Yargı reformu, hemen şimdi

 
Yeni adli yıl, mutat olduğu üzere eylülün ilk haftası Yargıtay başkanlarının uzun ve muhtevalı konuşmasıyla başlar. O konuşmaların bazısı hukuk ve demokrasi manifestosu gibidir.
Sami Selçuk'un konuşmaları böyleydi, nitekim daha sonra her biri kitaba dönüştü. Kimi zaman da açılışa ideolojik çıkışlar damgasını vurur, hükümetlere laiklik üzerinden keskin rejim mesajları verilir. İlginçtir, yargının sorunları pek az konuşulur, kronik problemler cılız birkaç paragrafla geçiştirilir.

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'in adli yılın açılışında yaptığı konuşma dengeliydi, tek boyutlu değildi, bir konunun üzerinde yoğunlaşmadı. Yargının sıkıntılarını dile getirdi, laiklik vurgusunda aşırıya gitmedi, yasama, yürütme ve yargı üzerine oturan anayasal sistemin aksayan yönlerini anlattı. Başkan'ın konuşmasında eleştirilecek, itiraz edilecek hususlar var. Amacım Gerçeker'in konuşmasını analiz etmek değil, adli yılın açılışından yola çıkarak toplumda büyük beklentiye dönüşen yargı reformuna dikkat çekmek.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de mesajında, Türkiye'nin yargı reformuna ihtiyacı olduğunu özellikle vurguladı. Adalet mekanizmasında köklü, yapısal değişiklik elzem... Reform talebi bugüne kadar gerek siyasî gerekse hukuk adamları tarafından defalarca dillendirildi. Sivil toplum örgütlerinin de bu yönde ciddi isteği var. Üstelik bu yeni de değil, öteden beri seslendiriliyor. Ancak bu temenni ve talepler, nedense bir türlü 'eylem planına' dönüşmüyor. Sadece özel günlerde söylenen sözler olarak kalıyor.

2008, yargıda reform ihtiyacının çıplak gözle görüldüğü bir yıl oldu. 2009 yargıda reform yılı neden olmasın? İçinde yaşadığımız yılda yargının omuzlarına ne denli ağır yükler bindiği herkesin malumu. Siyaset, çözemediği sorunları yargının sahasına gönderdi. Siyasetin içinde halledilmesi gereken problemler yargıya havale edildi. Ve siyasî içerikli dosyalar hakkında yargının verdiği kararlar toplumda sert tartışmalara neden oldu. Yargı günlük siyasî tartışmaların içine çekildi. Hak etmediği halde yıprandı, toplumun yargıya olan güveni zedelendi.

367 kararı, kapatma davası gibi kamuoyuna mal olan dosyaları kastediyorum. Bunlara daha başka dosyaları da ekleyebiliriz. İktidar ve muhalefetin çözüm üzerinde anlaşamadığı siyasî problemleri yargının çözmesi, yargıyı bir adım öne çıkarsa da sistemi daha güçlü kılmıyor. Bu durumdan yargı mensupları da memnun değil. Kapatma davası öncesinde kendilerine dönük beklentiler üzerine memnuniyetsizliklerini açıkça dile getirmekten kaçınmadılar. Yargı önüne gelen dosyayı ortada bırakmıyor, bir karar veriyor ancak yasama, yürütme ve yargı ayrışmasında yargının sahasına giderek genişletmesi sistemin daha sağlıklı işlemesi sonucu doğurmuyor.

Anayasa Mahkemesi'nin üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakan Anayasa değişikliği hakkında verdiği kararın tartışması hâlâ gündemde. Kaldı ki soruna hiçbir çözüm getirmediği de aşikar. Yine mahkemenin AK Parti'yi laiklik karşıtı eylemlerin odağından kapatmayan ancak Hazine yardımından kesintiyle cezalandıran kararının gerekçesi ekim ayı içinde açıklanacak. Belli ki bu gerekçe de büyük gürültü koparacak. Büyük olasılıkla ortaya koyacağı gerekçelerle siyasetin sınırlarını çizecek. Ondan sonra sistem eskiye göre daha sağlıklı mı yürüyecek? Elbette hayır.

Siyasetin sorunları siyasetin içinde çözülmeli. Yargıya taşınmamalı. Peki, bu nasıl olacak? Yargıda yapılacak köklü değişikliklerle, yapısal reformlarla... Yargı reformu en çok sistemi rahatlatmak, yargının üzerindeki ağır yükü hafifletmek için gerekli. 2008'i siyasî çalkantılarla yitirdik, 2009 yargıda reform yılı niye olmasın?.. Ben umutluyum.

 
Kaynak: Zaman