Önemli bir eşikten daha geçtik. YAŞ toplantısı, gücünü serbest seçimlerden alan, yürürlükteki yasalara ve parlamenter demokrasi ilkelerine dayanarak oluşmuş bir hükümet karşısında, kendini seçmenlerin iradesinden bağımsız bir güç olarak algılayan TSK’nın yeni bir geri adımı ile sonuçlandı. Genelkurmay Başkanı ve Başbakan’ın atanacak isimler konusunda uzlaşmış olması, TSK’nın kendisi açısından kritik bir mevziyi daha kaybetmesi gerçeğini gizleyemiyor. Daha önce başka bir vesileyle vesayet rejiminden çıkış manzarası olarak tanımladığımız durumun devamı bu.
TSK’nın rejimin vasi gücü konumunu korumasını dileyenler dahil, bugün kimse, herkesin gözü önünde yapılan bu bilek güreşinden yürütmenin galip çıktığını yadsımıyor. Bu mücadeleden üstün çıkan tarafın, Anayasa’nın bu konuda açık biçimde yetkili kıldığı güç olduğunu bir kez daha hatırlatalım. 2010 Ağustos’undaki YAŞ toplantısı, demokratik normalleşmenin önündeki önemli bir direnç noktasının çöküşü olarak siyasal tarihimize geçecek.
Önümüzdeki günlerde hükümet aleyhine yalan haber ve karşı propaganda faaliyetleri düzenleme suçuyla haklarında dava açılması ihtimali yüksek olan subaylardan, işledikleri ve kimsenin inkar etmediği bu suçlar nedeniyle hesap sorulması evresi muhtemelen açılacak. Demokratik bir rejimde tartışmasız suç olan TSK mensuplarının bir dizi tasarrufu hakkında yargı yoluyla hesap sorulmaya çalışılıyor. Doğru olanı, Milli Savunma Bakanı’nın söz konusu subayları görevden alması olurdu. Ama demokratikleşmede o aşamaya daha gelmedik.
Genelkurmay Başkanı’nın atama ve terfilerin bütün bu sayılan gelişmeler olmamış gibi yapılmasını dayatmaya çalışması sayesinde, hükümet TSK komuta kademesinden siyasal olarak da hesap sorulabileceğini gösterme fırsatını kullandı. Bu nedenle, TSK’nın 27 Nisan muhtırasına hükümetin rest çekmesiyle başlayan, ardından ‘Ergenekon’, ‘Balyoz’ gibi davalarla devam eden bir sürecin parçası oldu bu YAŞ toplantısı.
Son YAŞ krizinin geçmişte Demirel ve Özal’ın yaşadıkları krizden önemli bir farkı var. Geçmiş krizlerde yürütmenin başı ile TSK komuta kademesinin Genelkurmay Başkanı’nın atanması konusunda yaşadıkları görüş ayrılıklarının nedenleri kamuoyuna pek yansımamıştı. Bu kez Iğsız’ın adı etrafında oluşan gerginlik çok daha farklı yaşandı. Hükümete karşı aktif bir mücadele yürütmüş ve hakkında soruşturma başlatılmış bir generalin atanmasını ve haklarında dava açılmış subayların terfi etmesini reddeden Başbakan ve Cumhurbaşkanı, anayasal yollardan oluşmuş bir yürütme gücüne karşı TSK mensuplarının sadece itaat etmekle yükümlü olduklarını açık biçimde vurguladılar.
Belirtmekte yarar var. Toplumun gözü önünde yaşanan böyle bir siyasal hezimetin yegane sorumlusu, burunlarından kıl aldırmayan TSK yüksek komuta heyeti ve onları temsilen İlker Başbuğ’dur. Hükümetle böyle bir ortamda ve bu konuda bilek güreşine girmeye teşebbüs ettikleri için sorumludurlar. Generallerin ellerindeki imkânları ve gücü doğru değerlendirme ya da değişen topumsal-siyasal koşullara uyum sağlama konularınnda zafiyet içinde oldukları görülüyor.
Son zamanlarda TSK’nın siyasal alandaki hamleleri üst üste yediği yumruklarla kroke olmuş bir boksörün rakibine şuursuz biçimde yumruk sallamasına benzemeye başladı. Başbuğ’un son iki yıldaki hemen hemen bütün sert çıkışlarının ya somut olgular tarafından yalanlanmış olmasının ya da pazu gösterisinden öteye gitmemesinin (örneğin Trabzon çıkarması) de gösterdiği gibi, bugün TSK yüksek komuta kademesinde siyasal ricatın denetimli biçimde gerçekleşmesi için gerekli olan soğukkanlı bir durum analizi yapacak hal yok.
Aksi takdirde, hükümetin büyük ihtimalle YAŞ toplantısı öncesinde Iğsız ile ilgili çekincelerini iletmesini dikkate almadan ve kritik bir halkoylaması öncesinde Tayyip Erdoğan’ın geri adım atmayacağını tahmin etmeden, İlker Başbuğ’un veya çevresinin böyle bir dayatma stratejisini benimsemesini izah etmek mümkün değil.
Elinde beş benzemezle hükümete rest çeken İlker Başbuğ, hükümetin resti görmesi üzerine, halkoylamasında ‘evet’ cephesine şimdilik birkaç puan daha ilave olmasına neden oldu. Başbuğ’un giderayak Erdoğan’a verebileceği en değerli hediyelerden biri, hükümet ve TSK arasında, haksız ve kaybeden kesimin kaçınılmaz olarak TSK olacağı bu gerginlikti.
Atamalar konusunda şahin kesilen TSK’nın, asli işlerini yapmakta gösterdiği zaafiyet iddiaları karşısında suskun kalması da, belki bu kroke olmuş halle açıklanabilir. Heronlarla ilgili iddialara karşı sergilenen kulakları sağır edici sessizlikle Başbuğ’un arkasında tüm yüksek komuta heyetini alarak yaptığı gövde gösterileri karşılaştırılınca, TSK yüksek komuta heyeti asli görevi konusunda kafasının en azından karışık olduğu izlenimi oluşuyor.
Demokratik ülkelerde Silahlı Kuvvetler’in Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı olmasının nedeni tam da bu kafa karışıklığını engellemek ve ordunun ulusal savunma görevi dışındaki işlere bulaşmamasını sağlamaktır. Silahlı Kuvvetler’in konuyla ilgili bakanlığa bağlı olması, onun hükümetten özerk ve ona denk ayrı bir güç olmadığının göstergesidir. Türkiye’de askeri vesayet rejiminden çıkışın gelecek aşaması Genelkurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması olacaktır.
Kaynak: Radikal