Yaratıcının unutulan kitabı: Coğrafya



Göklerde, yerde ve denizde bulunan birçok doğal ayeti anlamamıza yardımcı olan Coğrafya, yüce yaratıcının kudretine ve hikmetine götürür bizi. Kur’an-ı Kerim’e şöyle bir göz attığınızda coğrafyanın muhtelif konularında onlarca örnek bulabilirsiniz. Burada Allah’ın kitabının bir coğrafya kitabı olduğunu asla kastetmiyoruz, fakat Kur’an-ı Kerim’in coğrafyanın gerçeklerine işaret ettiğini ifade etmek istiyoruz. Kur’an-ı Kerim dağlar, mağaralar, hayvanlar, bitkiler, karalar, iklim, yıldızlar, ay, güneş, gezegenlerin yanı sıra denizcilik terminolojisi, dalga türleri, denizin durumu, kullanılan gemi ve teknelerin tasvirleriyle doludur. Ayrıca kadim medeniyetlerin yaşam biçimi ve yaşadıkları yerlerle ilgili onlarca örnek de bulunmaktadır.

İslam alimleri bu bilgiler ışığında yüce Yaratıcının (Hâlıkın), biri okunan diğeri de görünen olmak üzere iki kitabı olduğunu söylemişlerdir. Yaratıcının okunun kitabı Kur’an-ı Kerim, görünen kitabı ise kainattır yani coğrafya. Grekçe bir terim olan Coğrafya: Ceo veya Jeo (Yer, yeryüzü, kainat, dünya, yerküre) ve graphein (şekil, şimal, yazmak) sözcüklerinden türemiştir.

Geçmişte İslam alimleri okunan kitaba önem verdikleri kadar kainatı anlamaya da büyük zaman ayırmışlardır. Türkiye’nin tanınmış İslam alimlerinden Bediüzzaman Saidi Nursi, yüce Allah’ın okunan kitabı Kur’an-ı Kerim kadar, görünen kitabı kainatın anlaşılması için büyük bir cühd sarfetmiştir. Üstadın risalelerinin, kainat kitabının anlaşılması için birer yol rehberi mesabesinde olduğunu söyleyebiliriz.

Gemiler, Kervanlar ve Tacirler

Kur’an-ı Kerim aynı zamanda diğer memleketlere yolculuk etmeyi, insanları tanımayı ve ticaret vasıtasıyla maişet teminini de teşvik etmiştir. Müslümanların bu atılımcı ruhu Mekke’ye her yıl yapılması gereken Hacc yolculuğu ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar namaz kılmak için Kâbe’nin yönünü tayin etmeleri gereği gibi sebeplerle daha da güçlenmiştir. Böylece İslam’ın doğuşuyla birlikte, ilimde ve sanatta dünyayı daha gerçekçi bir şekilde tanıma yolunda büyük bir adım atılmış ve yeni dinin gerçeklerini anlatmak isteyen insanlar bütün dünyaya yayılmıştı.

İslam yeryüzünde hızlı bir şekilde yayılıp bilinen dünyanın büyük kısmında barış tesis edildikten sonra Müslümanlar hemen cesaretle ticari faaliyetlere teşebbüs ettiler. “Yedinci ve onikinci yüzyıllar arasında, Müslüman tacirler hem deniz hem de kara yoluyla Çin’in doğusuna ulaştılar, Zanzibar adasına ve güneyde Afrika’nın en uzak sahillerine vardılar, kuzeyde Rusya’ya nüfûz ettiler ve batıdaki ilerlemeleri yalnızca ‘Karanlıklar Denizi’nin (Atlantik) korkutucu suları tarafından engellenebildi. Kısacası İslam âlemi Afrika, Avrupa ve Asya’yı birbirine bağlamış ve bu kıtalardaki insanları birbirleriyle tanıştırmıştır.

