Anayasa Mahkemesi'nin 1 Mayıs tarihli kararı ile cumhurbaşkanı seçim sürecinin çıkmaza girmesi üzerine, iktidar partisi bir anayasa değişikliği paketini gerçekleştirme girişiminde bulundu.
Paketin konumuz açısından en çok önem taşıyan unsuru, cumhurbaşkanının halk tarafından ve en çok iki defa seçilmesi yönünde Anayasa'nın 101 ve 102'nci maddelerinde önerilen değişikliktir.
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, 1982 Anayasası, klâsik parlamenter rejimden saparak, siyasî ve cezaî bakımdan sorumsuz olan cumhurbaşkanına yasama, yürütme ve yargı alanlarında geniş yetkiler vermiştir.
Bununla, yetki ve sorumluluğun paralel olmasını gerektiren temel kamu hukuku kuralından da ciddî ölçüde sapılmıştır.
Önerilen değişiklik benimsendiği takdirde sorumsuz cumhurbaşkanının halen mevcut geniş yetkilerine, doğrudan doğruya halkoyundan çıkmasının getireceği demokratik meşruluk da eklenecektir.
Bu durumda, yetkilerinde hiçbir değişiklik olmasa dahi, cumhurbaşkanının sistemin hâkim unsuru haline geleceği, en azından yürütme organının iki başlı niteliğinin daha da güçleneceği açıktır.
Böyle bir değişiklikle sistemin, tam anlamıyla bir yarı-başkanlık sistemi haline gelip gelmeyeceği tartışmalıdır. Prototipini Beşinci Fransa Cumhuriyeti'nin oluşturduğu yarı-başkanlık sisteminde cumhurbaşkanının, 1982 Anayasası'nda bulunanların ötesinde bazı önemli yetkilerinin olduğu bir gerçektir.
Meselâ Fransa Cumhurbaşkanı, Millet Meclisi'ni şartsız olarak feshederek yeni seçimlere gitme ve olağanüstü halin gerektirdiği tüm tedbirleri tek başına alma yetkilerini haizdir. Öte yandan, yarı-başkanlık sisteminin gereği olarak, Millet Meclisi'ne karşı sorumlu bir hükümet mevcuttur.
Yürütmenin içindeki bu iki-başlılık, yarı-başkanlık sisteminin en önemli sakıncasını oluşturmaktadır. Özellikle, cumhurbaşkanı ile Millet Meclisi çoğunluğunun ve onun güvenine dayanmak zorunda olan hükûmetin ayrı parti veya partilere mensup olmaları halinde, ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların ve tıkanmaların çözülmesi güçtür.
Böyle bir durumda cumhurbaşkanının Millet Meclisi'ni feshedebileceği düşünülebilirse de, yenilenen seçimler benzer bir parlâmento tablosu ortaya çıkardığı takdirde, yapılabilecek bir şey yoktur.
Tıkanıklığı aşmanın yolu mümkün...
1982 Anayasası'nda önerilen değişiklik tam bir yarı-başkanlık sistemi yaratmayı amaçlamasa bile, bunun yürütmedeki iki-başlılığı daha belirgin hale getireceği kuşkusuzdur.
Bugünkü parlâmenter düzende bile, cumhurbaşkanı ile hükûmet arasında ciddî uyuşmazlıklar doğabileceği ve bunun devlet hayatında aksamalara yol açabileceği, merhum Özal ve sayın Sezer'in cumhurbaşkanlığı dönemlerinde yaşanan olaylarla kanıtlanmaktadır.
Halkça seçilen bir cumhurbaşkanı, muhakkak ki, mevcut yetkilerini çok daha güçlü bir demokratik meşruluk duygusu ile kullanacaktır.
