Varlığın Derin Uyumluluğu

Hayatın kusursuz bir 'uyumluluk' içinde varlığını sürdürdüğünü varoluşu gözlemleyerek görebiliriz. 'Uyumsuzluk' olarak nitelenecek olan şey ise; insanın iradi olarak 'uyum'a aykırı davranışlar sergilediği tavırlardan kaynaklanmaktadır. Hayatın uyumluluğa dayalı olması kaosu engelleyen ve hayatın saçma olduğu fikrini çürüten bir varoluş hamlesidir…

Rahman insana hayatı kolaylaştırıcı olması hasebiyle yaşanılacak dünyayı bir 'uyum' içerisinde yarattı!

"O ki yarattı ve düzene koydu ve O ki her şeyin miktarını, biçimini belirleyip hedefini gösterdi." (Ala Suresi: 2-3)

Yaratılışta 'denge ve hedefin' yaratıcı tarafından belirlenmesi eşyada ve hayatta 'derin bir uyum'un olduğunu göstermektedir. Zaten 'seva' kelimesi, denge ile birlikte mükemmellik anlamını da taşıdığına göre vardığımız sonucu haklı gösterir…

Kâinattaki bu uyuma varlıklar içinde sadece insan katılıp katılmama iradi gücüne sahip tek varlıktır. Din ise; insana gönderilen bu uyuma katılma bildirgesidir…

İnsanlar hayatları boyunca sürekli bozgunculuk yaptıklarından dolayı Atamız İbrahim (as) Kâbe'nin duvarlarını yükseltirken yaptığı duayı Kur'an bize naklediyor:

"Rabbimiz onlara kendi içlerinden, senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onları temizleyecek (Zekka) bir elçi gönder. Her zaman üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin!" (Bakara: 129)

Tezkiye kavramı Kur'an'da; düzeltmek, ıslah etmek, temize çıkarmak, en doğru olanı yapmak anlamlarına geliyor. Böylece vahyin ve peygamberlerin bizi barış ve esenlik içinde kâinattaki uyuma çağırdığı belirginlik kazanıyor. İnsan bu sonuç üzere 'sapmadan kurtulma ve uyuma katılma' adına Rabbinin buyruğuna uyma zorunluluğu duymalıdır.

İnsanın yaratılışının 'ahsen-i takvim' olabilmesi; yaratılışına (fıtratına) uyum göstermesine, 'esfel-i safiline' düşmesi de fıtratına aykırı düşmesiyle alakalıdır.

Tezkiye, insanın fıtratına dönme işlevini görür!

Tezkiye; insanın günahlarından arınması, nefsin ve şeytanın kirlendirme ameliyesine karşı vahiy ile arınmayı içerir.

Ed- Dinin fıtrat olması; insan fıtratının yaratılışın eksenini oluşturur. Bu eksen insanın iradi tavır göstererek kâinattaki uyuma katılmasını önemli kılar! Tezkiyenin zıddının 'bozgunculuk' olması, bozgunculuğun 'ekini ve nesli bozması' üzerinde önemle durulmasını gerektirmektedir. Ekin ve neslin bozulması beraberinde adaletsizliği ve zulmü taşır.

Uyumun gerçekleşebilmesi için varoluş ve fıtrat, tezkiye ve fesat kavramlarını doğru olarak okuyabildiğimiz zaman; insanın 'derin uyumluluk' için ne kadar vazgeçilmez olduğu ve dolayısıyla da kendi geleceğinin; mutluluk ve azap olmasıyla bağlantısını kavrayabiliriz…

İnsan tabiatının iki boyutu (iyilik ve kötülük) olması gibi olaylarında iki yönü vardır. Örneğin; Siyah ve Beyaz salt siyah ve beyaz renklerden müteşekkil değildir. Farklı tonajlarda diğer renkleri de içlerinde barındırır. Keskin bir ayrımı Evet ve Hayır kavramlarında da bulamayız. Bir insanın Evet ve Hayır sürecine gelene kadar birçok değişik nedenler etkili olabilir. Bir olayda, bir olguda, bir davranışta tek etkenin varlığını kabul etmek sorunu hiç ama hiç anlamamak demektir. Mesela; güzel olan, daha güzel olan, çok güzel olan ve en güzel olanda olduğu gibi güzelliğin değişik boyutlarını görebiliriz, hayat biraz da böyledir…

Tezkiye fiilini mala uyguladığımız zaman iki kavram önümüze çıkar! Bu, zekât ve infak kavramlarıdır. Zekât infakın bir boyutu olarak anlaşılsa da burada ki ayrım; ahlaki ve hukuki kavramlarına dayanıyor. Bu insanlığın kemale gidiş serüveninin en alt basamağında hukukiliği, –ahlaki olgunluğu bir süreç olarak yorumladığımız zaman da- ahlakiliğin en alt sınırı, meşru ve yasal sınırın son noktasıdır. Bu noktadan sonra fesat başlar… Ahlakilik ise, yasal sınırdan içeriye doğru, kemale doğru bir seyahattir. Yasal ve ahlaki ayrımı konunun netleşmesi bağlamında önemlidir.

