ANAYASA Mahkemesi'nin, Kürt meselesini de yakından ilgilendiren fevkalade önemli bir gerekçeli kararı dün Resmi Gazete'de yayımlandı. (Karar No: 2008/1)
Bu karar anayasal yargı tarihimizde kesinlikle bir dönüm noktasıdır, yeni bir içtihattır: Parti kapatmayı daha da zorlaştıran, demokrasiye daha güçlü vurgu yapan bir içtihat.
Konu Melik Fırat'ın Hak-Par adlı partisinin kapatılması için Başsavcı'nın açtığı dava... Hak-Par, "Türkler ve Kürtler"den oluşacak bir federasyonu amaçladığını açıkça tüzük ve programında yazan bir parti.
Başsavcı, Anayasa ve yasalardaki "devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü" ve cumhuriyetin "üniter" niteliğine aykırılık sebebiyle kapatma davası açmış. Yargılama sonunda mahkemenin 5 üyesi "kapatılmasın" diyor, 6 üye "kapatılsın" diyor, ona göre gerekçeler yazıyorlar ama kapatma oyları 7'ye ulaşmadığı için kapatma davası reddediliyor. Olay bu.
Önce demokrasi!
1999 yılında Şerafettin Elçi'nin federatif yönetimi savunan DKP adlı partisi Anayasa Mahkemesi'nce kapatılmış fakat Mahkeme Başkanı Ahmet Necdet Sezer dahil beş üye, "üniter devlet" ilkesine aykırılık görmemiş, "Parti kapatılmasın" diye oy kullanmıştı. (K: 1999/1)
Hak-Par'la ilgili karar ise, "Parti kapatılmasın" görüşünü hukuken daha da güçlendiren bir içtihat değerindedir:
- Evvela kararda parti kapatmanın demokrasiye uygun olmadığı, ancak 'yakın tehlike' halinde düşünülebilecek istisnai bir işlem olabileceği anlatılıyor, demokrasilerde "öncelikle demokratik rejimin sağlıklı bir biçimde yaşamasının amaçlandığı" vurgulanıyor.
Bu 'öncelik' vurgusu önemli bir içtihattır.
- Kararda partinin "amaçlarını gerçekleştirmek için anayasa dışı bir yöntemi uygulayacağına ilişkin herhangi bir kanıt bulunmadığı" belirtiliyor.
Şiddete başvurmama kıstasının bu kadar netleştirilmesi de önemli bir içtihattır.
- Kararda, bir partinin söylemleri, söz ve beyanları "Demokratik yaşam için doğrudan açık ve yakın tehlike oluşturmuyorsa, ifade özgürlüğü kapsamındandır" deniliyor.
Burada 'söylem' ve 'eylem' ayrımı yapılması ve 'demokratik yaşam için açık ve yakın tehlike' kıstasının getirilmesi de önemli bir içtihattır.
Niçin dönüm noktası?
Yukarıda çok kısaca özetlediğim gerekçeler gösteriyor ki, anayasal yargı tarihimizde klasik "koruma kollama" düşüncesinden artık "öncelikle demokratik rejimin sağlıklı işlemesi" düşüncesine doğru bir gelişim yaşanıyor. Onun için dönüm noktası diyorum.
Bu açılım AKP davasını nasıl etkiler?! Bir hukukçu olarak ancak 'bekleyip göreceğiz' diyebilirim.
Ama şunu söylemeliyim: Türkiye seksen yılda şiddetli yasaklarla bu sorunu çözememiş, hatta en kanlı etnik milliyetçilik Türkiye'de patlak vermiş ve taban bulabilmiştir!
Şimdi, dünyadaki 'deney'lere de bakarak, Türkiye demokratik siyasal katılmayı geliştirmek suretiyle zaman içinde etnik milliyetçiliği yumuşatarak bu sorunu 'yönetilebilir' düzeye indirme formülünü tercih ediyor.
Laikliğe gelince... Bu konuda soru şudur: Yasakçı ve dışlayıcı bir laiklik mi, demokratik bir laiklik mi bugünkü toplumu daha kolay kapsayabilir? Yine dünya ve Türkiye tecrübeleri gösteriyor ki, laik sisteme 'katılım'ın daha da güçlenmesi "öncelikle demokratik rejimin sağlıklı işlemesi" ile gerçekleşir.
Kaynak: Milliyet