Son sıralarda Türkiye eşleştirme furyası yaşıyor. Bölgede siyasi Babilleşme ve yalnızlaşma süreci arttıkça çapraz atışlar da yoğunlaşıyor. Uysa da uymasa da herkes birbirini istediği gibi tanımlıyor, istediği gibi suçluyor. Suçlamalara maruz kalan ülkelerin başında Türkiye geliyor. Fiiliyatta ne yaptığı tartışmaya açık olsa da Arap Baharında ahlak ve ilkelere en uygun davranışı sergileyen veya bunu gözeten ülkelerin başında gelmiştir. IŞİD’e yönelik uluslararası koalisyon çerçevesine Türkiye sürüye katılmadı. En azından şimdilik kenarda duruyor. İleride ne olur şimdiden kestiremesek bile en azından ilk yaklaşımları tuzağı gördüğünü ve buna iştirakten kaçındığını gösteriyor. Bundan dolayı Körfez basınının yine hedefi haline gelmiştir. Kimileri Türkiye’yi Katar ile eşleştiriyor ve kümeleştiriyor. Elbette Türkiye ile Katar arasında genel olarak bölge olaylarına bakış açısından benzerlikler var. Her iki ülke de Batı müttefiki olmasına rağmen Arap Baharından sonra nispeten sürüden ayrıldı ve ABD ve Batılıların şimşeklerini üzerine çekti. Emir Hamd yerine oğlu Temim’in getirilmesi, maruz kaldığı yıpranmanın sonuçlarını gösteriyor. Son sıralarda Müslüman Kardeşlere karşı küresel savaşın bir parçası olarak maruz kaldığı yoğun baskı altında bazı İhvan mensuplarının ülkeden ayrılmasına razı olmak zorunda kalmıştır. Veya onlara yol vermek durumunda kalmıştır. Mürsi döneminde Mısır’da kurumları İhvanlaştırma projesinden yakınan BAE, Suudi Arabistan gibi rejimler şimdi dünyayı İhvansızlaştırmayla meşguller. Küresel bir İhvansızlaştırma kamqanyası açmış bulunuyorlar. Herkesi de bunu alet etmeye çalışıyorlar. İngiltere, Fransa, ABD ve Türkiye gibi ülkelere de aynı çizgiyi tutturmaları için baskı icra ediyorlar. . Türkiye nazlanınca da düşman muamelesi görüyor. Burada yöneticilere peşin bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Körfez ülkelerinin kendi zeminlerini koruma imkanları bile kalmamıştır. Paralarına iman etmiş topluluğu ikna etmek ve onlara yaranmak mümkün değildir. Türkiye en azından Körfez basınına mümasil özellikle BAE ve Suudi Arabistan’a karşı itibarsızlaştırma kampanyası icra etmesi yerinde olur. Başka bir dilden anlayacaklarını sanmıyorum. Lakin Türkiye’nin elinde bunu yapabilecek araçları yok yahut sınırlı.
*
IŞİD aleyhtarı kampanya veya küresel koalisyon karşısında Türkiye’nin tavrıyla Ürdün’ün tavrı karşılaştırılıyor. Türkiye’nin bu yöndeki yaklaşımı daha ilkesel Ürdün’ün ki ise daha şartlara bağlı ve dolayısıyla pragmatiktir. Lakin iki ülke de küresel kampanya karşısında temkinli durmaktadır. Bu da benzer yönlerden birisidir. Ürdün iç dinamiklere bağlı olarak temkinli davranıyor ama her an bu yaklaşımı değişebilir. Körfez basınının eşleştirme kategorilerinden birisi de Türkiye ile İran ortaklığıdır. Riyad gazetesinin başyazarı Yusuf Kuveylit Türkiye-İran beraberliğinden bahsediyor. Halbuki İran koalisyona davet edilmeyi bekledi Türkiye ise davetli olduğu halde mesafeli duruyor. Kuveylit bundan müşteki. Kendilerinin ise ‘terörle mücadele konusunda’ ivazsız, garazsız ve pazarlıksız bir tavra sahip olduklarını ve gönüllü bir biçimde Batı koalisyonuna katıldıklarını söylüyor ve bununla övünüyor. Buna mukabil, Türkiye’nin istinkaf ederek ve mesafeli durarak İran’la birlikte zımni Şii-Sünni koalisyonu kurduklarını ileri sürüyor. Buna verilecek en iyi cevaplardan birisi ‘sırça köşkte oturan başkasına taş atmasın’ meselini hatırlatmak olacaktır. Tam tersini söylemek de mümkün. Eğer birilerinin iddia ettiği gibi ABD’nin IŞİD’e karşı kurduğu koalisyon Sünni koalisyonu ise bunun görevini şöyle tanımlamak da mümkün: Şiileri kurtarmak! Koalisyon öncelikli olarak Bağdat’taki Şii eksenli hükümeti kurtarmayacak mı? Onu felç durumundan halas etmeyecek mi? Şii Sünni koalisyonu bu değilse hangisi?