Müslümanların kıtaların yanı sıra bir zamanlar denizlere ve okyanuslara da hâkim olduklarını unutmayalım. Deniz, üzerinden dolaşana aittir ve bugün hemen hemen hiç Müslüman denizciliği yoktur. Oysa eskiden, Akdeniz’de, Kızıldeniz’de, İran Körfezinde, Hazar denizinde ve özellikle Hint ve Atlas Okyanuslarında durum farklıydı. Öyle ki, Avrupalı Hıristiyanlar Akdeniz’i uzun bir zaman “Müslüman Gölü” olarak isimlendirmişlerdir. İslam’ın eski tarihi zaferleri, yalnızca süvarilerle olmamış, aynı zamanda denizcilerle de olmuştur. Zenginliklerin taşıyıcısı olan deniz ve okyanuslar uzun dönem Müslümanların hizmetin de olmuştur. Deniz, İslam’ın deniz kentlerini büyütmüş ve onlara nefes aldırtmıştır. Deniz kenarlarında devasa liman şehirleri kurulmuştur. Gemi inşaatı liman kentlerinin vazgeçilmezlerindendi. Mezopotamya, Maveraünnehir, İndüs vadisi, Yang-Çe vadisi, Akdeniz havzası ve Orta Afrika gibi kadim medeniyetlere beşiklik etmiş olan topraklara sahip olan Müslümanlar, Nil, Dicle, Fırat, İndüs, Ganj, Amu ve Siri Derya nehirlerinin bulunduğu havzaları da kontrolünde tutmuştur. Fernand Braudel “Uygarlıklar Grameri” adlı kitabın da şöyle der: “Eski Dünya’nın bölümlerini oluşturan büyük kültür alanlarını temasa geçiren –Asya, Avrupa ve Afrika- tek başına İslamiyettir. Razı olmadığı veya hiç değilse göz yummadığı hiçbir şey geçememektedir. O aracıdır.”

İslam yüzyıllar boyunca, Akdeniz’e yönelik Sudan altını; Avrupa’ya yönelik Uzakdoğu ipeği, karabiberi, baharatı ve incileri aktaran yegâne unsur olarak kalmıştır. Asya ve Afrika’daki Doğu Akdeniz ticareti yalnızca ona aittir. Demek ki İslam, en mükemmelinden bir hareket, transit uygarlığıdır; bu da uzaklara yapılan gemi yolculukları ve çok yönlü bir kervan dolaşımını gerektirmektedir. Bu dolaşım esas olarak Hint Okyanusu ve Akdeniz arasında kuruludur, ama Karadeniz’den Çin’e ve Hind’e ulaşmakta ve Kuzey Afrika ile Kara Afrika’nın arasında da etkili olmaktadır. Asya’da ipek yolu, Afrika’da Gao ve Timbuktu en önemli ilim ve ticaret merkezidir.

“Rıhle”den “Seyahat”e “Talebü’l-ilm”

İslam alimleri ayrıca seyahat düşkünüydü. Seyahat sanatını da tutkuyla geliştirmişlerdi. Seyahat, çoğu için, hayatlarının bir sınavıydı. Çekilen sıkıntılar onları alimlik mertebesine ulaştırdığı için, seyahat, acıya katlanma deneyiminin eşlik ettiği bir dönüşüm figürü olarak benimsenmişti. İslam’ın en bereketli dönemlerinden 7. yüzyıldan 12. yüzyıla dek uzanan zaman diliminde bunun birçok örneğini görebilirsiniz. “Bilgi peşinde (talebü’l-ilm) seyahat” olan “rıhle”nin (rihlet) doğuşuna, sonra da gelişmesine; kapanış noktasıysa, rıhle’nin “seyahatname” olarak sivrilmesine tanıklık eder. İslam alimleri, Kur’an-ı Kerim’de yüce Allah’ın arzının geniş olduğunu, Hz. Peygamber’in “İlim Çin de bile olsa alınız” hadisiyle birleştirerek yollara düşüyor ve dünyayı keşfediyorlardı. Hem uzak diyarları görme hem de oralarda olan ilmi almak için yolculuğa (rıhle ve seyahat) çıkıyorlardı. İlim için yola çıkan İslam alimleri bir müddet sonra gittikleri yerlerde gördükleri güzellikleri, ilginç olayları, orada bulunan ilim adamlarını ve kitapları ilim öğrencilerinin istifadesine sunmak için kitaplaştırmışlardır. 8 ila 12. yüzyıl arasında “Rıhle” ve “Seyahatname” kaleme alan Müslüman düşünürlerden bazıları şunlardır; Mekhûl (ö. 730), Kisâ”i (ö. 799), İbn Fadlân (ö. 925), Ebu Düef, İbn Batûta, Ebû Hâtim, İbn Fadlân, İbnü’l Kalâs, İbn Abbâd, Ebûbekir ibnü’l Arabi, İbn Butlân, Nâsıri Hüsrev, İbn Cübeyr, İbn Rüşeyd.

