Washington Türkiye'yi yanlış okuyor

 

Bir kelime yazacağım.

İslamcı.

Aklınıza ne geliyor? Şimdi de bir ifade yazacağım.

Dünya’nın en dinamik şehri.

Aklınıza ne geliyor?

Bu ikisini bir arada düşünebilir misiniz?

İslamcı denilince büyük bir ihtimalle durgun, çürümüş bir ekonomisi olan, kadınların baştan ayağa siyahlarla kapandığı gayri demokratik bir yer hayal etmişsinizdir. Kederli bir yerdir ve yerici anlamda püritendir; Amerika’ya ve Batıya hasımdır.

Dinamizm denilince aklınıza New York, Hong Kong, Şangay, Rio ve Mumbai gibi herşeyin mübah olduğu bir kapitalizmin durgunluk döneminden sonra yeniden canlandığı yerler gelir. Brookings Enstitüsü’nün yayınladığı bir son bir rapora göre dünyanın en dinamik şehri, İslamcı eski belediye başkanı’nın şu an Türkiye başbakanı olduğu İstanbul’dur.

İkisini bir arada düşünün.

Resmi Washington’ın hatırı sayılır bir bölümü Erdoğan’ı kelimenin en kötü manasıyla İslamcı olarak görüyor. Dışişleri Bakanlığı’nın Wikileaks tarafından sızdırılan yazışmalarına göre Erdoğan, Türkiye’yi Osmanlı’nın ihtişamlı günlerine geri götürmek isteyen bir dışişleri bakanı dâhil sosyopatlarla çevrili bir hasım güçtür. Amerikalı bir diplomat 2009 yılında Washington’a “tüm bunlar, ülkenin İslam dünyasına ve dış politikasında müslüman geleneğine daha çok yoğunlaşmaya başladığı anlamına gelir mi?” diye sorup “kesinlikle” diye cevap verdiği bir rapor göndermişti.

Kuzum, diplomatlarımız hafta sonları Ankara’dan uzaklaşmıyor mu? Fiilen herkes uzaklaşıyor ve İstanbul’a gidiyor.

İstanbul, Avrupa’nın 24 saat yaşayan bir başkentidir – evet Avrupa başkenti. Şehir, Avrupa Birliği’nin yıllık olarak fonladığı gereksiz bir işi, Avrupa’nın bölgesel şehirlerinin zengin kültürel hayatına ve gece hayatına ışık tutan bir görevi Avrupa Kültür Başkenti olarak daha yeni bitirdi. Önceki Kültür Başkentleri arasında içkicilerin cenneti Dublin, Glasgow ve Liverpool vardı. 2011’deki başkent ise eğlence tutkunlarının şişelerin kapağını açmaya başladıkları Estonya’nın başkenti Tallinn. İstanbul, biraz düşündüğünüzde -ki açıkçası Washington’dakileri üzerinde düşünmüş değiller - pek de İslamcı olmayan bir gelenekten daha fazlasını barındırmaktadır.

Şu AB fonu da nedir? Türkiye’nin AB üyeliği başvurusunun reddedildiğini mi düşünmüştünüz? Çok yabancı çok İslamcı çünkü öyle mi?  Hayır, üyelik müzakereleri devam ediyor, uzun ve belirli bir süreç izliyor.

Son tahlilde, Türkiye’nin dünyanın en zengin ekonomik birliği olan AB üyeliğine girişi – AB’nin GSYH’sı ABD’ninkinden büyüktür – ikincil bir öneme sahiptir artık çünkü Avrupa ile mevcut ticari bağları muazzam düzeydedir. 2010 yılına ait sayılar henüz belli değil ama Türkiye ekonomisi geçen yılın ortalarında yüzde 11 oranında büyüdü. Seneyi bu hızla kapatmayacaktır ama galiba 2010 yılında Avrasya kara parçasının Batı ucundaki en hızlı büyüyen ekonomisine sahip olacaktır.

Büyümenin büyük bir kısmı AB ile ticaretinden geliyor. Türkiye ticaretinin yüzde 44’ü AB iledir. Kesin sayıların elde olduğu 2007 yılında, AB ülkeleri Türkiye’ye 16.4 milyar dolar yatırım yaptı. Bu miktarda paralar İslamcı ülkelere akmaz özellikle de çıkaracak petrolü olmayanlara.

İstanbul’un elinde tuttuğu statünün nedenlerinden biri de Avrupa ile ticarettir. Genç işadamları Türkiye’nin en büyük şehrini ziyaret ediyor ve gece boyunca yatmayıp oynuyorlar. San Francisco benzeri denize nâzır diğer şehirler gibi Tepeleri Câmilerle taçlanmış Boğaziçi’nin şehri de dinine düşkün -  belki daha fazla.

