Vatandaş-matandaş ve Anayasa

Yıllarca önce bir 'bizim dinimiz sizinkinden iyidir' tartışmasına şahit olmuştum. Taraflar bin dereden su yetiştirip tezlerini kanıtlamaya çalışıyordu. Ben ise şaşkınlık içindeydim. Şaşkınlık söylenenlerden değildi, benim bu söylenenleri dinlerken vardığım sonuçlardandı.  
  
Kim konuşsa hak veriyordum, sen haklısın, diyordum. Hoca misali herkesin haklı olamayacağını da biliyordum tabii. Bir süre sonra tartışmacıların demagojisinin kurbanı olduğumu anlamıştım. Meğerse taraflar karşılıklı ve sistemli bir biçimde şu kurnaz yolu kullanıyordu: Karşı dinden söz ederken 'tarih içinde siz şunları şunları yaptınız' deyip bir sürü olumsuz davranışları sayıp döküyor, sonra 'bizim dinimiz bunları şu şu sözlerle yasak etmiştir' vurgusunda bulunuyordu. Yani her iki taraf da eşit olmayan şeyleri kıyaslıyordu - davranışlarla söylemleri (yazılanları). Ve hayatta genellikle olduğu gibi, sözler (kolay ve) güzeldi; ama davranışlar kötüydü.

Sözlere değil de davranışlara önem vermem yukarıdaki bu olaydan dolayı değildir, bu tür demagojik yaklaşımın yaşamımı sürekli altüst etmiş olduğundandır. Bir dinî-etnik azınlık üyesi olarak ailemin ve benim başına gelenler, gayet açık ve güzel yasa ve anayasa maddeleri ihlal edilerek uygulandı. Doğumumdan bugüne Varlık Vergisi (1942), 6/7 Eylül (1955), ihraçlar (1964) gibi büyükçe olayları, ve sürekli 'küçükçe' taciz olayları, örneğin 'Türkçe konuş' kampanyaları, askerlikte çavuşa çıkarmalar, spor alanından ve işyerine kadar, göz göre göre hakkın yenilmesi gibi uygulamaları şahsen yaşadım. Sanki sürekli biri bana 'sen vatandaş değil, farklı bir şey, matandaşsın' der gibiydi.

Yasalar önemli; ama ya uygulama?

Sivil anayasa kapsamında vatandaşlık tanımının değişeceğini okuyunca bunlar geldi aklıma. Bugünkü anayasadaki vatandaşlık tanımı beni değil rahatsız etmek çok da memnun etmektedir. Etnik kökene ve dine göndermede bulunmadan 'vatandaşlık bağı ile herkes Türk'tür' ve 'din ve dil farkı gözetmeden herkes eşittir' diyen bir anayasadan neden şikâyet edeyim? Bu yönde bir değişiklik pek bir şeye yaramayacak sanıyorum; çünkü sorun bu maddelerde değildir. Bu maddeleri gündeme getirip -muhtemelen uzun, sert ve gereksiz tartışmalardan da sonra- değiştirmek, bir sorunu düzelttik yanılgısına düşerek zararlı bile olabilir. Kendimizi aldatmış oluruz.

Vatandaşlık-matandaşlık sorunu pratik bir sorundur, toplumsal bir uygulamadır, bir anlayıştır, günlük bir olaydır. Anayasa ve yasalarla da pek ilişkili değildir. 'Onunla görüşürsen seni evden kovarım' tutumundaki otoriter baba anlayışıdır sorun. Cumhurbaşkanının türbanlıları Arabistan'a, başbakanın meclis kararını beğenmeyeni yurtdışına, sağcıların solcuları Moskova'ya, devletin azınlıkları İsrail'e, Yunanistan'a, Ermenistan'a (sözde değil özde) gönderdiklerini görüyoruz. Bu kovalamalar ve kovmalar yaşanırken hiç kimsenin kılı kıpırdamıyor, sıra kendilerine gelince de, ancak o zaman, birden hak hukuk lafıdır başlıyor. Şimdi mağdur duruma düşmüş olan Bekir Coşkun da meğerse türbanlıları çöllere sürmeyi düşünmüş, nasıl ki türbanlılar da bir zamanlar Moskova yolunu dillerinden düşürmedikleri gibi. Cumhurbaşkanından sıradan yurttaşa yayılmış bir anlayıştır bu ikinci sınıf vatandaş anlayışı. Vatandaşların eşit oldukları, Fransız devriminden ve gâvurlara artık gâvur denmeyecek dendiği Tanzimat döneminden bugüne, bir türlü hazmedilemiyor.

