Milliyet gazetesinin genel yayın yönetmeni arkadaşım Sedat Ergin'le Radikal'daki odamda 'hoş geldin' ziyareti sırasında kısa bir sohbet yaptık. Sedat, Milliyet gazetesinde Devrim Sevimay'ın eski AİHM yargıcı Rıza Türmen'le söyleşisindeki "yeni sözleşme lazım" değerlendirmesine dikkat çekti.
Taha Akyol ve Can Dündar da Milliyet'teki köşelerinde Rıza Türmen'in AKP hakkındaki kapatma davasına ilişkin değerlendirmelerini ele almışlar ve kapatmanın demokraside delik açacağı uyarısını aktarmışlardı.
Rıza Türmen'in değerlendirmeleri arasında benim ilgimi de hâkimlerin elinin güçlenmesine ilişkin saptaması çekti: Avrupa'da giderek hâkimlerin eli kuvvetleniyor. Niye? Çünkü milli hâkimler giderek uluslararası normları kendi ülkelerinde uygulayan kişiler oluyor. Hukuk sistemleri arasında giderek iç bükey bir uyumlaşma var. Bu durum ulusal yargı organlarının elini yasama organlarına karşı daha güçlü hale getiriyor. Yani o denge giderek daha fazla yargı organları lehine dönüyor
***
"Hâkimlerin eli kuvvetleniyor" diyor Türmen ve sonra neden kuvvetlendiğini şöyle saptıyor: "Çünkü hâkimler giderek uluslar arası normları kendi ülkelerinde uygulayan kişiler oluyor." Yani onları kuvvetlendiren gelişme 'uluslararası ölçüler'in taşıyıcılığını yapmaları.
Bizim yargıçlarımızın, savcılarımızın sorunu da burada başlıyor.
Ülkemizdeki yargıçlar ve savcılar büyük çoğunlukla, yönelimlerini ve mesleki referanslarını ne yazık ki 'uluslararası normlar'dan almak yerine yerel otoriterleşme anlayışından alıyorlar. Yakın tarihimiz askeri darbeler ve demokrasiden pek de nasibini almamış iktidarlar tarafından belirlendiği için yargıçlarımız ve savcılarımız da bu sürecin parçası oldular.
Hukuku demokrasinin güçlenmesi için de kullanabilirsiniz, otoriter bir amaçla da. Örneğin Türk Ceza Kanunu'ndaki 301. madde nedeniyle açılan davalara bakın ne demek istediğimi anlayabilirsiniz. Yargıçların büyük çoğunluğu 'düşünce özgürlüğü' derdi içinde hareket etmediler. 'Devletin bütünlüğüne zarar vereceği'ni düşündükleri fikirleri, anlayışları mahkûm etmeyi mesleki bir alışkanlık olarak sürdürdüler.
Parti kapatma davalarında da benzer bir yoldan yüründü. Onları 'otoriter devlet' mantığı yönlendirdi. Rıza Türmen söyleşisi sırasında bir başka gerçeğe daha dikkat çekiyordu: Mahkeme'nin (Anayasa Mahkemesini kastediyor) 9 kapatma kararı AİHM'nin önüne geldi ve bunlardan 8'i yanlış bulundu, ama bu hiçbir zaman bir prestij konusu olmadı. Çünkü bu gerçekten de bir prestij değil, bir bakış açısı ve hukuk meselesidir.
Siyasette de, toplumsal olaylarda da çözüm ve uzlaşma için temel önşart hukuktur. Anlaşmazlık çıktığında herkesin güvenerek başvurabileceği yer hukuk olmalıdır. Hukukçular olmalıdır.
Yargıçların siyaseti olumlu yönde etkileyecek yetkinliğe ulaşmaları, Türmen'in sözünü ettiği yararlı gerilimi yaratabilmeleri için evrensel ölçülere uyması, evrensel ölçüleri ülkemiz hukukuna taşıyacak bir yönelime girmesi gerekiyor.
***
Savcıların açtıkları birçok siyasi davanın, mahkemelerin bu tür davalarda verdiği birçok kararın evrensel ölçülere uymadığını biliyoruz. AİHM kararları da bu duruma tanıklık ediyor.
Türkiye'deki sorun bizim hukukçularımızdaki yerelleşme eğilimi. Son yıllarda bu eğilimin giderek güçlendiğine tanık oluyoruz. Böyle olduğu içindir ki, siyasetle hukukçular arasındaki gerilim ülkemizde tersten işliyor. Bu gerilim Türmen'in Avrupa örneğinde söylediği gibi bir yarar sağlamak yerine demokrasinin olgunlaşmasını zaafa uğratıyor.
Bu 'gerilimin' yararlı olabilmesi için yargı dünyamızda ciddi bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç olduğu bir gerçek.
'Evrensel hukuk' kuralları, yargıçlar tarafından benimsense, bu benimseme kararlara yansısa, demokratik hukuk devleti hedefimiz açısından önemli bir yol kat etmiş olacağız.
Kaynak: Radikal