Vakit, bir 'yalanlama makinası' mı?

Geçenlerde, kartel gazetelerinde çıkan bir "haber" üzerine harekete geçen muhabirlerimiz, "olayın yalan olduğunu" öğrenince, haberi yazan "kartel muhabiri"ne telefon etmişler...

"Olayın aslını" anlatmışlar kendisine... Sonra da, "Şimdi ne diyeceksiniz?" diyerek, görüşünü sormuşlar... Kartel muhabiri ne dese beğenirsiniz?.. "Yahu" demiş, "Sizin başka işiniz yok mu?.. Hangi haberi yapsak, hemen peşine düşüp, yalan olduğunu ortaya çıkarıyorsunuz!.. Bizim haberimiz doğru olmuş, yalan olmuş, size ne?.. Siz yalanlama makinası mısınız?"
Muhabirimiz; "Peki" demiş, "Siz de yalan üretme makinası mısınız?!?"

İMAM-KEÇİ MESELESİ!

Çok doğru... Özellikle "Müslümanları töhmet altında bırakan" haberler konusunda çok duyarlıyız... Çünkü biz inanıyoruz ki; eğer bu "yalan" haberler anında "yalanlanmaz" ise, hafızalarda bu şekliyle kalır... Gelecek kuşaklar da, bu "yalan"ları "doğru" zanneder!..
Vakit, bir yandan böyle bir endişe ile, bir yandan da "tarihe not düşmek" için "kartelin haberleri" konusunda son derece hassas davranıyor...
Aksi halde;
1950'li yıllardaki, "keçisi çalınan imam" olayının, hafızalara "imam keçi çaldı" şeklinde yansıması gibi bir risk, her zaman var!..
Öyle ya; bir haber veya yazı, "yazıldığı" yerde kalmıyor!.. Önce "hafıza"lara kazınıyor, sonra da "tarih"e intikal ediyor!..
İşte bu düşünceyledir ki, kartel gazeteleri pek hoşlanmasa da; Vakit, bir dedektif gibi kartel haberlerinin peşine düşmekte ve onların "yalan"larını deşifre etmektedir!..
Onlar, "keçisi çalınan imam"la ilgili haberi "imam keçi çaldı" şeklinde vermeye devam ettikleri sürece de, "yalanlama makinası" olmaya devam edeceğiz...

GÜL, İNÖNÜ VE TAZİYE

Biliyorsunuz, geçtiğimiz günlerde bir "haber/yorum" yansıdı gazetelere...
"İnönü'nün ölümü" dolayısıyla bir yazı kaleme alan Milliyet yazarı Derya Sazak dedi ki;
"İnönü'nün ölüm haberi Türkiye'de televizyon haberlerine yansıdığında, Çankaya Köşkü'nden de telefon geldi. Cumhurbaşkanı Gül'ün, eşi Hayrünnisa Gül ile birlikte İnönü ailesine taziye ziyareti yapma istekleri iletiliyordu. Ancak telefondaki yetkililere, Pembe Köşk açısından taziyeyi telefonda kabul etmenin daha uygun olacağı anlatıldı."
Bu yazının çıktığı gün; hem "Cumhurbaşkanlığı makamı"ndan, hem de "İnönü ailesi" adına Gülsün Bilgehan'dan bir açıklama geldi... Cumhurbaşkanlığı; "Böyle bir taziye talebi olmamıştır... Dolayısıyla reddedilme konusu da mevzubahis değildir" derken, Gülsün Bilgehan, "Sayın Cumhurbaşkanı'na kapımız her zaman açıktır" şeklinde bir açıklama yaptı.
Derya Sazak ise "iddiasında ısrar" etti:
"Dünkü yazımızda Erdal İnönü'nün ölümü üzerine Pembe Köşk'teki taziye ortamını anlatırken, Cumhurbaşkanı'nın eşiyle birlikte gelmesi yerine telefonda alınan başsağlığı dilekleriyle yetinildiğini aktarmıştık. Erdal Bey'le uzun yıllar siyaset yapmış, aileye çok yakın bir arkadaşımın verdiği bu bilginin "gerçeği yansıtmadığı", Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi'nce açıklandı. Dün tekrar sordum: Cumhurbaşkanlığı Özel Kalemi tarafından ziyaret isteği iletilmiş. Olay yazdığım gibi gelişmiştir."
Gördüğünüz gibi, ortada "3 açıklama" var... Ve, taraflardan ikisi "yalan" derken, diğeri "yazdıklarım doğru" demeye devam ediyor!..
Bir olayda "iki doğru" olamayacağına göre, açıklamaların birinden biri yanlış!..
Ya "Cumhurbaşkanlığı" ve "İnönü ailesi"nin açıklamaları yanlış, ya da Derya Sazak'ın yazdıkları!..
Acaba, hangisi doğru?..
Kamuoyu, elbette "gerçeği öğrenmek" isteyecek... Ancak, görünen o ki; bu, asla mümkün olmayacak... Çünkü, bir süre sonra bu olay da unutulup gidecek!..
Gelecek kuşaklar da; "kesin doğru olan şudur" diyemeyecek... Çünkü, "taraflardan birinin açıklaması"nı dayanak alacak birinin karşısına, "diğerinin açıklaması" çıkarılacak!..

GÜL, GÖZDEN GEÇİRECEK Mİ?

