Yaşamanın meşruiyeti

Yeryüzü yıkıcı gücün tasallutu altında deveran ediyor. Yapıp ettiklerini izaha ihtiyaç duymayan bu zihniyetin karakterini oluşturan etken; güçtür. Hukuku ezen güç. Kurgusunun tamamını bu yönde kullanan ve yeryüzünün nimetlerini silaha dönüştüren anlayış, kainata  bıçak gibi saplanmış durumda.

Fiziki görünürlüğünün bir sembolünü nükleer silahlarla ortaya koyan ve insanı taş ve toprak derekesine indiren tutum, tüm meşruiyetini yitirmiş durumda.

Kardeşlik duygusu içinde, tabiatla ilişki kurmak yerine, adeta bir işkenceci eylemleriyle toprağı, suyu ve havayı kullanan zihin, ilelebet yaşayamaz. Tabiat bu ezaya uzun süre katlanamaz

Medeniyetlerin kalitesi,  öncelikle, insana verdikleri önemle değerlendirilmeye alınır. İnsana verilen önem, özünde adalet ve merhametten ve ilişki bazında hukuktan anlaşılır.

Aç kalacağı korkusuyla, gelecek kaygısıyla dünyanın her yerini tahakküm altına almaya çalışan ve orada yaşayan insanların  hukukunu çiğneyip rızklarına el atan, karşı koyanları terörist yaftasıyla öldüren güç, zulmün zirvesine ulaşmıştır.

Aynı zamanda pervasız bu güç çok zayıftır.

Yaratıcı'nın kendi hizmetine verdiği kainata ve insana savaş açarak meşruiyetini yitirmiştir. Zayıflığı buradan; emanete hıyanetten kaynaklanıyor.

Varlığın sahibi, onun nasıl kullanılacağını bildirmişken, mülkün amaç dışı kullanılması "kiracı"yı gayri meşru kılar.

Zulümle abat olunmaz!

Medeniyetlerin ömrü insan ömrü ile denk değil.

Ancak şurası açık ki, Batı Medeniyeti "yok oluş" burcuna girmiştir.

Allah'a (cc) meydan okuyan, onun rızasını hiçe sayıp çiğneyen, bozgunculuğun mimarı olduğu gibi, kendi sonunu da hazırlamıştır.

İslam aleminin dağınıklığı, çaresizliğine rağmen, meşruiyeti oluşturma potansiyeline sahiptir. Temel ilke olarak, "zalime  meyletmeme" emrine sıkıca sarılıp, göz kamaştıran hazzı kurgulayan şeytansı güçle arasındaki kalbi bağı koparması gerekmektedir.

Asıl tenakuzu oluşturan, kendi zenginliğinin farkında olmayıştır. Bu nedenle de zulme sirayet edecek ateşe müşteri olmak için, farkında olmadan, adeta can atar tutum içindedir.

Rabbi'nin muhkem bilgisine sahip olmak, insanı borçlu kılar.

Kendine, topluma; geleceğe ve tüm insanlığa...

Yeryüzünde elinde Kur'an tek bir Müslüman kalsa bile, bütün gücüyle tezahür eden bugünkü şeytanı düzenden üstündür.

Çünkü meşruiyeti temsil ediyor.

Çünkü Mülkün sahibine uygun kiracı olmayı benimsiyor.

Çünkü varlığın hizmetlerine karşı şükrünü Rabbi'ne sürdürüyor.

Her sabah yeni bir hayretle uyanıyor ve sorumluluğunu hatırlıyor. Her insanı önemli buluyor.

Çıkmazda olanlara, yol gösterme vazifesinin olduğunu biliyor.

Kısaca haddini aşmıyor!

İnsan haddini aştığında kendini tanrı görür.

Oysa bu durumda, izanı, insafı terk etmiş ve hayvanlardan daha aşağı bir konuma inmiştir.

Yapamadıklarına bakıp, bahşedilen nimeti göremeyen, bahşedileni kendinin gibi sahiplenip, maddenin işlenmesiyle ortaya çıkan ürünlere sarılıp kendine tapar hale gelir.

Aklını, kalbini Kur'an'a teslim eden, meşruiyetini kazanır ve selim bir kalp temiz bir akıl elde etmiş olur.

Temiz akıl, selim bir kalp günahsız olmak değil, kulluk bilincine ulaşmaktır.

Kulluk bilinci emek ister.

Öğrenmek, tefekkür etmek, salih eylem içinde ve sürekli niyazda olmak...

Hayatı itidale; "korku ve ümit"e taşımak...

İblis'in Mevla nazarındaki gücü hiçtir. Ancak onun dayanağı, yine Allah'tan (cc) aldığı mühlette yatmaktadır.

Günümüzün tahakkümcü gücün durumda aynıdır.

Meşru olan, iradesini kuşanamadığı için kendini zayıf hissediyor ve haddi aşana hayranlık duyuyor, onunla iyi geçinmeyi, şahsiyetsiz kalma pahasına sürdürüyor.

Varlığa silah çekenin cephesinden ayrılamıyor; dolayısıyla aynı ateşin müşterisi oluyor.