Aslında iktidar çevrelerinin de bu sorunun farkında olduklarını gösteren işaretler mevcuttur. Sayın Abdullah Gül, Sayın Hasan Cemal'le görüşmesinde, "böyle bir anayasa değişikliğine gidilirken, cumhurbaşkanının yetkilerinin azaltılması, hükûmetin yetkilerinin artırılarak parlâmenter sistemin ruhuna uygun bir adım atılmasının da gündeme gelebileceğini" belirtmiştir. (Hasan Cemal, "Gül'e göre tarihî hata," Milliyet, 3 Mayıs 2007; aynı yönde Taha Akyol, "İki iyi haber," Milliyet, 4 Mayıs 2007). Ancak bu takdirde de, yetkileri sembolik ve temsilî düzeye indirilmiş bir cumhurbaşkanını halka seçtirmenin mantığının ne olacağı sorulabilir.
Cumhurbaşkanı gerçek anlamda politika üreten bir kişi olmayacağına göre, nasıl bir platformla halkın önüne çıkıp oy isteyecektir? Seçim kampanyası zorunlu olarak bir siyasal partinin veya partiler blokunun desteğini gerektireceğine göre, bu nasıl onun tarafsız ve temsilî hüviyeti ile bağdaşacaktır?
Cumhurbaşkanının iki defa seçilebilmesi mümkün olacağına göre, kendisi ikinci bir dönem için aday olduğunda, hangi performansına dayanarak halktan oy isteyecektir?
Nihayet, cumhurbaşkanlığı sembolik ve esas itibarıyla yetkisiz bir makam haline getirilecekse, onun parlâmento tarafından seçilmesinin ne mahzuru olacaktır?
Böyle bir makamın ciddî siyasal rekabetleri tahrik edecek bir niteliği olmayacağına göre, son günlerde yaşanan türde bir tıkanmanın tekrarlanması ihtimali uzak görünmektedir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi kararının seçim sürecinde ciddî ve ilerde de tekrarlanması muhtemel bir kilitlenmeye yol açtığında kuşku yoktur. Ancak bu kilidi açmanın tek ve en isabetli yolu, cumhurbaşkanını halka seçtirmek değildir.
TBMM'ye sunulan Anayasa değişikliği teklifinde 96'ncı maddeye ilişkin olarak şöyle bir formül önerilmektedir: "Türkiye Büyük Millet Meclisi, tüm toplantı ve yapacağı seçimlerde üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasa'da başkaca bir hüküm yoksa toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verir; ancak karar yeter sayısı hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından az olamaz." Cumhurbaşkanının halkça seçilmesinden çok daha az ihtilâflı olan, dolayısıyla TBMM'ce kabul edilme şansı daha fazla görünen bu önerinin kanunlaşması, önümüzdeki krizin çözülmesi için yeterlidir.
Aslında, gerek parlâmenter rejim, gerek başkanlık veya yarı-başkanlık sistemleri demokratik alternatiflerdir.
Bunlardan birinin diğerlerine oranla daha demokratik veya daha az demokratik olduğu ileri sürülemez. Ancak her birinin kendisine özgü avantajları ve dezavantajları vardır.
Her ülkenin, kendi özel şartlarını, tarihsel geleneklerini, siyasal kültür özelliklerini göz önünde tutarak, bir tercih yapabileceği açıktır. Ancak yapılmaması gereken, böyle köklü bir sistem değişikliğinin, artıları ve eksileri iyi hesaplanmadan, derinlemesine tartışılmadan acele ile gerçekleştirilmeye çalışılmasıdır.
Bizim tercihimiz, yasama ile yürütme arasında uyuşmazlığa yol açmaması bakımından en mantıklı sistem olan ve Türkiye'nin tarihsel geleneklerine uygun bulunan parlâmenter rejimdir.
Önümüzdeki yasama döneminde ele alınması uygun olacak bir anayasa değişikliğinin, parlâmenter rejimden uzaklaştırıcı değil, onu bütün gerekleri ile güçlendirici nitelikte olmasını temenni ederim.