Coğrafi çalışmalar içinde çeşitli “yol kitapları”, “günlükler” ve “seyahat hatıraları” yanında temel coğrafi kitaplar önemlidir. Coğrafi çalışmaların en eskileri arasında Basralı el-Asma’i (740-831)’nin bitkiler, hayvanlar ve insan toplulukları hakkında yazdığı eser gelir. Muhammed el-Kelbi (ö. 820) Kitab el-Nevâdir’inde önemli coğrafi bilgiler verir. Ebu Yusuf el-Kindi (ö. 874) Resm el-Mâmur minel-Ard isimli bir eser yazdı. Kitâbı Sûretu’l Ard (Yeryüzünün Görünümü) ile Yunan ve Hint bilginlerini birleştirdi. Es-Sûlemi (ö. 845), Ceziretu’l Arab’da ve diğer bir eserinden Arabistan’dan ve Tihame dağlarından bahsetmiştir. İbn-i Hurdazbih (820-912) ünlü Kitab el-Mesalik ve’l Memâlik’iyle yeni bir yolun varlığını ilan etti. Ana ticaret yollarını tarife etti, Çin, Kore ve Japonya’yı anlattı.

Müslümanların üzerinde yaşadıkları dünyayı tanıma merakı onların Hindistan, Çin, Afrika, Avrupa, Sumatra, Java ve Antiler’e kadar götürmüştür. Ayrıca, geriye dönen Müslüman tacirlerin de anlattıkları, uzak memleketler ve yabancılar hakkında halk arasında tabii bir merak uyandırdı. Bu konuda dönemin tanınmış tacirlerinden Süleyman et-Tâcir’in raporlarının derlemesi olan “Ahbarü’s-Sin ve’l-Hind” (Çin ve Hindistan Hakkında Haberler) isimli eseri 851 yılında Ebu Zeyd es-Sirâfi tarafından kaleme alınmıştır. Büzürg bin Şehriyar tarafından yazılan “Acaibü’l Hind” (Hindistan’ın Güzellikleri) gibi eserler de derlenmiş denizci hikayelerinden sayılabilir. Bundan ve benzeri hikâyelerden tedricen “Denizci Sinbad” adı etrafında toplanan maceraları ortaya çıkarmıştır.

Coğrafya konusunda yazılmış en kıymetli eserlerden biri de Sûretu’l Ard (Yeryüzünün Şekilleri) adıyla Harizmî’ye aittir. Daha sonraları oldukça hızlanan coğrafi gelişme Müslümanların Plinius’u olarak anılan Mesudî’nin (ö. 957) Murucu’z-Zeheb, Ahsenu’t-Tekâsim ve Meâdinü’l-Cevher (Altın Çayırlar) adlı coğrafya ansiklopedisiyle doğmasına vesile olur. Bu dönemde Suverü’le-Ekâlim (İklim Türleri) adlı eseriyle Belhi (ö. 934), İbn-i Havkal ve İstahri’yi de sayabiliriz.

Bu erken dönemde İslâm coğrafya araştırmalarının ulaştığı zirve, Birûnî’nin Tahdid-i Nihayet el-Emâkin li Tashihi Mesafet el-Mesâkin (Şehirlerin Koordinatları) eserinde zirveleşir. Onbirinci yüzyıl itibariyle Müslüman tâcirlerin Hint Okyanus’u yakınındaki Endonezya adalarına giderek orada yerlilerle evlendikten sonra oraya yerleştiklerini Birûni’den öğrenmekteyiz. Müslüman coğrafyacılar Avustralya’yı da biliyorlardı. İbn Rüşd’ün ‘günlerin yalnızca 6 saat sürdüğü memleket’ diye tarif ettiği yer Güney Avustralya’ya uymaktadır. Birûni’nin Güney Afrika ve Mozambik ile ilgili bilgisi de vardır.

