İnönü, her türlü imkânı seferber ederek ülkenin 1960'ın ortası gelmeden seçime gitmesini istiyordu. Oysa iktidar, seçimlerin normal zamanında yapılmasından yanaydı.
Tahkikat Komisyonu'nun kurulmasıyla başlayan dönemde CHP Genel Başkanı'nın çevresinden gelen telkinlerin, üniversitelerde yaşanan olayların etkisine girdiği, demokratik mücadele yöntemiyle sonuç almaktan ümidini kestiği, duyumlarını aldığı müdahale hazırlıklarının sonucunu beklemeye başladığı anlaşılıyor. 27 ve 28 Nisan'da İstanbul'da başlayan ve hemen Ankara'ya sıçrayan olaylarda polis ve gençler arasında yaşanan şiddete kan bulaştı. İki öğrenci öldü, birçokları yaralandı ve sıkıyönetim ilan edildi.
Olaylar, takip eden günlerde Ankara Kızılay'da bulvarın birkaç yüz metrelik belirli bir alanında sistemli bir şekilde sürdürüldü. Bu gösteriler doğal olarak Cumhuriyet Halk Partisi'nin kontrolünde yapılıyordu. İsmet Paşa'nın haber verdiği tepki ve direnişin ana merkezleri olan İstanbul ve Ankara'da sıkıyönetimin ilan edilmiş olması hiçbir şeyi değiştirmedi. Subaylar öğrencileri haklı bulduklarından önlemler konusunda fazla bir çaba gösterilmiyordu.
Bu arada fısıltı yoluyla yapılan propagandalar çok yoğun şekilde sürdürülüyordu. Yüzlerce öğrencinin katledildiği, cesetlerinin kıyma makinelerinde doğranıp atıldığı, iktidarın yandaşlarını silahlandırarak başta CHP yöneticileri olmak üzere muhaliflerin evlerinde katliam yapmaya hazırlandığı, Harp Okulu öğrencilerinin bir bahaneyle erken tatile çıkartılıp yolda tümüyle öldürülecekleri yaygın bir söylenti halinde ağızdan ağıza dolaşıyordu. Her şey sis perdesinin arkasında kaldığından insanlar bu iddiaların doğruluğuna inanabiliyorlardı.
O kadar ki 27 Mayıs'tan sonra askerî yönetim, Et-Balık Kurumu'nda, Konya yolunda olduğundan şüphe etmediği cesetleri aramış, Devlet Başkanı Gürsel bu tarz iddiaların doğruluğundan kuşku duyulmamasını resmen söylerken Muhafız Alayı Komutanı ve MGK üyesi Albay Osman Köksal'ı "Osman yalan söylemez" cümlesiyle şahit yapmıştı.
Ancak bütün bu iddiaların Göbbels'in tekniğine taş çıkartacak bir propaganda yöntemi ve malzemesi olduğunun kısa zamanda anlaşılmış olması bile yanılmış olduklarını itiraf etmelerine yeterli olmadı.
İktidar tehlikenin varlığını yakından hissediyor, büyük tedirginlik duyuyor, birçok ihbarlar alıyor; ancak bir askerî müdahaleye ihtimal vermiyordu. Orduda yaygın bir huzursuzluk olsa bile, üst düzeydeki komutanların bağlılığından emindi. Bayar'la Menderes, başta Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun, Sıkıyönetim Komutanları Özdilek ve Argüç, Muhafız Alayı Komutanı Köksal, Harp Okulu Komutanı Ulay olmak üzere tanıyıp bildikleri subaylar kanalıyla komite kademesinin ve kritik birliklerin kontrolleri altında olduğunu sanıyorlar, endişe duyacakları bir problem yaşanmayacağına inanıyorlardı.
Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Cemal Gürsel'in, görevinden izinli olarak ayrılırken Millî Savunma Bakanı Ethem Menderes'e sunduğu mektup Bakan ile Menderes arasında sır olarak saklanıyor, Bayar'a ve hükümet üyelerine duyurulmuyordu. Oysa Gürsel mektubunda ilginç öneriler yapıyor, bütün kötülüklerin Bayar'dan kaynaklandığını ileri sürüyor, onun derhal değiştirilip yerine Menderes'in geçmesi halinde ortamın düzeleceğini söylüyordu. Bu mektup saklı tutulduğu gibi 21 Mayıs'ta Harp Okulu öğrencilerinin Kızılay'da yaptıkları yürüyüşün anlamı da doğru algılanmadı.
"Gerdeğe hazIrlanan İhtİyar lİder"
DP grubunda bazı milletvekilleri durumun ciddiyetinin farkındaydılar, endişeliydiler. Ortamı normalleştirmek, gerilimi düşürmek amacıyla teklifler yapıyorlar, görüşler öne sürüyorlardı. Başbakan Menderes bunları dikkatle dinliyor, gerekirse istifa etmesi dahil yeni düzenlemelere hazır olduğunu söylüyor; ancak somut bir adım atmaya cesaret edemiyordu.
Çünkü Cumhurbaşkanı Bayar, "Kritik durumdayız, bu devrede hükümet değişikliğine gitmek içeride ve dışarıda fena tesir yapar" diyerek bu yöndeki girişimleri frenliyordu. Menderes 26 Mayıs'ta sinirli ve gergin gittiği Eskişehir'de Tahkikat Komisyonu'nun görevini tamamladığını, sonbaharda seçim yapılacağını açıkladı; ancak artık çok geçti. Askerî müdahalenin çarkları çoktan dönmeye başlamıştı.
27 Mayıs sabaha karşı Ankara'da harekete geçirilen birkaç birlik ile Harp Okulu Öğrenci Alayı belirlenen stratejik yerleri süratle kontrol altına aldı. İstanbul'da da buna paralel operasyonlar yapıldı. Gün ışırken Ankara ve İstanbul radyolarından okunan ihtilal bildirileri on yıllık DP iktidarının devrildiğini, silahlı kuvvetlerin yönetime el koyduğunu, Türkiye'ye ve dünyaya ilân ediyordu.
Bayar, Çankaya Köşkü'nde, Menderes Kütahya yolunda yakalanıp Harp Okulu'na getirildiler. Başta bakanlar ve milletvekilleri olmak üzere, ihtilalin önemli isimleri, bürokratlar ve yöneticiler evlerinden alınarak aynı yerde toplandılar.
Cemal Gürsel'e harekât İzmir'deki evinde 27 Mayıs sabahı duyuruldu. Buraya emekli olma kararıyla gelmiş olan Gürsel, Millî Birlik Komitesi adı verilen ihtilal yönetiminin başına geçmek üzere özel bir uçakla Ankara'ya getirildi.
MBK yönetime el koymuş; ancak nasıl bir yol izleyeceğini belirlememişti. Bu hususta üniversite hocalarına çok güveniyorlardı. Oysa MBK içindeki hakim eğilim farklıydı. DP'nin önde gelen ve olayların sorumlusu sayılan belirli sayıdaki yöneticilerini yurtdışına çıkarmak, kalanlarla ilgili yasal bir işlem başlatmamak ve hayatı bir an önce normalleştirmek istiyorlardı.
Üniversite hocalarının tavsiye olmanın ötesinde ileriye dönük bir nevi tehdit taşıyan telkinleri sonucu "topyekün suçlu" sayılan DP'lileri yargılamak üzere "Yüksek Adalet Divanı" adı verilen özel bir mahkeme ile ön soruşturma yapmak, belgeler toplamak, ifadeler almak, mahkemeye sunulacak hazırlık dosyalarını hazırlamak amacıyla "Yüksek Soruşturma Kurulu" kuruldu. Bu sırada komite içinde nasıl hareket edeceklerine ilişkin tartışmalar çıkıyor, iç huzursuzluk artıyordu. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, DP iktidarının devrilmesiyle hareketin amacına ulaştığına inanıyor ve yönetimin bir an önce sivillere devredilmesini istiyordu.
