Yargı Türkiye'yi durdurmasın

 

Seçimler sonrasında "siyasi istikrar yeniden sağlandı, şimdi gündem reformlara ve AB üyelik müzakere sürecini hızlandırmaya çevrilecek" diye umutla beklerken kapatma davaları geldi. Türkiye'nin istikrarı böyle sağlanamaz.

Türkiye'mizde son bir yıl siyaset açısından gerçekten fırtınalı ve zor bir yıl olarak geçmiş olup, halen devam etmekte olan bu süreçte ekonomi doğal olarak ikinci plana ge-rilemiştir. Şöyle bir düşünecek olursak, Anayasa'ya göre 1 ayda tamamlanması gereken Cumhurbaşkanlığı seçimleri ancak 5 ayda sonuçlandırılabilmiş, parlamento seçimleri erken genel seçimler şeklinde yapılmak durumunda kalmış, Anayasa değişiklikleri önce Meclis'te sonra halk oyu - referandum yoluyla tamamlanmış, Güneydoğu bölgemize yönelik terör saldırılarının artması karşısında hükümetin kararlı ve başarılı siyasi ve diplomatik çabaları ve TSK'nın başarılı hava ve kara harekatları olumlu sonuçlar vermiştir.
Bu yoğun siyasi gündem altında 2007 yılı ekonomi açısından bir yavaşlama ve idare etme yılı olarak geçmiştir. Büyüme, enflasyon oranı ve cari açık açısından çok da iyimser bir performans gerçekleşemedi. Yine de, makro ekonomideki göstergelerin artıda kalmasını iyimser değerlendirebiliriz. İhracatın rekorlar kırarak bugün yıllık 114 milyar dolara ulaşması, enflas-yonun üst üste 3 yıldır tek haneli rakamda kalması ve ekonomik büyümenin 24 çeyrektir yani 6 yıl boyunca devam ederek 2007'yi yüzde 4,5 büyüme ile kapaması olumlu olmuştur.

Son 4 yıldır giderek artan bir şekilde, başta petrol, doğal gaz, değerli madenler ve son olarak gıda ürünlerinde hem arz-talep denge-sizliğinden hem kuraklık nedeniyle, hem de büyük finans devlerinin spekülatif operasyonlarından kaynaklanan 3-4 katı fiyat artışları dünya ekonomisini sarsmaktadır. Buna ilaveten, 2007 Ağustos ayında ABD'de tutsat piyasasında kredi iflasları ile başlayıp AB mali piyasalarını da etkileyen ve 1 trilyon dolarlık bir toplam maliyet oluşturacağı tahmin edilen finansal kriz ve likidite darlığı dünya ekonomisinde 1997-98 Güneydoğu Asya krizinden sonraki en büyük sarsıntıyı oluşturmaktadır. Bu krizin ve etkilerinin 2008 ve 2009 yıllarında dünya ekonomisinde büyümeyi yavaşlatacağı, ihracatın yüzde 65'ini başta AB ve diğer OECD ülkelerine yapan ülkemiz için hem ihracat, hem dış yatırım girişleri, hem de cari açık açısından kaygılar uyandırdığı bir gerçektir.

DAVALAR İSTİKRAR TEHDİDİ

Bu arada, genel seçimlerin, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ve referandumun ardından, 2008 ve devamında "siyasi istikrar yeniden sağlandı, şimdi gündem reformlara, mikro ekonomik tedbirlere ve AB üyelik müzakere sürecini hızlandırmaya çevrilecek" diye umutla beklerken, Yargıtay Başsavcılığı'nın ardı ardına iki siyasi parti hakkında kapatma ve geniş bir siyasi yasaklar talebi ile Anayasa Mahkemesi'ne dava açması ve bu davaya Anayasa'ya göre sorumsuz statüde olan ve devlet geleneklerimizde hiç olmayan bir şekilde Sayın Cumhurbaşkanımız'ı da eklemesi Türkiye'mizi yeniden siyasi ve ekonomik alanda bir belirsizlik sürecine sokmuştur. Maalesef ülkemizde uzun yıllardır geçerli olan "istikrarsızlık kural-istikrar istisna" anlayışını kırmaya çalışırken, bu süreç halkın iradesine, demokratik kazanımlara, hukuk devleti anlayışına, siyasi ve ekonomik istikrara, ülkemizin dünyadaki itibarına büyük zarar veren bir teşebbüs olmuştur.

Halkın kendi kendini yönetmesi sistemi olan cumhuriyetimizi hepimiz seviyor ve benimsi-yoruz. Laiklik ilkesi de inanç ve ibadet hürriyetinin teminatı anlamında benimsenmiş ve yerleşmiş durumdadır. Anayasamız'a göre, Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Halkımız özgürlükçü ve tam demokratik cumhuriyete layıktır, yoksa birilerinin yapmaya çalıştığı bürokratik cumhuriyete ya da vesayet sistemine değil.

