Yeni Osmanlıcılar Safevicilere karşı

Türkiye'de iktidardaki AKP'ye yöneltilen Osmanlıcılık suçlaması için fazla kanıt aramaya gerek yok. Türkiye şartlarına üstünkörü bir bakış bu suçlamayı özetleyecektir!

AKP üyeleri bunu yalanlasa da, davranışları ve bakış açıları Türkiye'nin laikleşmeden uzakta, Osmanlı devletinin yeni bir nüshasına paralel olacak biçimde yeniden üretilmesi yönündeki titiz çabayı gösteriyor. Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu AKP içindeki Osmanlıcı eğilimin önde gelen 'şahinlerinden' ve partideki ikinci adam Mir Mehmet Dengir Fırat'ın kenara çekilmesinin ardından yıldızı parladı.

Türkiye'de hiç kimse şunu sormuyor: AKP'nin 11 Eylül terör olaylarından bir yıl sonra doğması tesadüf mü? Bu bağlamda şu varsayım yapılabilir: Kaide ve Taliban gibi radikal grupların birçoğu, Soğuk Savaş sırasında komünizmle Afganistan'daki mücadelede Amerikan mutfağının ürünüydü. Bu örgütler kontrolden çıktığında ABD yetkinliğini kaybetti ve Amerikan çıkarlarına zararlı olan radikal 'Afgan yemeği'yle mücadelede 'ılımlı İslamcılık' gibi yeni bir 'yemek' yapmak zorunda kaldı. 

AKP Amerikan projesi!
Burada Amerikan mutfağının AKP adlı ılımlı İslamcı siyasi bir marka çıkarması için Ankara seçildi, Washington Ankara'nın boğazına yapışmak amacıyla bütün şartları ve uygun araçları AKP için hazırladı. Ancak bu durum Kemalist ulusalcıların 80 yıl boyunca ABD tarafından desteklenmediği anlamına da gelmez. Türkiye Kemalistler ve solcu, Kürt ve İslamcı akımlara yönelik darbeleri Washington'ın desteğinden besleniyordu. Hatta Kemalistlerin Washington'ın şımarık çocukları olduğu ve yaklaşık 80 yıl boyunca onun kucağında beslendiği söylenebilir. Fakat yetkilerini zaman geçtikçe kaybettiler ve Amerikan çıkarlarına hizmet edemediler. AKP Ergenekon terör çetesiyle mücadeleye ancak Washington'ın Erdoğan'a yeşil ışık yakmasının ardından cesaret etti.

Türkiye dış sorunların yanı sıra İslam muhitiyle kurduğu sağlıksız ilişkilerle kuşatılmış bir Ortadoğu ülkesi olduğunu geç fark etti. Dolayısıyla Davutoğlu'nun 'sınırlarımızda sıfır sorun' diye özetlediği politikayı uygulamaya çalıştı. Türkiye'den önce bu rolü İran oynamış, Bağdat'ı sağ cebine ve Şam'ı sol cebine koymuştu. Tahran, Kabil'deki Taliban ve Bağdat'taki Saddam rejimlerinden kurtulmak için 'Büyük Şeytan'la bağlantı kanallarını açmaya çalıştı. İran şu an Suriye, Irak, Lübnan, Filistin, Bahreyn ve Yemen'de siyasi, askeri, ekonomik ve mezhepsel bir güç olarak var. Afrika'nın kuzey ve orta bölgesi ülkelerini unutmadan Mısır'ı da gözüne kestirmiş durumda. 

Yöntemleri temelden farklı
İran'ın molla yöneticileri de Şii Safevi-Fars imparatorluğunun şanlı günlerini geri getirmeye çalışan 'yeni Safeviler' oldukları yönündeki suçlamaları yalanlıyor. Fakat Tahran'da iktidardaki Safevi eğilime işaret etmek için fazla kanıt aramaya gerek yok.

Ankara ekonomiye dayanarak ve bölgesel muhitiyle (Ermenistan, Kıbrıs, Bulgaristan, İran, Irak ve Suriye) sorunlarını çözmeye çalışarak Osmanlıcılığı geri getirmeye ve etkinleştirmeye çalışıyor. Bunun yanı sıra Suriye-İsrail çekişmesi, Fetih'le Hamas arasındaki anlaşmazlık, Suriye-Suudi anlaşmazlığı ve Lübnan'ın iç anlaşmazlıkları gibi başkalarının sorunlarını da çözmeye çalışıyor. Tahran'sa şu üç öldürücü silahı işleve koyarak hâkimiyetini derinleştirmeye ve çıkarlarını korumaya çalışıyor: Petrol ve doğal gaz; mezhep silahı, Şiileştirme kampanyaları; yakında elde etmeye çalıştığı nükleer silah.

Maliki de önce İran'dan izin alır
Ankara Tahran'a açılıyor ve Türkiye'nin Arap ve İslam dünyasında karşılaştığı krizlerle sorunların büyük bölümünün arkasında İran'ın bulundu-ğunu bilmeden onunla ilişkileri güçlen- dirmeye çalışıyor. İran'sa Türkiye'de sessizce nüfuz elde etmeye çalışıyor. Acaba Türkler, Suriye'nin Ankara'ya yönelik son açılımını Tahran'ın onayını almadan mı gerçekleştirdiğini mi düşünüyor? Keza Irak Başbakanı Nuri el Maliki de ancak Tahran'dan izin aldıktan sonra Ankara'ya hareket edebilir. Ankara ve diplomasisinin lideri Davutoğlu ekonomik ve askeri anlaşmalarla İran'ın emellerine gem vurabileceklerini sanıyor. Ankara yakında nükleer İran'ın doğuşu haberiyle uyanacağını, bölgedeki bütün Osmanlıcılık çalışmalarının boşa çıkacağını, Ortadoğu'nun nükleer Tahran'la nükleer Tel Aviv arasında kalacağını ve kendisinin seyirci koltuğuna döneceğini hesap etmiyor.

Herkes endişeli, bir Türkler değil
Ankara'nın Tahran'la güçlü ve iyi ilişkiler kurmaya hakkı var, ancak yeni bir nükleer tesisin ortaya çıktığı Kum havzasından nükleer dumanın çıkması Ankara için kötü olur. İlginç ve ürkütücü nokta şu: Nükleer İran'ın doğum sancıları dünyayı endişelendirir ve seferber ederken, Türk politikacılar harekete geçmiyor. Acaba yeni Osmanlıcılar Tahran'daki yeni Safevicilerin bölgedeki Türk çıkarlarına zarar vermeyeceğinden bu derece emin mi? İran komşu ülkelere 'devrim ihracı' ilkesinden vazgeçmiş değil.

Ankara'nın İran'la eski düşmanlık etkenlerini ortadan kaldırmak istemesi doğal, ancak Türkiye, Ortadoğu ve dünya nükleer İran'ın doğumuna hazırlıklı olmalı. Tahran Safevi trenini nükleer yakıtla donattığında, Davutoğlu'nun 'sınırlarımızda sıfır sorun' dehası yarar getirmeyecektir. Böyle bir durumda Türkiye hem oyunu hem de oyuncuları seyreden kalabalıklar içinde olacaktır. Hatta en arka sıralarda da oturabilir... (Radikal'e özel, Suriyeli Kürt yazar)

Kaynak: Radikal