12. asırdan Rönesansa kadar Müslümanlar coğrafyayı sistemleştirip geliştirdiler. Bu dönemde “Nuhbetü’d Dehr fi Acaibi’l Ber ve’l-Bahr” (Karanın ve Denizin İlginç Özellikleri) adlı eseriyle Dımeşkî (ö. 1327), Acaibü’l-Büldân (Ülkelerin İlginç Yönleri) eseriyle Kazvini, en meşhurlar arasında gelir. İbn-i Macid Kitâb el-Fevâid fi Usûl İlm el-Bahr ve’l Kavâid (Deniz ve Kara ilminin Prensipleriyle ilgili Faydalı Bilgiler Kitabı) adlı eseriyle oşinografinin temellerini atarken Avrupa’yı da derinden etkiliyor ve Typhoon (tufan) ve Monsoon (mevsim) gibi kelimelerin meteorolojide kullanılmasına vesile oldu. Yakût’un (1179-1229) Mu’cemu’l Buldan (Ülkeler Sözlüğü) adıl abidevi coğrafya ansiklopedisinde bu olaylar yeniden kaleme alınmıştır. Mu’cemu’l Buldan çağının bütün coğrafi bilgilerini ve tarih, etnografya ve tabii bilimler hakkında değerli bilgiler ihtiva eder.

Müslümanlar haritacılıkta da çok ileriydiler. Abbasi Halifesi Me’mun döneminde Yunan haritalarından hareketle ilk geniş dünya haritası çizilmiştir. İdrisi’nin (1100-1166) Palermo’da Norman Kralı II. Roger’ın sarayında yaşarken yazdığı Kitabü’l Rucari (Roger’in Kitabı) veya diğer ismi ile (Nüzhetü’l Müştak fi İhtirâkı’l-Âfâk) adındaki eseri dünya coğrafyası hakkında yazılmış Orta Çağ’ın en meşhur eseridir. Çok sayıda haritanın bulunduğu bu kitap yerkürenin genel ve sistematik coğrafyası hakkındaki en geniş çalışmalarından biridir. İdrisi aynı zamanda kitabında Antiller olarak bilinen Amerika kıtasından da bahseder. 1331 tarihli Çin resmi haritası Müslüman coğrafyacılar tarafından hazırlanmıştır. Piri Reis’in 16. asırda çizdiği ve hâlâ günümüz ilim adamlarını hayrette bırakan dünya haritası dönemin coğrafyasına yapılan en önemli katkıdır. İbn-i Rüşd Coğrafya adlı kitabında şöyle der: “Âlimler arasında bütün yeryüzünün, deniz kısımları da dahil, top gibi küre şeklinde olduğu hususunda bir ittifak vardır. Güneş, ay ve yıldızların doğuşunun dünyanın muhtelif yerlerinde aynı anda vukua gelmeyip, doğudaki memleketlerde batı kısmındaki memleketlerden daha erken olması bu hususa delil getirir. Yeryüzü, semanın ortasında havada asılı büyük bir top gibi kürevidir. Sema her taraftan dünyayı eşit şekilde sarmaktadır.” İbn-i Hurdâzbih, Mes’udi ve diğerleri de aynı şekilde düşünmektedirler. Tüm ilimlerde olduğu coğrafya ve haritacılıkta da Müslümanların bu kazanımları kısa sürede İspanya ve Sicilya vasıtasıyla batıya ulaştı. Müslüman bilgilerin coğrafya kitaplarındaki önemli bilgiler, Avrupa’daki korsanların iştahlarını kabarttı ve böylece batıdaki coğrafi keşiflerin temelleri atıldı. Daha sonraki durumu hepimiz biliyoruz. Batı Müslümanların mirasını tercüme edip geliştirirken, Müslümanlar ise miraslarını taklit ve tüketmek ile meşgul oldular…

Coğrafya neden “sevimsiz” ve “aptalca gösterilir

Ancak bugün herkes coğrafyanın, genel kültürün belirli bir tarafsızlık anlayışı içinde, bir dünya betimlemesinin unsurlarını ortaya koymak üzere, sadece okulda ve üniversitede okutulan bir bilim dalı olduğunu düşünür. Öğrenciler içinde coğrafya sıkıcı ve aptalca bilim dalıdır, çünkü herkesin bildiği gibi, “coğrafyada anlayacak bir şey yoktur, sadece ezberlemek gerekir..” Ne olursa olsun, birkaç yıldır öğrenciler, artık her ülkenin ve bölgenin yer şekillerini, iklimin, akarsularını, bitki örtüsünü, tarımını, nüfusunu, sanayi kollarını, toprak türlerini, yanardağ çeşitlerini sıralayan bu derslerden söz edildiğini duymak istemiyorlar.