Devrilen iktidar mensupları için başlatılan yargı süreci kendi yönünde sürdürülürken, siyasî hayat normalleştirilmeli, seçimlere gidilmeliydi. CHP Genel Merkezi ile 27 Mayıs'tan önce de yakın temas halinde oldukları bir süre sonra açığa çıkacak olan MBK'nın bazı üyeleri, yapılan tartışmaları, ileriye dönük kararları, tasarımları İsmet Paşa'ya anı anına aktarıyorlar, onun komite içinde sözcülüğünü yapıyorlardı.
Orgeneral Gürsel, İnönü ile haziran ayında yaptığı görüşmeyi arkadaşlarına anlatırken şöyle diyordu: "İhtiyar lider, gerdeğe girmeye hazırlanan bir delikanlı kadar iktidar için arzulu ve telaşlı görünüyor."
Aynı görüşmeden İsmet Paşa'nın izlenimi farklıydı: "Bunlar kolay kolay seçim yapmaya niyetli değiller. Çetin bir mücadeleye hazırlanmalıyız." İsmet Paşa'nın "çetin mücadele"ye karar verdiğinde nasıl sonuç aldığı 27 Mayıs sabahı görülmüştü.
Benzer bir süreç MBK içinde yaşandı. CHP yönetimiyle yakın ilişki içerisinde olan bir kısım komite üyeleri, 13 Kasım'da "iç darbe" yaptılar. MBK'nın yönetimi CHP'ye teslim etmesine rıza göstermeyen taraflı ve ayrımcı uygulamaların toplumsal barışı engellediğini, partizanlıktan kaçınılmasını isteyen 14 üyesi bir gece operasyonuyla toplanıp yurtdışına sürgüne gönderildiler.
İnönü "çetin mücadele"sinin sonucunu bir kere daha almış, komiteyi dikensiz bir gül bahçesi haline getiren düzenlemeleri sağlamış, durumu kontrolü altına almıştı. Sanıklar kafileler halinde yargılamanın yapılacağı Yassıada'ya nakledildiler. Gerek bu esnada ve gerekse duruşmaların ilk aylarında eski iktidar mensuplarına çok ağır muameleler yapıldı. Başta Ada Komutanı Alb. Tarık Güryay olmak üzere burası için özel seçilen bir kısım görevliler savaş esirlerine dahi reva görülmeyecek eziyet yapmaktan adeta marazî bir haz duyuyorlardı.
Menderes aylarca maruz kaldığı bu ağır muameleler sonucunda çok belirgin şekilde ezilmiş, psikolojik olarak tükenmişti. Duruşmalarında herkesin şahit olduğu bu hüzün verici görüntü vicdan sahibi herkesi etkiliyordu.
Darbeler demokratİk omurgayI yerle bİr ettİ
Salim Başol'un yönettiği duruşmalar 13 Ekim 1960'ta başladı, 15 Eylül 1961'de sona erdi. Yassıada Mahkemesi, iddia makamından duruşmaların sanık ve tanık ifadelerinden savunmaya tanınan imkânlara kadar hukukî dikkat ve anlayışın, adil yargılama ilkelerine özen gösterilmediği, suçluluklarına çok önceden hükmedilmiş insanlarla ilgili hükümlerin açıklanma vesilesi yapıldığı özel bir mahkemedir.
İdamına hükmedilen Hasan Polatkan'ın sözlü savunma yapmasına imkân verilmemesi, mahkemenin bu özelliğinin açık belgesidir. Sonuçta 15 sanığa idam, 31 kişi için müebbet hapis cezası verildi. Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın cezaları onaylandı ve infaz edildi.
27 Mayıs nedir; hükümet darbesi midir, askerî müdahale midir, ak devrim midir? Olayın niteliğini ve anlamını belirleyecek bu tarz sorular ilk günlerin heyecanı ile bir süre hararetle tartışıldıktan sonra çoktandır düşünme gündemimizin dışında kaldı.
