Yahudiler Almanlardan, Almanlar Müslümanlardan daha mı zeki?

Günlerdir Almanya bu soruyu gündeme taşıyan ve herhangi biri tarafından değil, Almanya Merkez Bankası yönetim kurulu üyesi, Berlin Eyaleti Maliye bakanlığı yapmış ve Sosyal Demokrat Parti (SPD) üyesi olan Thilo Sarrazin ve tezlerini tartışıyor.
 
İnsan genleri ve zekânın irsi bir özellik olup olmadığını tartışmaya açmanın hiçbir anlamı yok. Yahudilik ve Müslümanlığın bir din, Alman teriminin bir etnik terim olduğunu ve insan genlerinin haritası ile dinlerin örtüşmediğini bilmek, Sarrazin'in yanlış yola girdiğini görmek için yeter. Kaldı ki tezlerinin dayanağı "bilimsel" araştırmaya göre (Richard Lynn, IQ the Wealt of Nation) Hıristiyan olan Habeşistan'ın (63 puan) geri zekâlılar ülkesi olması gerektiği, göz önüne alınırsa, bu soru ve dayandığı tezin üstün zekâ ürünü olmadığını düşünmek için yeterlidir. Geri zekâlı olmadıkları şüphe götürmeyen Almanların (102 puan) (Bu araştırmaya göre Türkler 90 puanla pek zeki görünmüyor, dünya zekâ merkezi ise Uzak Asya. Güney Kore 106, Japonya 105. Tayvan 104) günlerdir bu saçma tezleri tartışması, şüphesiz bu tezlerin doğruluğundan kaynaklanmıyor. Bankacı, politikacı, yazar ve iktisatçı Sarrazin'in tezlerinin bu kadar ses getirmesi, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde izlenen demografik sorun yanında, göçmen politikasında yıllardır süren ihmallere işaret etmesi ve giderek güçlenen "yeni Avrupa aşırı sağının" ırkçı görüşlerini benimsemesinden kaynaklanıyor. Sarrazin'e göre "Almanya kendi kendini bitirme" süreci yaşıyor. Bir yandan çocuk yapmamakta ısrarlı "zeki" Almanlar, öbür taraftan hızla üreyen "geri zekâlı" Müslümanlar Almanya'yı, tarihi, kültürü ve genetik yapısı ile tehdit ediyor. İsterseniz Almanya'da derinlemesine süren bu tartışmanın kaynaklarına, demografi ve göç sorunu ile başlayıp, Sarrazin'i tehlikeli kılan ırkçı "yeni Avrupa aşırı sağına" ve son olarak da bu tür görüşlerin nerelere kadar etkin olabileceğine değinelim.

SARRAZİN DÜRÜST DAVRANMIYOR

Almanya'nın yüksek sesle olmasa bile yıllardır tartışılan ve köklü sorun olduğu şüphe götürmeyen demografi sorunu ile göç ve uyum politikası Sarrazin ve tezlerini "ciddi" ve bir bakıma önemli kılıyor ve ses getirmesini sağlıyor. Almanya'da doğum oranı son yıllarda giderek düşüyor ve kadın başına 1,4 çocuk ile kaygı verici nitelikte. Bir günden öbürüne değişmeyen demografik gelişme sayılara dökülürse Almanya'nın hızla nüfus kaybettiğini ve giderek küçüldüğünü görmek için yeterlidir. AB Komisyonu'nun yaptırdığı bir araştırmaya göre bugün 42 milyon sosyal sigortalı çalışanı olan Almanya ekonomisi 2035 yılında 24 milyona gerileyecek, şayet her yıl net 600 bin göç almaz ise. Gençlerin sayısının küçülüp, bakım sorunu büyüyen yaşlıların etkin olacağı bir topluma dönüşüm söz konusu. Sarrazin'in "yok olma" süreci olarak algıladığı bu sorun Avrupa'da sadece Almanya'ya özgü olmadığı gibi, genel bir Avrupa sorunu da değil. Doğum oranı, kadın hakları ve eğitim konusunda sorun yaşanan Almanya, İtalya, Yunanistan, İspanya gibi ülkelerde hızla düşerken, kadınların sosyal haklarını ve eğitim sorununu önemseyen İskandinav ülkelerinde doğum oranı kadın başına 2 çocuk üzerinde seyrediyor. Ekonomik ve sosyal yapısı ile Danimarka'dan farklı olmayan Almanya nüfus kaybediyorsa, bu ülkenin yıllardır eğitim ve kadınların sosyal haklarına kayıtsız kaldığı, "tutumlu" devlet bütçe politikası yüzündendir, Almanların son yıllarda yatakta tembelleştiklerinden değil.