Birçok ülkede coğrafya, ilk ve ortaöğretim müfredatlarında yoktur: ABD’de, İngiltere’de böyledir. Ayrıca üçüncü dünya ülkelerinin çoğunda büyük ölçekli harita satışı yasaklanmıştır.

Manzara coğrafyasının resimleri ve öğretmenlerin dersleriyle gerçekleştirilen aldatmacanın sonucu; askeri, politik, idari, mali gibi diğer güçleri elinde tutan bir azınlığın, stratejik bilgi olarak coğrafyanın sağladığı bu gücü de elinde tutacak tek azınlık olmasıdır.

Bugün coğrafya öğrencilere ya da öğretmenlere değil, devleti yönetenlere, küresel şirketlere ve komutanlara hizmet etmektedir. İşte bundan dolayı Coğrafya’yı aptalca ve yararsız olarak gösteren kurnazca oyunları ortaya çıkarmak son derece önemlidir. Zira, Coğrafyanın sorunların sadece coğrafyacıları ilgilendirmiyor, tam tersine herkesi ilgilendiriyor.

Coğrafya’ya hâkim olan dünya’ya hükmeder

Coğrafya’ya hâkim olduğunuzda yüce yaratıcının kudretini ve hikmetini anlarsınız. Arzının büyüklüğü ve koca evren içindeki yerinizi çok iyi tanımlarsınız. İnsanları, ırkları, iklimleri, ülkeleri, denizleri, nehirleri, yeşillikleri, devasa okyanus ve dağların ihtişamı size bir şeyler fısıldar.

Yine coğrafyayı çok iyi bildiğinizde dünyaya hâkim olabilirsiniz. Bugün devlet liderlerine yön veren ABD’nin ünlü stratejistlerinden Henry Kissenger’ın bir coğrafyacı olduğunu unutmayalım. Uluslararası ilişkilere bugün coğrafya egemendir. Amerika’nın Afganistan’da ve Irak’ta yürüttüğü savaşların birer “coğrafi savaş” ya da “ekolojik savaş” olduğunu artık herkesçe bilinen bir hakikat. Çünkü bombardıman uçakları ile hedefleri sadece ekolojik dengeleri yıkmak ya da bozmak değil, milyonlarca insanın yaşam tarzını çok daha geniş ölçüde değiştirmek hedeflenmektedir.

Coğfraya’yı bilmek size çok şey kazandırır. İşte Müslümanlar bir dönemler sahip oldukları coğrafya ile kısa süre zarfında: Avrupa’da Sicilya, İspanya, Portekiz, Malta, Septimanya (Güney Fransa), Güney İtalya, Kıbrıs, Girit, Balkanlar ve Doğu Avrupa’ya; Asya’da Maveraünnehir olarak bilinen (Kafkaslar ve Orta Asya), Güney Asya (Hindistan Bölgesi), Çin’in büyük bir kısmı, Hint Okyanusundaki adalar, Endonezya, Malezya ve Arap yarımdası’na; Afrika’da ise Orta, Kuzey ve Batı Afrika’da çok hızlı bir şekilde yayıldı. Ezelden beri veya hiç değilse çok uzun süreden beri elde tutulan İslam toprakları, bugün devasa boyutlarda kalmayı sürdürmektedir. Bu topraklar Fas ve Sahra’dan Çin’e ve Endonezya’ya kadar uzanmaktadır.

Bugün İslam dünyasının içine düştüğü zilletin nedeni, Müslüman halkların yaratıcının okunan kitabı ile görünen kitabını unutmalarından kaynaklanmıyor mu? Kur’an-ı Kerim raflara hapsedilirken, coğrafya ise metropol kentler arasında yok olup gitmekte..