Küresel kampanyası gereği Yemen gibi ülkelerde Müslüman Kardeşlerle uzlaşmaz bir zeminde yürüyen Suudi Arabistan bu ülkede def-i şer kabilinden Husilerle uzlaşma zemini arıyor. Suudi Arabistan ve BAE, Mürsi gibi ilkeli liderleri deviren koalisyonda yer alarak aslında hem kendi zeminlerini hem de genel olarak Sünni zemini zayıflatmışlardır. Mürsi’yi İran yanlısı olarak tasvir eden ve bu tanımdan vazife çıkartan Suud merkezli darbeci koalisyon Sisi’nin Şiilere de kapalı olmayan pazarlıkçı yapısından hatta lejyoner paşa olmasından rahatsız değil! Lakin Suudi Arabistan sadece kendine iman ettiğinden suçlu başkası. Mesela Türkiye gibi hattan çıkan ülkeler! Abdulbari Atvan’ın ifade ettiği gibi bu, Körfez ülkelerinin kaçıncı yanlış ittifakı! Suudi Arabistan IŞİD karşıtı koalisyonda fiiliyatta nasıl İran’a mesafeli davranıyorsa Türkiye için de ABD liderliği aynı derecede temkinli olmayı gerektirmektedir! Aksi halde, bunun sonuç ve mahzurlarını 1991, 2003 yılından beri yaşıyoruz. Bölgeye felaketler zinciri ABD ile birlikte geldi. Anlaşılan Amerikan basınını okuyup Türkiye’ye veryansın ediyorlar! Sadece IŞİD’e karşı değil aynı zamanda ABD ile vizyonda da ortaklar. Cemal Kaşıkçı’nın yazdığına göre, Kral Abdullah Suudlu hocaların IŞİD karşısında gevşekliğinden yakınıyordu. Şimdi daha da ileri giderek Amerikan kampanyasına destek vermeyen imamlar görevlerinden azledilecek. Yine Abdulbari Atfan’ın yazdığı gibi, IŞİD’den en çok korkan iki ülkeden birisi Suudi Arabistan diğeri de Ürdün. ABD ile İsrail ise IŞİD üzerinden ılımlı İslam veya Müslümanların hamisi haline geliyorlar! Yusuf Kuveylit, Suudi Arabistan’ın hem savaş hem de barış yapan bir ülke kimliğine haiz olmasıyla böbürleniyor. Bu edebiyat birçoklarını eskitti. Bunlardan birisi Sedat diğeri de Saddam idi. Abdullah’ın da onların yolunda olduğu anlaşılıyor. Madalyonun bir yüzünde IŞİD diğer yüzünde de bu ülkeler bulunuyor. Denildiği gibi tango iki kişi olmadan oynanmaz!
*
Türkiye yerine İsrail koalisyona katılmak için çan atıyor. Hatta Türkiye aleyhtarı küresel karalama kampanyaya katılan Yusuf Kuveylit Türkiye’nin sadece koalisyona katılmamakla kalmayarak aynı zamanda IŞİD’in Türkleri rehine almasını kolaylaştıran bir siyaset izlediğini adeta IŞİD ile paslaştığını da ileri sürüyor (http://www.alriyadh.com/977223 ). Neredeyse kendi elleriyle rehineleri IŞİD’e teslim etti demeye getiriyor. Türkiye kendi kendine komplo kurdu demek istiyor. Son sıralarda Batı basınında Türkiye IŞİD’i üreten ülke gibi takdim ediliyor. Halbuki IŞİD’i üreten gerçek veya zemin sayısal mı, siyasal mı? Yani Batı siyaseti mi üretti yoksa birkaç kişinin Türkiye sınırından geçmesi mi? Kaldı ki herkes biliyor ki IŞİD’in ana damarı Irak. Çapraz çizerek Türkiye’den dolaşmayı mı yeğliyorlar? Irkçılık üzerinden birbirine küfreden Suud basınıyla bizdeki ulusalcı basın nasıl da dolaylı olarak ortak hali gelmişler! Şüpheniz olmasın aynı kaynaktan besleniyorlar.
IŞİD’e karşı operasyonda Türkiye ile eşleştirilebilecek yegane ülke Cezayir. Elbette Irak-Libya gergefinde. Yine aynı koalisyon petrol zengini Libya’ya da bir operasyon düzenlemek istiyorlar. Irak’ta koalisyonun lideri ABD iken Libya da Fransa olacak. Yine Mısır, BAE ve Suudi Arabistan Libya cephesinde de müdahale seçeneğinde öncü kuşağı temsil ediyorlar. Burada da zamanın tersine ve geriye doğru akmasını, güvenlik ve militarizme dayanan bir rejimin kurulmasını düşlüyorlar. Devrimci çizginin yerini darbeci çizginin almasını planlıyorlar. Libya petrol kaynakları nedeniyle hem Sisi Paşa’nın hem de Hollande’ın iştahını kabartıyor. Buna mukabil, Cezayir Türkiye’nin IŞİD meselesinde olduğu gibi kendi hava sahasının kullanılarak Libya’ya hava akınlarının yapılmasına karşı çıkıyor. Bunun yerine İslamcıların seyrekleştirildiği ve siyasi sürece dahil edilerek massedildiği bir sistemi yeğliyor. Kısaca diyalog yoluyla siyasi bir uzlaşma sağlanmasını istiyor ve yeğliyor. Bunun için Tunus ile temasta. Cezayirli liderler özellikle Tunus’tan Gannuşi Libya’dan İslami kanada yakın Ali Muhammed Sallabi, Abdulhakim Belhac, Nuri Ebu Sehmeyn gibi zevatı davet etti ve onlarla meseleyi enine boyuna müzakere etti. Cezayir Libya’ya yabancı bir müdahaleye karşı çıkıyor.
Lakin IŞİD meselesi daha çetrefil. Zira IŞİD’ciler kabil-i hitap bir topluluk değil.
IŞİD terörü mübah sayarken karşıt koalisyon ise terör adına her şeyi mübah sayıyor! İşte bu noktada, sürü dışında kalan Türkiye ve Cezayir farkından bahsetmek mümkün.