Ancak hangi açıdan ve ne tarzda değerlendirilirse değerlendirilsin 27 Mayıs olayı tarihimizin en ciddi kırılma noktalarından biridir. 14 Mayıs'ta iktidar imkânlarını kaybeden geleneksel merkez, askerî ve sivil bürokrasi, on yıl aradan sonra bu konumunu müdahale yoluyla yeniden elde etti.
Bu sonuç ülkemizde sandıktan çıkan tablo ne olursa olsun, sırf buna dayalı bir iktidarın her şeye muktedir olmadığını, yönetebilmek için başka faktörlere ihtiyaç bulunduğunu net biçimde ortaya koymuş oldu.
İkinci Meşrutiyet ile birlikte siyasetin içinde yer alan ve doğrudan etkili olan asker, Atatürk'ün engin ferasetiyle aslî görevine dönmüş, kışlasına girmişti. 27 Mayıs, askerin Cumhuriyet döneminde kışlasından ilk çıkış harekâtıdır. Sivil kesimlerin ülkeyi yönetemediği, gerekli beceriye sahip bulunmadığı inancıyla yeniden siyasi alana girme ihtiyacı duyan asker, kendine biçtiği misyonunu benimsediğinden kışlasına dönmekte çok zorlandı. Nitekim 27 Mayıs'tan sonra Türkiye'de 22 Şubat, 21 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi amacına ulaşan veya ulaşmayan, hatta bir kısmı kamuoyunun bilgisi dışında kalan seri halinde sarsıntılar, artçı depremler, müdahaleler yaşandı.
Bütün bu girişimler amacına ulaşsa da ulaşmasa da, sonuçta her safhada demokrasimiz ciddi şekilde zedelendi. Halkın tercih ve iradesinin üzerinde başka etkenlerin, faktörlerin varlığı demokratik düzenin işleyişine ilişkin haklı kuşkular doğurdu.
Müdahalelerin her biri yönetim kademelerinde ve siyasi kadrolarda toplu tasfiyelere yol açtığından, demokrasilerin aslî unsurlarının başında gelen siyasî partilerde siyasal ve kurumsal gelenek, kadro silsilesi oluşmadı; tarih, tefekkür ve ideolojik ortamdan, derinlikten mahrum bırakılan siyasi kuruluşlar bu tablonun bir sonucu olarak siyasi hayatın kendi kuralları içerisinde maya tutmasına, demokratik omurgayı oluşturmasına doğal olarak fazla katkı sağlayamıyorlar.
27 Mayıs sabahı ülkede kardeş kavgasını önlemek amacıyla idareye el konulduğunu açıklayan askerî yönetimin uygulamaları ne yazık ki farklı oldu. Toplumun bir kısmı sokakları ve meydanları doldurarak sevinç gösterileri yaptı. Ancak sayı bakımından en az bunlar kadar kalabalık olan diğer bir kesim derin bir korku ve endişe içinde içine kapandı. Basının sorumsuz ve şuursuz bir şekilde öncülük ettiği "düşükler, kuyruklar" gibi hakaret içeren sözcükler, suçlamalar uzun süre havada uçuşup durdu. Yassıada Mahkemesi'nin kararları toplumun büyük çoğunluğu tarafından hukuki, vicdani ve haklı bulunmadı.
Bir süre sonra baskı ortamı ortadan kalkınca Menderes'in naaşının halkın geniş katılımıyla, büyük bir sevgi ve saygı halesiyle Topkapı'daki anıt mezarına nakledilmesi, Celal Bayar'ın Yassıada kararlarından 21 yıl sonra vefatında cenazesinin çok anlamlı bir görüntüyle komutanlarımızın elleri üzerinde yükseltilmesi bu kararlara karşı millet vicdanında oluşan ve nesiller boyu süreceği anlaşılan ıstırabın, tepkinin, tel'inin ibret verici görüntüleriydi.