Resmi Washington’ın Türkiye’yle ilgili kör noktasını anlamak zordur. Ortadoğu’daki en demokratik devlettir, dinamik ekonomisi vardır, NATO’daki ikinci büyük ordudur ve ordusunu mevzilendirme konusunda diğer NATO ortaklarında olmayan bir iradesi vardır. Fakat Erdoğan iktidara geldiğinden beri Türkiye’nin  - anayasa değişikliklerinden bahsetmeye bile gerek yok  - yaşadığı ekonomik ve sosyal dinamizm, dışişleri bakanlığından düşünce kuruluşlarına ve op-ed makalelere kadar göz ardı ediliyor. Türk eknomomisi büyürken bile vergilerin  aşağı çekilmesi dolayısıyla American Enterprise Institute ve Heritage Foundation seminerlerinde ve Cumhuriyetçi Parti’nin etkinliklerinde Erdoğan ve birlikte çalıştığı kişiler özel misafir olarak hoşça karşılanıyorlardır diye düşünmüş olabilirsiniz.

Halbuki tüm tartışmaya genel çerçevesini veren haşmetli İslam kelimesidir. Bunun birazı da Gazze saldırısı nedeniyle İsrail’le arasında başgösteren gerilim ve İsrail komandolarının Gazze ablukasını yarmak isteyen Türk gemisine hücum edip dokuz Türk’ü öldürdüğü olay yüzündendir. İsrail’in Kongre’deki pek çok dostu ve dost yorumcuları İsrail saldırısını haklı kılarken İslam kelimesini tüm olumsuz çağrışımlarla birlikte kullandı. Fakat Washington tipleri yaptıkları en iyi şeyi yaparken – yüksek sesle konuşurken – İsrail’in Türkiye’yle ticareti sessizce devam etmektedir. Yahudi devleti, İslamcı Türkiye’ye insansız uçaklar dâhil savunma teçhizatı bile satmaktadır.

İnsansız uçaklar öncelikle güneydoğu’daki Kürt âsilere karşı kullanılmaktadır. Türkiye’nin olumsuz resminin bir diğer nedeni de bu olabilir. Kürtlerin ABD Kongresi ve yorumcular çevresinde Türkler’den daha çok sayıda dostu vardır. Türkiye 2003 yılında ABD ordusunun Irak’ı işgali için bir alan açmaması yüzünden Washington’da Erdoğan’ın AK Partisine karşı halen geçmemiş bir kırgınlık var sanırım. (Üstelik Türklerin ezici çoğunluğu da meclisin bu şekilde davranmasını istemişti.) 2003 Şubat ayında büyük bir hüsran duygusu yaşayan eski askeri yetkililer ve Bush yönetimindekiler bile kabul etmelidirler ki Irak’ın bazı kesimlerinde özellikle Kürt bölgesinde normal bir ekonomi görüntüsü Türkiye sayesindedir.

Bir de Erdoğan hükümetinin İran ve Suriye ile ilişkileri var. Dış politikamızı şekillendiren ve yönlendirenler nezdinde fazla sıkıfıkı bir ilişkidir bu; gerçi haritayı açma zahmetine katlansalar daha anlayışlı olabilecekler. Türkiye’nin Suriye ile 526 km, İran’la 310 km uzunluğunda sınırı var. Washington, Ankara’nın ne yapmasını istiyor? Komşularıyla konuşmamasını, onlarla ticaret yapmamasını mı? Birgün ABD’ye de lazım olabilecek diplomatik arka kapıları açık tutmamasını mı?

Washington’ın Türkiye’yi olduğu gibi görmek yerine ona İslamcılık hakkındaki tüm Beltway korkularının özüymüş gibi bakması Amerikan çıkarları için tam bir tehlikedir. ABD’nin uluslararası ticaret politikası, Türk ekonomisinin dinamizmini benimsemelidir. Türkiye, BRIC sohbetinin bir parçası olmalıdır. Evet, söz konusu olan Kürtler ve Ermeni jenositi ile yüzleşmeye isteksizlik olduğunda Türkiye’de halen ciddi insan hakları meseleleri var. Fakat insan hakları, basın özgürlüğü, yönetim şeffaflığı gibi konularda zaten tüm BRIC ülkelerinin sorunları var ve bunların hiçbirisi bu ülkelerin artan ekonomik güçleri hakkında Washington’ın politika tartışmalarına realpolitiğin ve ekonominin hâkim olmasını engellemiyor.

Yeni Kongrenin, sağlık sistemi üzerinde yeniden savaş başlatmaya  ve Amerikan ekonomisinin nasıl büyüyeceği konusunda genel bir tartışmaya kararlı olması öylesine utanç verici ki aksi takdirde, hakkıyla dinamik bir şehrin neye benzediğini ve ne hissettirdiğini öğrenebilmeleri  – bunu yaparken de arada iyi vakit geçirmeleri  - için bir gezi düzenleyip Kongre üyelerini İstanbul’a götürmeli.

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı