20 Eylül 2011'de Filistin Yönetimi Birleşmiş Milletler'e bağımsız Filistin Devleti'nin üyelik başvurusunu sunacak. Bu talep, İsrailliler ile bu girişimi engellemek için veto haklarını kullanmaya karar veren Amerikalıların karşıtlığını uyandırıyor.
Yakında Filistinlilerin BM'den almaya çalıştıkları tanınmaya odaklanacağız. Güvenilir gözlemcilerin çoğunluğu Filistin'le ilişkilerinde her zaman dürüst olan bu kurumdan gerekli oyu almasını ve bunun da Filistin davası için bir başka simgesel kazancı temsil etmesini bekliyorlar. Yine de Batı Şeria, Gazze Şeridi, Doğu Kudüs'ü kapsayan bir "Filistin Devleti" resmî olarak ilan edilse ya da BM tarafından tanınsa bile, bu hiçbir somut değişikliğe yol açmayacak, çünkü sahanın gerçeklikleri BM'nin Genel Kurulu'nun oylarıyla değil, Filistinlilerin ve İsraillilerin ve onları destekleyen yabancı hükümetlerin tutumuyla belirleniyor. Bu nedenle, esas olarak retorik ve simgesel olan etkisi olması dolayısıyla, kişisel olarak BM'ye Filistin başvurusu konusunda bazı kuşkularım var.
Bu ay New York'a Ortadoğu ile ilintili iki olay damgasını vuruyor: 11 Eylül saldırısının 10. yıldönümü ve Filistin'in BM Genel Kurulu'nda İsrail'in 1967'den beri işgal altında tuttuğu topraklarda kurulacak bağımsız bir Filistin devletinin tanınması başvurusu.
Daha da ilginç olan, İsrail ve ABD'nin bu talep karşısındaki tepkileridir. Amerikan yasama ve yürütme erkleri bazen müeyyide tedbirlerine de başvurup yardımları askıya almakla tehdit etmeye kadar giderek bu talebi açık bir biçimde mahkum etti. İsrail hükümeti bu oylamayı engellemek için elinden geleni yaptı ama en sonunda talebin oylamaya konulmasını kabul etti. İsraillilerin ve Amerikalıların hep öne sürdükleri argüman, bu talebin doğrudan iki taraflı görüşmelerle İsrail-Filistin çatışmasının çözümü arayışlarını engelleyeceğidir. Eski ve bugünkü olguların yalanlamasına karşın bunu en ciddi bir biçimde iddia edebilmekteler.
Gerçekte 1991 Madrid Konferansı ve 2003 Oslo Antlaşmaları'ndan bu yana ABD ve İsrail, İsrail-Filistin görüşmelerini isteklerine uygun olarak yönlendirdiler. İsrail diplomatik angajmanları ele geçirdi, çünkü bu ülke işgal ordusu ile olayları kontrolünde tutuyor, çevreyi sarma stratejisi ve yerleşmecileri ile de Filistinlilerin topraklarını, hava sahalarını, karasularını, ticaretlerini, güvenliklerini ve finansal kaynaklarını denetim altına alarak bu halkı rehin alıyor. ABD ise ikili görüşmelerde arabulucu rolünü ele aldı ve tarihteki en büyük diplomatik yeteneksizlik örneği olarak yerini alacak olan bir dizi başarısızlığın tahrikçisi oldu. Tarihçiler bir gün bunları amatörlük olarak mı yoksa ABD'nin hakemlik çabalarını sınırlayan açıkça İsrail'in tarafında yer almaktan mı kaynaklanan bir tutum olarak mı kaydedeceklerine karar verecekler.
Sebep ne olursa olsun, halihazırdaki güç dengesi ve İsrail'e bu denli yandaş bir Amerikan arabulucu ile ikili görüşmelerin sonuçlanma ihtimali yok. ABD ve İsrail'in bu denli şiddetli bir şekilde Filistin'in BM'ye üyeliğine karşı olmalarının nedeninin bu girişimin Arap-İsrail sorununa referans unsurlarını tümüyle kontrol edemedikleri uluslararası hukuk ve dünya konsensüsü olan ender görülen bir girişim olmasından kaynaklandığından kuşkulanıyorum. İsrail ve ABD, İsrail ve Filistin hakkındaki siyasi hükümlerin ve diplomatik prosedürlerin, İsrail'in önceliklerinin ve Washington'daki İsrail yanlısı lobilerin devasa güçlü sayesinde İsrail'in her isteğine ABD'nin olumlu yanıtının oluşturduğu bağlamın dışında gerçekleşmesini kesinlikle kabul etmezler.
Olayın yönünü değiştirmekten başka bir şey hedeflemeyen bu tartışmaların, esas olarak sembolik değeri bulunan Filistin Devleti'nin BM tarafından tanınması oylamasını engellemesine izin vermeyelim. Gerçek sorun ise Filistin ve İsrail'in tarihinin yasayla ve uluslararası topluluğun her iki tarafı hakkaniyetli bir biçimde mi yoksa Siyonizm'in ve bağımsız bir aktörden dolayısıyla da tarafsız bir hakemden çok bir vantriloğun kuklasına benzeyen Amerikan diplomatik ortağının mı belirleyeceği sorusudur. The Daıly Star 13 Eylül 2011
Kaynak: Zaman