Bu durum, madalyonun bir yüzü!..
"Öteki yüzü"nde ise bambaşka kombinezonlar var ki, bizi, asıl bu yönü ilgilendiriyor!..
Merak ediyoruz;
"Alçak gönüllü, yumuşak huylu ve kin gütmeyen" tavırlarıyla bilinen Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, bundan sonraki görev süresinde "Milliyet"le veya "Derya Sazak" ile ilişkilerini "yeniden gözden geçirecek" midir?..
Eğer böyle bir tavır içine girmezse, sık sık bu tür "kıskaç" ve "kuşatma"lara maruz kalması işten bile değildir.
Dahası; "misilleme" yapılmayan ve "cezasız" kalan her "suç"un tekrarlanarak büyümesi gibi; daha başka bir "dedikodu" ile, devreye başka "kuşatmacı"lar da girecek ve ister istemez "Cumhurbaşkanlığı makamının saygınlığı" tartışmaya açılacaktır!..
Tabiî, burada "hedef" alınan ve yıpratılmaya çalışılan "Cumhurbaşkanlığı makamı" değildir...
Bir "söylenti"den yola çıkarak yazı yazan Derya Sazak'ın hedefinde de, "Çankaya Köşkü" yoktur...
Hatta Abdullah Gül de yoktur... Derya Sazak ve onun gibilerin hedefi sayın Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Hanım ve onun şahsında da "başörtüsü"dür!..
Kısacası, "dışlamaya, horlamaya ve aşağılamaya" çalıştıkları "başörtüsü"dür!..
"Taziye" olayı "gerçek" de olsa, "yalan" da olsa; aslında maksat hasıl olmuş ve Hayrünnisa Hanım'ın şahsında başörtüsü aşağılanmıştır!..
Hele de, Derya Sazak, "Olay yazdığım gibidir" demekte ısrar ediyorsa!..
Sayın Abdullah Gül, "gerginlik olmasın" düşüncesiyle, herhalde bu "amaç"ı görmezlikten gelmeyecektir!.. Gelmemelidir!.. En azından; "ülke kadınlarının yüzde 70'inin başörtülü olduğu" gerçeğini gözardı edip, duyarsız kalmamalıdır!..

BAŞÖRTÜLÜLER NİYE OKUYOR?

Olayın bir boyutu böyle... Diğer boyutunda ise, "başörtülü hanımlar" ve elbette onların eşleri var!..
Yukarıda aktardığımız olay; doğru da olsa, yanlış da olsa, yalnızca "taziye talebinin reddedilmesi" boyutundan ibaret değildir... Bu olayın temelinde, "başörtülülerin dışlanması, horlanması ve aşağılanması" gibi bir "zihniyet" var!.. "İnönü ailesi"nde yoksa bile, Derya Sazak'ın ve yazıyı önemli bularak 1. sayfadan anonslayan "Milliyet yönetimi"nin var!..
Öyle umuyoruz ki;
Derya Sazak yazıyı yazarken, Milliyet yönetimi de yazıyı anonslarken; herhalde "büyük bir haz" duymuşlardır!.. Öyle ya; "Laikliğin sembolü" dedikleri Pembe Köşk'e gelmek isteyen "başörtülü" bir kadının talebi reddedilmiş!.. Hem de, "Cumhurbaşkanı'nın eşi" olan başörtülü bir kadın!.. Bundan büyük "direniş" mi olur?!?..
İşte burada sorgulanması gereken bir tavır da, "başörtülülerin tavrı"dır!..
Başörtülü hanımlar, "reddedilmelerinden haz duyan yazarlar"ın yazı yazdıkları gazeteleri almaya/okumaya mecburlar mıdır ki; o gazetelere "para" verip, kendilerine sövdürüyorlar!..
Başörtülü hanımlar "aşağılanmak"tan ve "saldırıya uğramak"tan zevk mi alıyorlar ki; "Terörü protesto gösterilerinde niye başörtülüler yok?" diye alçakça yalanlar savuran yazarların yazdıkları gazeteleri alıyorlar?..
Başörtülü hanımlar; önceki gün Antalya'da olduğu gibi "gözaltı"na alınmaktan çok mu hoşlanıyorlar ki; kendilerini "hedef" gösteren kartel gazetelerini evlerine sokmaya devam ediyorlar?..
YA AĞLAMAYIN, YA ALMAYIN!
Bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkün... Bu örneklerin altında yatan ruh hali, gerçekten sorgulanmalıdır!..
İnsan, hiç kendisine "söven"den veya kendisini "döven"den hoşlanır mı?.. En ufak "aile içi şiddet"te bile ayağa kalkan kadınlar, "kartel gazetelerinin zulmü"ne nasıl destek verirler, anlamak mümkün değil!..
Onların verdikleri bu destektir ki; kartel gazetelerini hem daha da küstahlaştırmakta, hem daha da azgınlaştırmaktadır!..
İşin tuhaf tarafı, "hem ağlarım, hem giderim" diyen gelin gibi; başörtülü hanımlar da hem horlanmaktan şikâyet etmekte ama hem de "bu gazeteleri okumaya" devam etmektedirler!..
Kendilerine diyeceğimiz şudur: Ya, bu gazetelerin yayınlarından şikâyet etmeyin, ya da bu gazeteleri almayın!..
Vakit'e gelince... Sadece "yalan"lara, "hedef gösterme"lere ve "aşağılanma"lara maruz kaldığınızda aklınıza gelse de, Vakit, bundan sonra da "başörtüsü" dahil, "millî ve manevi değerler"in takipçisi olmaya devam edecektir!..
Selâm, saygı ve gönül dolusu muhabbetlerimizle...

 

Kaynak: Vakit