Yıl 1994, Tansu Çiller Başbakan. Büyük bir ekonomik krizin içinde Türkiye kıvranıyor. Bir gün, nereye gidiyoruz sorusunu tartışmak için Sakıp Sabancı'nın kapısını çaldık.
Rahmetli Sabancı demişti ki:
"Ağalar, bir gökdelenin tepesinden düştük aşağı, tepetaklak iniyoruz. Ama daha başımıza neler geleceğinin henüz farkında değiliz."
Sakıp Bey'in bu sözüne bu yakınlarda Amerikalı bir meslektaşımın, Thomas Friedman'ın New York Times'daki köşesinde rastladım.
Şöyle diyordu:
"80 katlı bir gökdelenin tepesinden aşağı düştüğünü farzet bir an. Öyle olabilir ki, 79 katı geçinceye kadar uçtuğunu da zannedebilirsin."
Böyle bir ruh hali yaygın.
Ekonomik krizi iliklerine kadar yaşayanlarda, "Daha dibe vurmadık!" hissi ya da fikri geçerliğini halen koruyor.
Bir başka deyişle:
Derinliği, süresi ve sonuçları henüz tam kestirilemiyor krizin. Evet, ekonomiler yavaşlayacak, duracak. Evet, ticaret daralacak. Evet, krediler kıtlaşacak, maliyetleri artacak. Evet, işsizlik büyüyecek, yoksulluk yaygınlaşacak.
Bunlar malum.
Büyük krizin süresi bilinmese de, ekonomik ve sosyal maliyeti genel olarak kestiriliyor.
Ama daha bir bilinmeyen var:
Krizin siyasal bedeli ne olacak?
Almanların liberal Die Zeit gazetesi geçen haftaki sayısında birinci sayfa manşetini şöyle atmıştı:
"Yeni dünya düzeni!"
Alt başlığı da şöyleydi:
"Batı, daha şimdiden gücünün bir bölümünü kaybetti. Bu yeni kriz durumu fırsat olabilir; dünyada açlıkla mücadele, çevre ve iklim sorunu ve de barış konularında yeni bir şans kapısı açılabilir. Barrack Obama'nın Başkanlığına da bu açılardan neden umut bağlanmasın ki?.."
İyimser bir bakış açısı tabii.
Tam tersini düşünenler de var.
Krizin gitgide derinleşerek yol açacağı siyasal çöküntülerle, 1930'lara benzer totaliter ya da baskıcı rejimlerin dünyada gündeme gelebileceğini söyleyen, yani demokrasilerde bundan böyle geriye dönüşlerin yaşanabileceğini öngören 'felaket tellalları'na da rastlanıyor.
Dedikleri inşallah çıkmaz.
Ancak şu günlerde en çok tartışılan konuların başında hiç kuşkusuz 'Kapitalizmin geleceği' var.
Kapitalizm ya da 'pazar ekonomisi'nden umudunu kesenlerin sayısı bu krizle birlikte artış kaydetmiş olsa da, bu kesim henüz azınlıkta.
Çoğunluğu oluşturanlara gelince...
İki noktada anlaşmış durumdalar:
(1) Kapitalizmin bugünkü haliyle artık devam edemeyeceği...
(2) Kapitalizmin devlet eliyle kurtarılmasından başka çare kalmadığı...
Financial Times'dan bir başyazı(14 Ekim) başlığı:
"Pazar ekonomisini kurtarmak için devletleştir!"
New York Times'dan bir başyazı(27 Ekim) başlığı:
"Amerikan modeli kapitalizme yeni bir düzen..."
Başyazıdan bir cümle:
"Amerikan kapitalizminin can damarı olan mali sektörün önemli bir bölümüne devlet tarafından el konuldu."
Guardian'ın manşet haberi(28 Ekim):
"İngiliz Merkez Bankası, böylesine büyük bir krizin tekrarını önlemek için küresel bankacılık sisteminde yapısal bir reforma gidilmesini savunuyor. Başbakan Gordon Brown, ekonomiyi yeniden harekete geçirmek için 'Devletin yatırım yapması'ndan başka bir çare olmadığını söyledi."
Kısacası:
Otuz yıl önceki 'Reagan-Thatcher devrimi'yle pazar ekonomisinde "Devlet uzak dursun, gölge etmesin yeter!" dönemi kapanıyor.
Kıta Avrupası'nın 'sosyal pazar ekonomisi' modelinin yeniden konuşulduğu, rağbet gördüğü bir kapı aralanıyor. "Kontrolsüz kapitalizm kendi kendini yiyebilir!" diyen Marks'ın haklılığı konusunda yazılar da çoğalıyor.
Bütün bunların altında toplandığı bir başlık da şu:
Yeni devletçilik!
Bu olguya dikkat çekenler, bir yandan kapitalizmin, pazar ekonomisinin aşırılıklarının giderilmesini, yeni denetim mekanizmalarıyla 'kapitalizmin yenilenmesi'ni savunurken, aynı zamanda bir başka aşırı uca savrulmanın tehlikesine işaret ediyorlar.
Bu uyarıyı yapanların arasında Fransa'nın, devlet harcamaları şimdiden milli gelirinin yüzde 54'üne ulaşmış olan bir ülkenin Cumhurbaşkanı Sarkozy de var:
Diyor ki:
"Suç, kapitalizmin kendisinde değil, aşırılıklarındadır; kapitalizmi bu aşırılıklarından kurtararak tedavi etmeliyiz." (J. Thornhill, Statism and laisser faire, Financial Times, 25-26 Ekim sayısı, s.7).
Kısacası:
Krizden ancak 'devlet eli'yle çıkılacağı, 'pazar ekonomisi'nin başka türlü kurtulamayacağı genel kabul görüyor.
Ancak bu konuda, 'devlet eli' ekonomiye çok fazla girerse, sonu nasıl gelir, örneğin 'demokrasi'ye ne olur kaygısı da gündeme getiriliyor.
İlginç bir dönem...
Hakikaten, bindik bir alâmete gidiyoruz kıyamete mi?..
Kaynak: Milliyet