Hava tersine dönüyor. "Yeni bir başlangıç lâzım" hükmünü veren Baykal, "...güven uyandıran, sözde kalmayan bir adım atılırsa üzerime düşeni yaparım." taahhüdünde bulunuyor.
İddianame ile gelişen olayların dışında, yeni bir yol arayışı bu. Pazarlığa açık. Neyin pazarlığı? Demokrasinin sınır çizgisinin ötesine geçmeyen siyasî hesapların pazarlığı olsa gerek.
Merkez Medya grubu, tereddütler yaşadıktan sonra, "yargı darbesi"nin karşısında saf tutmaya başladı. Milliyet'in Genel Yayın Müdürü Sedat Ergin'in NTV'de söylediği "AK Parti'nin kapatılmasını önlemek lâzım" sözü, önemli bir işaret. Ergin, Türkiye'nin bir milim altına düşmemesi gereken çıtayı, demokrasi olarak önümüze koyuyor. Kapatılma davası boyunca havayı bulandıracak olan irticaî tırmanış, Hürriyet ve Milliyet gazetelerindeki irtica haberlerinden ibaret olacağı için, bu tavır çok önemli.
Yargıtay Başsavcısı'nın iddianamesinden sonra çok önemli bulduğum bir hususu sıklıkla tekrarladım: Karşımızda duran sorun AK Parti'nin kapatılmasından önce kapatma davası süreci. Yaklaşık bir yılımızı alacak bu süreci, iktidarı, muhalefeti ile, bütün toplum kesimlerinin doğru yönetmesi ve bizi bekleyen tehlikeleri bertaraf etmesi öncelikli sorun. Daha başında AK Parti'nin kapatılmasına karşı çıkanların oluşturduğu blok, bu sürecin iyi yönetileceğini gösteriyor. Hava kapatma aleyhinde. Başbakan da, iklim şartlarını doğru okuyor. Muhtemelen, aklından geçen bir çok sözü dilin dokuz boğumu içinde tutuyor ve yumuşayan havaya katkıda bulunuyor. Her kanat savaş baltalarını gömdükleri yerden çıkarmaya hazırlanırken göz göze geliyorlar; ve uzlaşıp savaşmaktan vazgeçiyorlar.
Yargı darbesi yalıtılıyor, etkisizleştiriliyor. Hem de bir karşı darbe olmadan. Demokrasinin çoğul aklının zengin çareleri arasında, bu darbenin akim kalacağı anlaşılıyor. Çoğulcu toplum içinde AK Parti'nin karşıtları ile darbe yapmakta kararlı yargı arasındaki açı giderek genişliyor. Yargı, AK Parti'yi kapatmak üzere yola çıkarken; Merkez Medya veya CHP gibi aktörler "hizaya çekme"yi tercih ediyorlar. Yargı darbesinin tehdidi altında AK Parti uzlaşma masasına oturtuluyor.
"Hizaya çekme"yi tercih edenlerin hareket noktası şu: Şayet bir askerî dikta yönetimini göze alamıyorsanız, AK Parti'nin tek alternatifi yine kendisi. Demokrasi içinde çözüm arayanların başka şansı yok. AK Parti'nin bugün seçim kararı alınsa, % 60'a varan bir oyla geri geleceğine herkes inanıyor. AK Parti'nin kapatılmasını engelleyecek bir anayasa değişikliğinin referandumdan % 80'e varan bir destek alacağı görülüyor. Bu durum, halkla işi olan her aktörün marjinalleşmesi demek.
Havayı değiştiren CHP'nin ve Merkez Medya'nın AK Parti'den talebi, kendisinden endişe eden kesimlerin rahatlatılması olacak. Somut olarak, başörtüsünün önünü açan anayasa değişikliğinden geri adım atılması talebi ilk sırayı alacak. Ancak bu talebin paradoksal bir tarafı var. Toplumda, CHP'ye oy verenler nispetinde AK Parti iktidarından korkuya kapılmış bir vatandaş kesiminin mevcut olduğu doğru. Ama bu korkunun arkasında AK Parti hükümetinin icraatından önce, CHP'nin bu korkuları kışkırtan medyanın da pazarlayan payını ihmal etmemek lâzım. Uzlaşma olacaksa, bu korkuları gidermenin sorumluluğu tek başına AK Parti'ye ait olmayacak. Sonuç ortada: AK Parti'nin üstlendiği yükü üzerine alıp, Türkiye'yi taşımaya kimsenin niyeti yok.
Sistemin işlemesi lâzım. Sistemin işlemesinin ne kadar önemli olduğunu anlamak için, ekonomideki felaket senaryolarının yanına daha somut sorunları da yerleştirebiliriz. Dink cinayetinde kusuru olduğu iddia edilen Jandarma Albayı ve dört görevlinin TBMM'nin davetine uymaması, hukuk devletinde bir skandal değil mi? AK Parti'nin kapatılma davası olmasaydı, böyle bir şey mümkün olabilir miydi?
Yeni bir başlangıç gerekli. Kazanan tarafın ağır kayıplar yüzünden istediğini elde edemeyeceği bir savaşa girmek ve bir "Pirüs Zaferi" kazanmak kimseye yaramayacak. Uzlaşmanın çerçevesi ise belli: Demokrasi ve hukuk.
Kaynak: Zaman