Göç ve uyum konusunda da durum pek farklı değil. Sarrazin gibi iktisatçıların son yıllarda dil sorunu yanında, sosyal, kültürel ve ekonomik olarak (Almanya'da genel işsizlik oranı % 8 iken göçmenlerde % 19 düzeyinde) uyum sorunu yaşayan göçmenlere yönelik aktif bir politikaları olmadı. Türkiye'de de bürolar açarak göçmen işçi "Gastarbeiter" alan Almanya daha düne kadar bu insanların geçici olarak geldiğini ve tekrar ülkelerine döneceğini düşündü. "İş gücü çağırdık, insanlar geldiler" cümlesi son yirmi yılda etkin olmaya başladı ve iki nesil sonra Almanya'nın göç alan bir ülke olduğu ve uyum politikası gerektiği anlaşıldı. Göçmen ve en büyük göçmen grubu Türkiye kökenli çocukların UNESCO'nun Pisa araştırmasına göre oldukça zayıf olmaları, özünde bu her türlü ayrımcılığa tabi tutulan sosyal grubu devletin yıllardır kendi haline bırakması ve destek vermemesinden kaynaklanıyor. Sarrazin biraz dürüst olsa ve meselenin politik ve sosyal boyutuna baksaydı, aynı göçmen sosyal grubundan gelen çocukların yine Pisa araştırmasına göre İsveç'te çok daha iyi durumda olduğunu görür, Almanya'nın eğitim politikasında ihmalleri olduğunu fark ederdi. OECD'nin bu konuda yaptığı en son araştırmada (Education at a Glance 2010) OECD ülkeleri eğitime milli gelirin ortalama % 5,5'ini harcarken bu oranın Almanya'da % 4,7 olması tesadüf değildir.
 
Her neyse, Sarrazin "kıyas öğretisini" bireyler üzerine bile tartışmalı, zekâ ve irsi yetenekler konusunu din ve milletlere uygulamak yerine, hâkim olduğu ekonomik ve sosyal konulara kaydırsa, belki verimli tezler üretebilirdi. Fakat tezleri ses çıkarır mıydı, bilemiyoruz. Sarrazin'i ve tezlerini ilginç, tehlikeli kılan ve Almanya kamuoyunun yakından izlemesi yukarıda değindiğimiz gerçek sorunlara İslamofobi, ırkçı, hatta kafatasçı diyebileceğimiz tez ve görüşler ekleyerek, hiç iyi kokuların gelmediği bir düşünceler kokteyli sunmasıdır. Sarrazin, Almanya'nın Müslümanları geri zekâlı oldukları ve asimile olmadıkları için Alman ırkı ve kültürü için tehdit kaynağı olarak görüyor. Sarrazin "keşke Almanlardan % 15 daha zeki olan Doğu Avrupa Yahudileri gelseydi" diyerek, genetik karışım ideali üzerine de ipuçları veriyor. Yeni Avrupa aşırı sağının uzun zamandır savunduğu bu "İslam tehdidi"nin Sarrazin gibi Almanya'nın en seçkin konumunda olan biri tarafından savunulması, bu görüşlerin Hollanda'da olduğu gibi Almanya'da da küçümsenmeyecek bir kitle tarafından paylaşılabileceğine işaret ediyor.

Yeni aşırı Avrupa sağını, klasik aşırı sağdan ayıran ve oldukça tehlikeli kılan da, toplumun eğitilmiş orta sınıfının korku ve düşüncelerine açık olmasıdır. Yeni aşırı sağ anti-semit olmadığı gibi, kadın hakları, homoseksüeller, özürlüler gibi konularda oldukça liberal diyebileceğimiz, klasik aşırı sağın hayal bile edemeyeceği görüşler savunuyorlar. Derin bir Müslüman düşmanlığının hakim olduğu, Hollanda'da Wilders, Pim Fortuyn gibi politikacıların sembolize ettiği bu politik akım, İslam ve Müslümanlara karşı kadın haklarına sahip çıkarak, Müslüman ülkelerde homoseksüellerin durumuna işaret ederek kampanyalar yürütüyor, benzer sorunları olan Katolik, Ortodoks veya Yahudiliğe dokunmadan. Siyasi partiler bu yeni politik akıma karşı savunma stratejileri ararken, klasik Nazi gruplarına karşı oturmuş görüşleri de Wilders, Sarrazin gibi politikacılara karşı pek etkileyici olmuyor. Bu görüşlerin Türkiye kökenli aydınlar tarafından bile savunulması islamofobinin Avrupa'da ne kadar yaygın olduğunu gösteriyor.

AB ÜYELİĞİMİZDEN ÖNCE AVRUPA'NIN GELECEĞİ TARTIŞMA KONUSU OLABİLİR

Mesela Sarrazin'in kitabını "kurtuluş hamlesi" olarak niteleyen ve Sarrazin'in tezlerini sadece üstlenmekle kalmayan sosyolog Necla Kelek, Müslümanlıkta etkin olan "taqlid"in eğitim ve soyut düşünme yeteneğinin gelişmesinde engel olduğuna işaret ediyor. Bayan Kelek'e göre "Osmanlılar tarafından okuma yazma öğrenmeleri engellenen, bugün bile kızların okula gitmediği Anadolu veya Mısır Hakları ile Johan Sebastian Bach'ın oğulları aynı irsi yetenek ve zekâya sahip olamaz." (Frankfurter Allgemeine Zeitung 30 Nisan 2010) Sarrazin üzerine izlenen televizyon programlarında "İslam eleştiricisi" sıfatı ile çıkan Bayan Kelek'in görüşleri pek yeni değil, yıllardır biliniyor. Birkaç yıl önce Köln'de tüm siyasi partilerin desteklediği cami yapımına da karşı çıkmış, Almanya'da camilerin mahzenlerde olmasını sorun olarak görmeyip, camilerin kiliseler ve sinagoglar gibi ibadethane sayılamayacağını ve minarenin "iktidar sembolü" olduğunu savunmuştu. Bayan Kelek'e göre İslam bir din değil, "bir dünya görüşüdür" ve "kendine özgü bir inanç öğretisi yoktur." (Frankfurter Algemeine Zeitung 5 Haziran 2007) Sorun aslında bu tür kişilerin varlığı, söyledikleri veya düşünceleri değil. İslam veya diğer dinlere karşı olan, daha radikal ve hakaret içeren düşünce ve görüşleri savunan insanlar da var. Sorun Necla Kelek gibi düşünenlerin "Müslümanlar" ile diyalog amacı ile oluşturulan kurumlara alınması ve televizyon programlarında görüşlerine geniş yer verilmesidir, neyi temsil ettikleri sorgulanmadan. Son günlerde göze batan, Almanya'da Sarrazin gibi politikacıların saldırı ve hakaretine maruz kalan "Müslüman" toplumunun, televizyon programlarında Sarrazin'in görüşlerini daha radikal savunan Bayan Kelek gibilerinin de hakaret ve aşağılamasına maruz kalmasıdır. Bu tür bir yayın politikasının diğer inanç gruplarına karşı yapılabileceğini veya bu tür görüşlerin Yahudilik veya Hıristiyanlığa karşı bu kadar geniş platform bulabileceğini sanmıyoruz. En komik olan ise Bayan Kelek'in televizyon programlarına bir nevi "Müslüman temsilcisi" olarak katılmasıdır.

Her neyse, Almanya'da Sarrazin tartışmasının sevindirici görüntüleri de var. Başbakan Bayan Merkel ve önemli tüm bakanlar Sarrazin ve görüşlerine karşı çıkmakla kalmadılar, aynı zamanda böyle bir kişinin ülkenin merkez bankasını, Almanya'yı temsil edemeyeceğini de vurguladılar. Mecliste temsil edilen tüm politik partiler, önemli sivil toplum kuruluşları, hatta Sarrazin'in çiçek atmaya çalıştığı Yahudi kurumları da Sarrazin ve görüşlerinin insan haysiyetini rencide edici özellikte olduğunu vurguladılar. Merkez Bankası (Bundesbank) Yönetim Kurulu oybirliği ile cumhurbaşkanından Sarrazin'i görevden almasını istedi. Sıkıntıya soktuğu partisi SPD, ihraç amacı ile disiplin sürecini başlattı. Bu tavırlar Almanya'da etkin kurumların Sarrazin ve tezlerinin tehlike boyutunu gördüklerine ve kayıtsız kalmamaya kararlı olduklarına işaret ediyor. Sarrazin'in istifa etmek zorunda kalması bu açıdan toplumun sağlıklı reflekslerinin işlediğine işaret ediyor. Hükümetin milli gelirin % 10'unu eğitim harcamalarına ayırmayı önümüzdeki yıllar için hedef olarak alması da, derin eğitim sorunu yaşayan göçmenler-"Müslümanlar" için de umut verici.

Türkiye açısından bu tartışmaların AB üyelik sürecine etkilerine değinerek bitirelim yazıyı. Gerçi Kopenhag Kriterleri'nde üyelik için aday ülkelere henüz zekâ testi yok, ama Avrupa'da Sarrazin gibi politikacılar ve tezleri etkinleşir ise sadece Türkiye'nin AB üyeliği hayal olmakla kalmaz, Avrupa'nın geleceği üzerine de kaygı duymak gerekir.

Kaynak: Zaman