayıp "Birarada yaşamanın zemini nasıl oluşturulabilir?" ile devam eden sorular eşliğinde derin düşünce iklimine girmeye en fazla onlar yakışıyor da ondan...
Dün gazetelere bir de bu gözle baktım. Önceliği de, süreci en başından itibaren etkilemiş, haberleriyle iddianameye malzeme sağlamış, kamuoyunu Ak Parti'nin kapatılması yönünde hareketlendirmiş, Anayasa Mahkemesi kararından muhtemelen en çok üzülen gazete ve yönetmenine vererek... İyi ki öyle yapmışım; Hürriyet yayın yönetmeninin sütunu, tam da bu amaçla kaleme alınmış bir yazıya ayrılmıştı.
Konya'da çöken ve çok sayıda gençkızımızın hayatını alan Kur'an Kursu faciasından hareketle, yeni bir yaklaşım denemesi yapmaya çalışmış yazar. "Daha ilk günden önümüzde bir turnusol kâğıdı var. / Merakla bekliyorum. / Bakalım bu faciayı kavga konusu haline mi getireceğiz, yoksa ortak aklı önümüze koyup, bu sorunu makul bir çözüme doğru mu götüreceğiz?" diye soruyor...
Daha işin başındayken bu yöntemi beğendiğimi ifade edeyim. Kendini başkasının yerine koyarak değerlendirmek (empati) gerçekten ulvi bir yöntemdir. Alışkanlıkları önyargılarla tepki vermek biçiminde oluşmuş insanlar için olağanüstü zor bir yöntemdir bu. Hürriyet yönetmeni alışkanlıklarını yenmeye, kendisini karşısındaki yerine koymaya kararlı görünüyor. Tek başına bu kararlılık bile önemli; hatta sonunda yanlışa düşse bile...
Nitekim alışık olmadığı yöntemi ilk denemesinde pek başarılı olduğu söylenemez. "Meselâ şunu yapabilecek miyiz?" sorusundan sonra kendisine şu soruları yöneltiyor: "Ben ve benim gibi düşünen insanlar, belki de hayatlarında ilk defa, 'Yahu bu Kuran Kurslarını hep eleştiriyoruz ama, acaba oralarda çocuklara neler öğretiliyor? Öğretenler ehil mi? Hangileri ehil? Her imam istediğini istediği gibi mi anlatıyor, yoksa onlar da eğitimden geçiyor mu?' diye merak edip bakacak mıyız?"
Karşısında yer aldıklarının da farklı düşünmelerini bekliyor yazar. "Başbakan Erdoğan ve onun gibi düşünenler" dediği kişilerden beklentisini şöyle belirtiyor: "Yahu biz bu Kuran Kurslarını, din öğretiliyor diye hep destekliyoruz. Acaba orada gerçekten iyi şeyler mi yapılıyor, yoksa isteyen imam kendi kafasına göre istediğini mi yapıyor' deyip, ciddi bir şekilde konuya eğilecek mi?" Yazar, sonunda, "Eğer ortak aklı, makul olanı bu ülkede iktidara getireceksek, yapılması gereken budur" sonucuna varmış...
Herhalde hemen fark ettiniz: Hem kendisine sorduğu, hem de karşısında yer aldıklarından beklediği sorular 'milât öncesi' sorduklarından hiç farklı değil. Kendisi şöyle yaklaşmalıydı konuya: "Konya'da hayatını kaybeden kızların trajedisini onların başlarındaki örtüyü görmezden gelerek nasıl ele alabilirim?" Karşısındakilerden de, trajedinin yaşandığı yer Kur'an Kursu olduğu için olaya özel göz yaşları dökmeden yaklaşmalarını bekleyebilirdi.
Fakat işte görüyorsunuz, sorduğu ve sorulmasını beklediği sorular yine önyargılarını besleyecek yönlerle ilgili...
Olsun, bu tür yeniden düşünmeyi hemen ilk denemede başarıya ulaştırmak zordur. Önemli olan yöntemi denenmeye değer görmektir. İkinci denemenin daha başarılı olacağına eminim.
Kaynak: Yeni Şafak