Geçenlerde Apoyevmatini Gazetesi Başyazarı M. Vasiliadis, B. Coşkun'a, Cumhurbaşkanını reddetme hakkını Kürtlere ve Rum olarak kendisine de tanıyıp tanımadığını soruyordu. Yanıt basittir. Tanımaz tabii, 'matandaşın' böyle bir hakkı olamaz. Ancak vatandaşlar tahakküm kurar ötekilerin üzerinde. TTK'nın başı Halaçoğlu'nda kökeni şaibeli vatandaşların listesi varmış. Bu liste bir bilimsel araştırmanın ürünüymüş, ama araştıran da araştırmanın sonuçları da gizli! Yayınlamamasının nedeni bu insanları utandırmamakmış. Oysa Türk etnik kökenli olmamanın ayıp sayılmasıdır ayıp olan. Kökenlerle ilgili 'tarihî' ve 'bilimsel' araştırmaların yayınlanmış olanlarını da görüyoruz. Örneğin Sabetaycıların isim listesini içeren Boğaziçi Aşireti kitabı. Kim bu araştırmacılar acaba? Ortalığı arındırmış olan ve gizli çalışan Azınlık Tali Komisyonu olmasın? Ülkeye sızmış Gestapo kuruluşları mı yoksa? Yıllarca önce Nihal Atsız oğluna iç düşmanları anlatıyordu: Ermeniler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Zazalar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler, Çingeneler diye. Sanıyorum bu konuda gizli ve bilimsel araştırmalarımız eksik değildir.

Safkan ırk aramak beyhude...

Böyle bir ortamda anayasa maddelerini değiştirerek 'vatandaşlık' alanında düze çıkılacağını düşünemiyorum. Bilimsel tarih araştırmacılarımız şu an kurnazca bakışıp gülümsemekte ve işlerine devam etmektedirler herhalde. Yeni anayasayı hazırlayanların etnik kökenlerini araştırmayı da artık vazife saymışlardır. Irklar, Adem ve Havva'dan sonra ortaya çıktığına göre çok eskilere gidersek N. Atsız türü Türklerin bir zamanlar saf kan olmadıklarını kolaylıkla varsayabiliriz. İnsanlar olarak hep akrabaydık bir zamanlar, sonra ayrıştık. Köken araştırmacıları bu konuda da bir araştırma yapsalar ya! Onlar belki şoka girer, ama bizler rahatlarız.

Vatandaşlık-matandaşlık karşıtlığını ve sorununu çözmenin yordamı başkadır. En başta teşhis gerekli. Bugüne dek ne yapıldı ve özellikle neden yapıldı? Bu sorunun yanıtı, toplum olarak geçmişle hesaplaşmak demektir. Irkçılığın sorgulanması demektir. Bu ise, sırasıyla, toplumsal kimlikle ilgili bir prosedürdür. Sıkıntı da burada. Bu 'hassas' konuya girmek istemeyenler, karanlıkta kaybettiği anahtarını lambanın altında arayan Hoca misali, zararsız ve masum anayasa maddelerini rötuş etmekle yetiniyorlar. Sivil anayasa gerekli doğal olarak. Vatandaşlık konusunda biraz daha açıklık getirilmesinde de yarar olabilir. Ama asıl yapılması gereken ırkçılığın, insan haklarının, vatandaşlık haklarının ne olduğunu insanlara anlatmaktır. Bunu cumhurbaşkanları ve başbakanlar yapacak yetenekte olmadıkları durumlarda da -bu yönetenler kendi eksikliklerinin bilincine vardıklarında- bu işleri daha inançlı ve yetenekli insanlara havale etmeleridir. Bu alanda hâlâ doyurucu bir okul kitabı görmemiş olmam bu konularda henüz emeklemekte olduğumuzun işaretidir.
 
Kaynak: Zaman