Ayrıca, Türkiye'miz bugün dünyanın 17. büyük ekonomisi olarak, diğer dünya ülkeleri ile kıyasıya rekabet içinde iken, ve dünya ekonomisinde finans, emtia ve gıda piyasalarının çok büyük bir çalkantı içinde olduğu bir ortamda açılan kapatma davasının yol açtığı belirsizlik, tedirginlik karşısında, iç ve dış yatırımlarda, üretimde ve tüketimde, daha da önemlisi istihdam piyasasında yol açmaya başladığı yavaşlamadan kaynaklanan ekonomik faturayı, maalesef yine ülkemiz ve halkımız ödemek zorunda kalacaktır. 1 puanlık faiz artışının 2 milyar dolar ilave yük getirdiği hesap edilecek olursa kamu maliyesine, borsada ve dövizdeki değişmeler ile sanayicilere, işadamlarına yüklenen zararlar, ve Türkiye'nin dış dünyadaki itibar kaybı ve dış politikadaki potansiyel etkilerin faturası ne olacak? Bedeli 70 milyon insanımız ödemek zorunda kalıyor.

İKİ TÜRKİYE KARŞILAŞTIRMASI

İçine kapanan, dünyadan soyutlanan, demokratik süreç ve hürriyetlerin kısıtlandığı bir dönem, Türkiye'ye istikrarsızlık - huzursuzluk, itibar kaybı, rekabet yarışında geri kalma, fakirleşme ve kaybolan yıllar olarak bedel ödetmektedir. Buna karşın hürriyetlerin genişlediği, huzur ve istikrarın sağlandığı, dışa açılmanın sağlandığı dönemlerde ise ekonomik gelişme ve küresel rekabette ileri gitme başarılmıştır. İki Türkiye resmi çizeyim size. 1990-2001 yılları arasındaki dönemde yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 2,8, ihracat artış oranı yüzde 8,4, enflasyon oranı yüzde 73,5 olmuştur. Buna karşın 2002 - 2007 yılları arasındaki 6 yıllık dönemde yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 7, ihracat artış oranı yüzde 26,2, enflasyon oranı yüzde 14 oldu. Hangi Türkiye'yi tercih edersiniz?

Bizce, mevcut belirsizlik ortamından çıkılabilmesi için, Siyasi Partiler Yasası ve Anayasa'nın 69. maddesinde acilen gerekli değişiklikler yapılarak, şiddeti ve terörü teşvik etmeyen hiçbir siyasi parti kapatılmamalıdır. Siyasi partilerin açılma ve kapatılma yeri halkın vicdanı ve iradesi olmalıdır. Rekabet alanı seçimler ve TBMM'dir. Bu süreçte Anayasa değişikliklerinin acilen yapılmasını ve AB üyelik müza-kerelerinin gerektirdiği reformların hızlandırılmasını destekliyoruz.

Siyasi partiler, iş dünyası kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve medya kuruluşları sağduyu ve uzlaşma zemininde ortak hareket etmelidir. Bu sağduyu ve uzlaşmanın ortak paydaları, özgürlükçü demokrasi, halkın iradesi, hukuk devleti, siyasi ve ekonomik istikrarın korunması olmalıdır. Anayasa Mahkemesi'nden de bu ortak payda zeminine uygun bir karar çıkmasını bekliyoruz ve davaların reddedilmesini bekliyoruz.

Nüfusu her yıl 1 milyon ve işgücü arzı her yıl 700 bin kişi artan ülkemizde, birincisi yüzde 6-7 oranında sürdürülebilir bir ekonomik büyüme, ikincisi ödemeler dengesinin sorun teşkil etmemesi için ihracat artışının devamı ve üçüncüsü istihdam artışı sağlanması, ekonominin olmasa olmaz kırmızı çizgileridir. Merkez Bankası'nın enflasyonu "yüksek faiz - düşük kur" çıpası üzerinden indirme politikası artık sonuç vermemekte, aksine rekabet gücümüze, ara mal ve girdi üreten sanayilerimize ithalat baskısıyla zarar vermektedir.

YENİ KALKINMA PROGRAMI

Geldiğimiz aşamada parasal önceliklere dayalı bir istikrar programı arayışının bittiği görülmeli ve yeni bir kalkınma mimarisi programına geçilmelidir.


Öncelikle Türkiye, Mayıs 2008'de IMF ile sona erecek "kredili Stand-by anlaşması" yerine, imzalayacağı bir "Program - Sonrası Gözetim Anlaşması" ile yoluna devam edebilir.

Merkez Bankası'nın, faiz düşürmede daha proaktif, yavaşlayan ekonomik büyümeyi ve istihdam azalmasını dikkate alarak hareket etmesi gerekmektedir.

Sosyal güvenlik reformunun Meclis'te kanunlaşması olumlu bir gelişmedir. Sıra istihdamı teşvik paketindedir. Kamunun sanayici ve müteşebbisler üzerinde gereksiz maliyetler doğuran mevzuat yükleri azaltılmalıdır. 5 puanlık sigorta primi indirme sözünün bu yıl yerine getirilmesi, sanayicilere istihdamı arttırmada en azından bir moral ve teşvik unsuru olacaktır.

Bu dönem işletmelerimizin, sanayimizin girdi maliyetlerinin düşürülerek, dünyadaki rakipleri-miz karşısında rekabet gücünün artırılması gereken bir dönemdir.

Bu bağlamda, sanayi envanterinin çıkarılması ve sanayi stratejisi belirleme çalışmalarının başlatılmasını olumlu karşılıyoruz.

Aynı şekilde 2008 yılı sonunda sona erecek yatırım teşviki sisteminin revizyona tâbi tutularak, sektörel - bölgesel ve rekabet gücü önceliklerine göre düzenlenmesi gerekmektedir.

Hükümetin GAP'ın sulama yatırımlarının 5 yılda 2013'e kadar bitirilmesi hedefini memnuniyetle karşılıyoruz.

Tarım sektörü ve tekstil-giyim sektörünün net döviz girdi kaynağı ve kitle istihdam kaynağı olarak yeniden yapılandırılarak, rekabet güçlerinin korunması önemlidir.

Sanayide ve tarımda organize ihtisas bölgeleri kurulmasıyla kümelenmeler geliştirilmelidir.

Öz sermaye ile yapılan imalat sanayii yatırımlarına yatırım indirimi uygulaması başlatılmalıdır.

Dış ticaret açığını azaltmada, kamu kurumlarının ve belediyelerin ihalelerinde ve uygulamalarında Türkiye'de üretilen ürünleri ve hizmetleri tercih etmeleri, Bakanlıkların teknik uygunluk belgesi verme ve denetim kurallarını sıkılaştırmasını bekliyoruz. Batı'da, Uzakdoğu'da rakip ülkeler ne kadar yapıyorsa o kadar, daha fazlasını değil.

Tedarikçi ve üretici KOBİ'ler ile küçük esnafın uzun süredir beklediği Büyük Mağazalar Kanunu Tasarısı'nın yasalaşması artık aciliyet arzetmektedir.

İstihdamın yüzde 61'ini karşılayan KOBİ'leri güçlendirmek, işsizliği azaltmak için en iyi çaredir. Ara malı ve girdiler üreten KOBİ'lerin teşvik edilmesi, KOBİ'lere ihracat için fuar-marka-mağaza desteklerinin artırılması, KOSGEB ve DTM'nin destek kaynaklarının artırılıp, bürokratik engellerin azaltılması şarttır. KOBİ borsalarının kurulması, KOBİ'lerin sermaye piyasalarına erişimini kolaylaştıracaktır.
SABAHATTİN ZAİM'İN VASİYETİ


Diğer taraftan, kamunun vergi alanında 30 milyar YTL, sigorta primi alanında 43 milyar YTL. alacağı biriktiğinden dolayı, aşırı yüksek gecikme faizlerinin indirilmesi ve ödeme taksit imkanlarının arttırılması iş dünyası ile kamu kesimi arasında yeni bir bahar dönemi başlatabilecektir. Burada ihtilaflı vergi borçlarına geçen aylarda kanunla sağlanan kolaylığın diğer vergi borçlarına da teşmili düşünülmelidir.

2 yıl önce MÜSİAD olarak hükümetimize önerdiğimiz KEY - Konut Edindirme Yardımı Fonu'nda biriken tasarrufların 7,5 milyon hak sahiplerine bir an önce geri ödenmesi hane halklarına ve piyasaya olumlu ve moral etkisi yapacaktır.

Son olarak, alacağına şahin, borcuna güvercin olan maliyenin, uzun süredir biriken tedarikçilere ve müteahhitlere olan kamu borçlarını, ve ihracatta KDV iadesi ödemelerini bir an önce yapması piyasalarda cansuyu etkisi yapabilecektir.
Bu yol haritası, "rekabetçi bir ekonomi, refah gücü yükselmiş halkımız, gelenek ve değerlerimizi korurken modernleşme ve ilerlemeyi hedef alan, özgür ve demokrat bir Türkiye" projesinin temel dinamiklerini oluşturmaktadır. Geçtiğimiz aylarda ebediyete intikal eden ve rahmetle andığımız merhum hocamız Prof. Dr. Sabahaddin Zaim'in bize vasiyet niteliğindeki şu sözleri bizim için yol göstericidir: "Türkiye'nin demokratikleşme sürecini ve ekonomik - sosyal gelişme sürecini ilerletmesi, dünya ile rekabet etmesi ve itibarlı bir ülke olarak kabul görmesi, ancak ve ancak huzur ve barış ortamını, istikrarını koruyabildiği ve sürdürülebilir yüksek oranlı büyüme kaydettiği takdirde mümkün olacaktır."

 

Kaynak: Ekoçerçeve