Rusya'nın Gürcistan'daki eylemleri etrafında kopan tartışmaya iki varsayım hakim. Bunlardan biri, Dışişleri Bakanı David Miliband'ın dün Kiev'de tehditvari bir tavırla savunduğu gibi, Moskova'nın, tankları göndererek jeopolitiğin kurallarını değiştirdiği ve Soğuk Savaş sonrası sükunet ve işbirliği dönemini ortadan kaldırdığı fikri. Diğeri ise, imparatorlukların hüküm sürdüğü ve büyük devletlerin nüfuz alanları kavramıyla hareket ettikleri 19. yüzyıl politikalarına geri döndüğümüz iddiası.
Bunların ikisi de anlamsız. Daha doğrusu, siyasetçilerin retoriği canlı tutmaları sayesinde anlam kazanabiliyorlar. İçinde bulunduğumuz, çok büyük bir uluslararası kriz. Kimse bundan şüphe duymamalı. Tepki çekmeden sınırlarınızın ötesine asker gönderemezsiniz. Ve de, ilgili tüm tarafların durumu radikal biçimde yeniden gözden geçirmesine sebep olmadan mevcut nesilin Soğuk Savaş sonrası dönemdeki güç dengesine dair kabullerini alt üst edemezsiniz. Tarih yazıldığında, Gürcistan belirleyici bir moment olacak.
Ama neyin belirleyici momenti? Rusya, eylemleriyle kuralları çiğnedi. Ama, Kosova'nın bağımsızlığını tanıyan ABD, Britanya ve dünyanın geri kalanı da çiğnemişti. Moskova tabiiki de hem fırsatçı hem de sert bir tavırla hareket etti. Ama, Güney Osetya'ya birliklerini göndererek mevcut durumu değiştirmeye çalışan Gürcistan'ın tavrı da farklı değildi. Jeopolitiğin hüküm sürdüğü yepyeni bir dünyaya aniden girivermiş değiliz -daha doğrusu girmemiz gerekmiyor-. Ama, Miliband'ın resmetiği şekliyle, güçlülerin zayıfları silip süpürdüğü 19. yüzyıl dünyası ortamına da geri dönmüş değiliz.
Bir an durup daha geniş bir tarihî perspektiften bakın. Mevcut kriz, sadece, yüz yıldan fazladır devam eden ve daha 16 yıl evvel Gürcistan'da ciddi bir savaşa sebep olmuş olan bir Kafkas etnik mücadelesinin patlaması olarak da yorumlanabilir. Biraz daha ileri gidip, yerel bir güç oyunu olarak görür, durum üzerindeki gücünüz elverdiğince sıçramasına engel olmaya da çalışabilirsiniz. Bir başka seçenek de –ki, Moskova'nın yanı sıra, Washington ve Londra'nın tutumu da böyle- Avrupa'nın bin yıldır gördüğü daha büyük çaplı bir ittifaklar çatışmasında, müttefik arayışında olan güçlerin karşı karşıya gelmesi haline getirmek. Başka bir deyişle, ya, Miliband'ın gönüllü göründüğü ve Moskova'nın istemeyebileceği (henüz bilmiyoruz) gibi, Ukrayna'yı kumda çizginin çizildiği bir sonraki nokta yaparsınız, ya da bambaşka bir konu olarak değerlendirip ayrı tutarsınız. Bunlar tercih, kaçınılamaz değil.
Durumu zaptedebilseniz bile - sonuçta, Rusya ve bir kaç yakın müttefiği dışında, Güney Osetya'yı kim tanıyacak ki -, dünya, daha doğrusu Batı dünyası, kriz sonrasında açıkça değişti. Bu kriz, her şeyden önce, bölgesel politikaların geri dönüşünün habercisi. Bu, Dick Cheney ve Ronald Rumsfeld'in ilan ettiği, Amerika'nın üstünlüğüne ve tek hipergüç olmasına dayanan "tüm dünyanın etki alanı olması" felsefesinin hüküm sürdüğü Bush döneminden ciddi şekilde uzaklaşıldığı anlamına geliyor. Irak işgal edilmiş, terörle savaşmak adına tüm dünyada ABD üsleri kurulmuş, NATO ve AB genişlemiş. Bunların hepsi, yeni bir dünya düzeninin kurulmakta olduğu varsayımıyla yapılmıştı. Oysa ki böyle bir şey yok. Bu, Gürcistan'dan evvel, Çin ve Hindistan'ın yükselişe geçmesi ve Irak'ın işgalindeki başarısızlıklarla ortaya çıkmıştı. Önemli olan bölgesel oyuncular: Avrupa'da AB ve Rusya, Orta Doğu'da İran ve zengin Arap devletleri, Asya'da Çin, Latin Amarika'da Brezilya ve Venezuela.
ABD'nin etkisi tabii ki var. Askerleri ve tecrübesine güvenerek ağırlığının çok üstünde güç iddia eden Britanya onun arkasından gidebilir. Ama bölgesel aktörlerin çıkarlarını ve hırslarını hesaba katmayan hiç bir anlaşma hayata geçemez. Bu da, Berlin Duvarı'nın çöküşünden beri tanık olduğumuzdan bir hayli farklı bir politika gerektiriyor. Başlangıç olarak, her vakayı kendine özgü olarak değerlendirmek gerekiyor, ki bu tam da, mevcut durumda, Kafkaslar konusunda yapmadığımız şey.
Aynı zamanda uluslararası örgütleri de dikkate almak zorundasınız. Oysa tüm taraflar, bunun tersine, BM'nin, sadece kendilerine destek olmak için müdahale etmesini istiyorlar. En son ve hepsinden önemli olan, herhangi bir verili durumda, kendi çıkarlarınızı ve kendi gücünüzün sınırlarını net bir şekilde tanımlamanız.
Bunlar, geçtiğimiz iki yüzyıl boyunca, dışişleri bakanlarının farkında olduğu gerçekliklerdi. Ama en son halefleri pek anlamamış gibi.
Kaynak: Zaman