Kur'an-ı Kerim'e baktığımız zaman iki tür olgu ile karşılaşırız; haram sınırlar ve helal sınırlar; şunları yapmayın; zina etmeyin, hırsızlık yapmayın vb. veya o muttakiler ki, namazı dosdoğru kılarlar, ahde vefa gösterirler, ırzlarını korurlar ve gözlerini haramdan sakınırlar diye başlayan mümin ve Müslüman insanın özellikleri sıralanır. Yani haramlar, sınırlamalar Piramidin en alt basamağı oluşturur. Buna yasal alan (hukuki alan) diyorum. Haramdan sakınmadan temeli sağlam yapamayacağınız gibi ahlaki sürecin başlangıcını da yakalayamamış olursunuz…

İnsanın kendi konumunu doğru kavrayabilmesi ve sorumluluğuna müdrik bir kul olabilmesi için bu ayrım gereklidir. Çünkü uyumluluğun mükemmel olması ancak insanın ahlaki boyutunu ciddiye almasıyla sağlanabilir. Vahiyle bizi 'karanlıklardan aydınlığa çağıran/çıkaran' peygamberin hayatına baktığımız zaman da böyle bir ayrımı bulabiliriz. Bir taraftan en az kulluğu; yani farzları yaptığı zaman cennete gireceği müjdesini verdiği gibi ahlaki derinliği sağlayacak olan fedakârlığa ve kulluğa davet etmeyi de görebilmekteyiz… Yani peygamberimiz kişiye özel durumları gözetmektedir…

Yasal ve ahlaki ayrımın 'derin uyumluluk' tezimi güçlendireceğini düşünüyorum! İnsanın Rabbi ile ilişkisinin yasal zeminle başlayarak ahlaki boyutuyla derinlik kazanacağını bilmek gerekmektedir. İnsan yapısı itibarı ile 'etkilenen varlık' olduğunu belirleyelim! İnsanda değişimin ise ciddi bir süreç gerektiğini biliyoruz zaten! Sahabe hayatı bize ince çizgiyi hatırlatır. Herhangi bir sahabenin hayatını ele aldığımız zaman yaşadığı süreci gözlemleyebiliriz. Buna tipik bir örnek: Ebuzer-i Gifari'dir. Hırsızlıktan toplumsal adaletin ve paylaşmanın savunmasına yürüyen çizgiyi hepimiz biliriz…

Bu sabır isteyen süreci doğru kavradığımız zaman; bizim kendimizi arındırma, ahlaki yapımızı güçlendirme, haram sınırına çokça riayet etmemiz gerektiğini anlarız. Haram sınırı; insanın fesat çizgisine düşüşün başlangıç noktasıdır. O yüzden insan, en hassas olan bu noktayı belleklere kazımalıdır.

Günümüz Müslüman'ının ahlaki açıdan çok ciddi bir kriz yaşadığı ortadadır. Bu durumu yasal ve ahlaki ayrım çerçevesinde düşünelim! Hepimizin mutabık kalacağı ahlaki zafiyetler biliniyor. Yasal sınırların çokça zorlandığı bir zamanı idrak ediyoruz. Modern zulümatın bundaki payı inkâr edilemez! Ancak 'Müslüman olma' anlayışımızın bundaki payını da göz ardı etmenin kimseye faydası yoktur.

Öyleyse; insanın kendisiyle,, insanın insanla, insanın çevresiyle ve insanın Rabbi ile uyumunu sağlama adına müminin yapması gereken amelleri ortaya koyalım:

Allah'ın haram kıldığı sınırlara tam riayet!

Allah'ın bize farz kıldığı ibadetleri bırakmadan nafile ibadetleri kulluk şuuruyla ifa etme!

Allah Resulünün vahyin belirttiği örneklikle örneklediği 'mümin şahsiyeti' elde edebilme adına bütün gayretini ortaya koyma!

Her halükarda ahlaki davranmayı öncelikli yaşam biçimi haline getirme!

Böylece mümin insan bu dört aşamayı gerçekleştirdiğinde İslam (barış) hayatın kendisi haline gelir! Fesat, bütün boyutluluğu içinde yok olur. Şeytan, ayağını kaydıracak bir insanoğlu bulamaz! Nefis; kendini hesaba çekerek, uslu uslu kalbin denetimine girer. Kötülük, tasını- tarağını toplayıp dünyayı terk eder! Cennet yeryüzüne iner ve insanlar mutlu olur.

Ahlak yaşamın gayesi olduğunda ehliyet ve liyakat kazanır.

Liyakatli insanlar görevlendirildiklerinden, insanlar üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirirler. Sen yap mantığı iflas eder, âlim ve aydın insanların değeri iyi anlaşılır ve 'kader değiştiren bilgiye sahip insanlar' sahiplenilir! Hiyerarşi ahlaki yapının gücünden dolayı kendiliğinden işlevsellik kazanır. Haklar sorumluluklar çerçevesinde yerine getirilirken, feragat ruhların gıdası özelliği kazanır! Mükemmel uyum beklentileri, görev beklemeleri ortadan kardırırken, herkes kendi sorumluluğunu kendiliğinden kuşanır ve eşya ile barış imzalanacağı için, haksızlıklar son bulur, zulme meyledilmez, fakiri koruyacak zengin, yetimi okşayacak şefkatli insanlar, zulme uğrayacak insanları savunacak haktan yana güçlüler olacaktır…

Yasal sınırları koruyan, erdemli bir hayatı önceleyen insan; Kâinat ile birlikte "O"na doğru yönelmekte, 'derin uyumluluk' içinde Allah, Resulü ve müminlerle 'dost' olmaktadır. Kulluk şuurunu hayatın bütün alanlarına yaydığı içinde 'İslami değişim ve dönüşümü' kendisinde başlatıp Ailede, toplumda ve ümmet içerisinde sürdürür. Karanlığa bir meşale yakarak aydınlık yarınlara vesile olur…

Rabbimizden istiğfar dileyerek ahlaki davranmayı bayrak haline getirelim ve çabalarımıza devam edelim: çaba ve gayret bizden başarı ise Allah'tandır…