Kaygılarımızı 24 Eylül 2008 tarihli yazımızda belirtmiştik. İçinde kimi CHP'li milletvekillerinin yer aldığı Ergenekon lobisinin mahkeme heyetini özellikle Hurşit Tolon ve Şener Eruygur hakkında psikolojik baskı altına almaya çalıştığını, Veli Küçük'ü ise gözden çıkardığını ifade etmiştik.
Bugün gelinen noktada cezaevinde hiç 'orgeneral' kalmadı. Gözaltına alınan emekli orgeneraller Tuncer Kılınç ve Kemal Yavuz tutuklanmadı ya da tutuklanamadı. Şimdi cezaevinde en üst rütbeli (tuğgeneral) iki isim var: Veli Küçük ve Levent Ersöz...
Nöbetçi İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Tolon'la ilgili kararını bu perspektiften değerlendirmek istemem, ancak sınırları zorlayan bir karar olduğu konusunda yaygın bir kanaat vardır.
Sorun, Tolon'un tahliyesinden değil gerekçesinden kaynaklanmaktadır. Kararda Tolon hakkında 'Örgütün yöneticisi ya da üyesi olduğuna dair delil yok' denilerek adeta aklanmıştır.
Dolayısıyla bu karar 'tahliye' değil 'beraat' kararıdır. Mahkemenin henüz ortada iddianame yokken 'beraat' kararı vermesi üzerinde dikkatle durulmalıdır.
Bu gidişle; Davanın Veli Küçük, Levent Ersöz ve İbrahim Şahin arasında sıkıştırılma ihtimali yüksek gözüküyor.
10. dalgadan sonra 1 Numara'ya giden yolun üzerine yüksek bariyer kuranlar, bununla yetinmeyip operasyonu 'küçük'leştirmeye başladılar.
Doğu Perinçek ve taifesi ise 'orgeneraller gibi bizi de unutmayın, yoksa yakarım' dercesine '1 Numara' geyikleri üzerinden kurtulmanın yolunu arıyor. Perinçek'in Silivri'de hakim karşısındaki '1 Numara Hüseyin Kıvrıkoğlu'dur' açıklamasından sonra Aydınlık Dergisi de yalanla bezenmiş bir Ergenekon şeması yayınladı.
Tablo, özetle böyle.
Tersine döner mi, bilemem. Veli Küçük itirafçı olursa ya da bu konuda ikna edilebilirse neden olmasın...
Demokrat Parti özüne dönüyor
Demokrat Parti, demokrasi şehidi vermiş en köklü siyasi yapılardan biridir. 27 Mayıs'la kapatıldı, köklerinden Adalet Partisi fışkırdı. 12 Eylül'le o parti kapatıldı, Doğru Yol Partisi bayrak yarışını sürdürdü.
Şimdi aynı isimle yine siyaset sahnesinde.
Başında Süleyman Soylu adında genç bir süvari var. İddialı konuşuyor, parti misyonuna katıksız sahip çıkıyor.
Darbelere karşı, 367 düzmecesine tepkili, 'önce millet' diyor.
Dün Kanal 24'deki Ankara Masası programında konuğumuzdu. Bir kez daha iddialı gördük. Dedim ki: 'Sayın Mehmet Ağar da sürekli milli irade vurgusu yapıyordu, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir gecede değişti...'
Ağar'la aynı kefede tartılmak istenmesine çok kızdı, 'Geldiğimiz yerlere bakın' dedi. Ağar'ın emniyet kökenli oluşuna, kendinin de gençlik kollarından mücadeleyle bu noktaya nasıl geldiğine dem vurdu. '367 kararı bir kara lekedir' diyerek öz eleştiri yaptı.
Üstelik, İsmail Hakkı Karadayı ile Erkan Mumcu arasındaki telefon görüşmesine rağmen o süreçte hala karanlık noktalar olduğuna dikkat çekti. Ona göre, ileride aydınlanmaya yol açacak benzer ifşaat olursa kimse şaşırmasın.
Bu yaklaşım, Soylu ve arkadaşlarının, raydan çıkan partiyi yeniden eski güzergahına çekme çabasını göstermesi bakımından son derece önemlidir.
Umarım, 28 Şubat'tan sonra siyasi ayarları bozulan Süleyman Demirel ve Hüsamettin Cindoruk gibi olmaz.
Baykal da Bahçeli de gider
Program öncesi ve sonrası DP Genel Başkanı Soylu ile özel sohbet imkanımız oldu. Programda AK Parti, CHP ve MHP oylarının düşeceğini söyleyen Soylu, bu sohbet esnasında rakam da verdi.
AK Parti için 'Yüzde 40 civarında alır' diyen Soylu'nun diğer iki partiyle ilgili yorumu şöyle oldu: 'CHP yüzde 18'i geçemez. MHP de yüzde 12 bandında kalır. Bu sonuçlardan sonra ikisi de yerinde kalamaz, gider.'
Soylu'ya göre; asıl deprem muhalefette yaşanacak, 29 Mart'tan sonra siyaset tarlası yeniden sürülecek.
Sandıktaki kan kaybının, hem iktidar hem muhalefet açısından siyasal sonuçları elbette olacaktır. Bu konuda ben de hemfikirim. Buradaki soru şu: Soylu, bu denklemin neresinde yer alacak?
Önce varlığını koruyabilmesi için 22 Temmuz'daki yüzde 5.4'lük taban oyu yakalaması siyaseten zorunludur. Bunun üzerindeki her puan elini güçlendirir, yüzde 7'lik psikolojik sınırı aşarsa ilk seçimde MHP'nin yerine ikame olabilir.
Tabi, evdeki hesap sandığa uyar mı, onu 29 Mart'ta göreceğiz.
Ceket faturası
Meclis dışındaki siyasi partileri bu denli cesaretlendiren nedenlerden biri, kuşku yok ki, iktidar partisinin bazı illerdeki aday hatası, muhalefet partilerinin (çarşaf-kuran kursu gibi) çelişkili açılımlarının yol açtığı kafa karışıklıklarıdır.
Bir çok il ve ilçede AK Parti tarafından aday gösterilmeyen ancak kamuoyu yoklamalarında halk desteği yüksek çıkan isimler açık arttırmadaydı. MHP, DP ve Saadet Partisi bu adayları kapıştı.
Oy kayıpları belki CHP ve MHP'de lider düzeyindeki köklü değişim taleplerini körükleyebilir, AK Parti'de ise seçim yenilgisi yaşanan illerdeki milletvekillerin siyasi hayatını bitirebilir.
Çünkü Başbakan Erdoğan, aday tespitlerinde bu kez diğer seçimlerde örneğine rastlanmayacak şekilde milletvekillerinin görüşüne ağırlık verdi. Hatta bazı milletvekilleri, karşı çıktıkları başarılı başkanları harcamak için 'siz ceketinizi bile koysanız kazanırsınız' diyecek kadar varoluş nedenlerini inkar ettiler. Göz yaşı dökenler oldu.
Bakalım o milletvekilleri, ilk genel seçimde aday tespiti yapılırken aynı lafı genel başkanlarına söyleyebilecekler mi?
Önemli değil, söylemeseler de Erdoğan hatırlatacaktır. Ceket faturasını ödeyeceklerdir.
Star Gazete