Gün geçmiyor ki gazeteler çeşitli kurumlardan atılan yüzlerce işçiyle ilgili haberler yer vermesin... İşsizler ordusu sürekli genişliyor. Türkiye veya herhangi bir ülke bu sorunun altından nasıl kalkacak... İşsizlerin oluşturduğu yeni göç dalgaları neleri savuracak vurdukları sahillere...
Borç yiyen kesesinden yemiş oluyor; işsizler ordusunun bize verdiği ilk ders bu.
90'lı yıllarda birkaç yıl Bakü'de yaşadım. Her gelişimde İstanbul beni şaşırtırdı. İnsanlar gözleri gönülleri açılsın diye ev, araba, eşya değiştirirlerdi. Eski sayılan mobilyalar, beyaz eşyalar, halılar, yataklar evlerin önüne yığılırdı. Bakü ise Sovyet enkazının altından çıkmaya zorlanan bir şehirdi. Azerbaycan halkının çoğunluğu açlığın sınırlarında ayakta kalma mücadelesi veriyordu. Profesörler on onbeş dolara hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlardı. O sıralar yazı yazdığım gazeteye elimdeki yazıyı ulaştırmanın tek yolu, fakstı. Faksla bir yazı göndermek için de postanede uzun zaman sıra beklemek gerekiyordu.
Türkiye'de ise 80'li yılları izleyen dışa açılma çabası içindeki ekonomik politikaların sonuçlarından biri, kışkırtılan bir tüketim yarışı oldu. 90'lı yıllarda insanlar eskimemiş eşyalarını daha gelişmiş ya da yeni moda olanlarla değiştirme konusunda birbirleriyle yarıştılar. Bu yılları ekonomik krizle sonuçlanan bir dönem takip etti. İsraf ekonomisine alışan kesimler mutsuzlaştılar. Psikolojik hastalıklarda ve bu hastalıkların tedavisiyle ilgili ilaç tüketiminde bir artış baş gösterdi.
Türkiye toplumu, hem toplumsal geleneğin desteklediği hem de siyasal nutukların pekiştirdiği kanaatkarlık özelliğinin de katkısıyla, tutumlu, gösterişe fazla düşkün olmayan bir toplum sayılabilir. Bu nedenle de ilk ekonomik krizin kendini hissettirdiği 2000'li yıllar, toplumsal dayanışmanın da etkisiyle, beklenilenden rahat atlatıldı. Müreffeh kesimler hayat tarzlarını gözden geçirme konusunda krizi bir uyarı olarak görmediler. Bunun yerine kapılarına çifte kilit astılar, güvenlik önlemlerini artırdılar.
Toplumun bir kesiminin yaşadığı bolluğun, diğer bir kesimine kıtlık olarak yansıması beklenir ki bu yaşandı da... Güneydoğu şehirlerinde belediyelerin ekmek dağıttığı arabalar çocukların hücumuna uğradı. Yıl oldu, lüks oteller yılbaşı kutlamaları yapma konusunda bir tedirginliğe düştüler. Büyük şehirlerde kapkaç hadiseleri artış gösterdi. Kapı önlerine yığılan yeni eşyalarla kapkaç olayları arasında bir bağ kurmaktan kaçındı, mutedil vatandaşlar.
İnsanlar bir de perde değiştiriyorlardı, gözleri gönülleri açılsın diye. Oysa perde evin en zor eskiyen eşyasıdır. Kadife perdeler saraylarda yüzlerce yıl asılı durur da eskimez.
Tüketim sarhoşluğunun ceremesini sadece itilip kakılan, genç yaşta ikinci el mağazalara düşen eşyalar çekmedi. Kitabın ve ilmin itibarı geri plana itilirken, nümayişe ve şok uyandırmaya dönük "etkinlikler"e açıldı ekranlar.
Nihayet görüntülü telefonlarda, gelişmiş bilgisayarlarda ifadesini buldu, gösterişçi tüketim. Sanki en gelişmiş cep telefonu kullanılarak kapatılabilirdi, Batı ülkeleri ile aramızdaki "kalkınma" uçurumu! "Kendi varlığını, inancını, kültürünü, tarihini inkâr edenin sonu budur. Kendini hor görenin hali budur. Güven duygusu bir kez sarsılmayagörsün, bir daha zor yakalanır. Adam seni sollamış, arada yüz yıllık açık var. Bu açık cep telefonu ile kapanmaz. Bir orjinal adamımız, bir fikrimiz, dünyaya bir teklifimiz var mı?" diye ifade ediyor, Mustafa Kutlu'nun "Huzursuz Bacak" isimli uzun hikayesinin bir kahramanı, ünlü markaların ikinci ellerine dönük ilgi üzerine konuşurken. (Dergah Yayınları, sf. 81; 2009.)
Elbet sadece ünlü markaların ikinci el eşyalarında aranmıyor itibar. Elektonik gereçlerin son modellerine sahip olmayı gelişme ve kalkınmayla ilişkilendiren propaganda da etkisi koruma telaşında. Yaz sonunda Küçükyalı'da, plaza televizyonun gerekliliğine inandırmaya çalışıyordu beni bir beyaz eşya mağazası sahibi: "Gelişmelere ayak uyduracaksın!"
Televizyon bulunduğum odanın merkezinde değil, bir köşesinde yer alıyor; niye plaza olsun ki... Cep telefonunu ise yılda en fazla üç ay kullanmaya tahammül edebiliyorum.
Takke birden bire düşüyor yalancı bolluk dönemlerinde ve kel görünüyor. Evler satılıyor, daha küçük daireler alınıyor. İnsanlar köylerine, kasabalarına geri dönüyor ya da yeni adreslere göç ediyor. Yeni göçmenler, kırsal kökenli insanlar değil, şehrin dargelirli sakinleri. Evini kiraya vererek daha uzak semtlere gidiyor dar gelirli, mazbut İstanbullu. Yarıya inen kira ile kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürebilir.
Bir de yıllardır kredi kartı felaketleri yaşanıyor Türkiye'de. Kişiyi ayağını yorganına göre uzatma iradesi konusunda zorlayan bir kışkırtıcılığı var, alış veriş merkezlerinin.
Market rafları, ürünü zaten size ait olmalıymış gibi bir cömertlikle sunuyor. Orada albenili bir şekilde sıralanmış ürünler işte; yapmanız gereken sanki sadece sepete atmak. Zayıf iradeli kişiler açısından, bazen de canı boğazına gelmiş yoksullar için belki, yalancı bir bolluk bu: Sepetine attığı ürünün bedelinin burnundan fitil fitil getirileceği günler uzak mı uzak görünüyor, türlü nedenlerle ayağını yorganına göre uzatamayan kişiye.
Piyasanın içine düştüğü kriz, bir değerler krizi olmaktan önce, az çok yolunda giden talihinin bir cilvesi gibi görünüyor sıradan insana ve siyasetçiler de hâlâ başka türlü düşünülemezmiş gibi konuşuyor, yorum yapıyorlar. Mali spekülasyonların meşrulaştırılmasına ve yeni iletişim teknolojilerinin göklere çıkartılmasına boyun eğmemiz bekleniyor, her şeye rağmen. Baskın "kalkınma" anlayışının oluşturduğu dengesiz ve yıkıcı politikaları eleştirmek sanki sadece "romantik" entelektüellerin vazifesi.
Kriz dalgalar halinde geliyor ve hazırlıksız yakaladığı kesimler kadar, krize karşı donanımlı kesimleri de vuruyor. Bundan sonra ne olacak?
Üreterek yaşamayı sürdüren insanlar, artan hayat pahalılığına, işsizlik oranına karşılık daha az üreterek ve bir şeylere emek vererek yaşamaya devam edecekler. Kimi kriz mağdurları, muhafaza ettikleri sağlam değerlere tutunarak hayatın yeni bir safhasına açılacaklar. Hazıra konarak, emek vermeden, ter dökmeden yaşamaya alışkın olanlar ise daha az tüketerek yaşamanın farklı anlamlarıyla yüzleşecekler.