Uzlaştırıcı geldi hanım, uzlaştırıcııı!


Ertuğrul Özkök uzmanı değilim; lakin, uzmanlık gerektiren bir 'değeri' olduğundan da adım gibi eminim.

Öyle süngerimsi, kaygan, ele avuca gelmez bir üslubu var ki, herhangi bir yazısından hareketle orta hacimde bir kitap yazmak mümkün.

Gelgelelim, onun 'değerini' tanımlamaya / anlamaya hiçbir kitabın gücü yetmez.

Sözgelimi, çelişkilerini dillendirmenin şuncacık anlamı yoktur.

Demem o ki; Serdar Ortaç şarkısında geçen, “Binlerce dansöz var” ifadesinin içinde kendisine yer bulabildiğini itiraf edebilecek kadar 'özgüven' sahibi bir köşe yazarının, çelişkisini yüzüne vurmaktan daha beyhude bir şey olabilemez.

Hele son günlerdeki 'uzlaştırıcı' kimliğiyle tebarüz eden 'hallerini' anlayabilmek bütünüyle imkansız.

Halbuki, hasta bir çocuğun testisleri üzerinden “Tesettür faciası” üretebilme yeteneğini kavramak daha kolaydı.

'Bütün kalbiyle' desteklemeyi sürdürdüğü 28 Şubat'ı, “Türkiye demokrasisinin gerçek bir balans ayarı…” olarak değerlendirmesini de, 12 Eylül güzellemelerini de fehmetmek hepten imkansız değildi.

Nihayetinde bu yaklaşım tarzı, Tayland'daki darbeye dünyanın tepkisiz kalmasından hareketle, “Önümüzdeki 10 yıl içinde, dünya demokrasiyi ciddi biçimde tartışacak” öngörüsünü, seçimle gelen başbakanların diktatörleşmesi 'endişesine' dayandıran, ve buradan da, bizzat diktatöre mersiye düzmeye ulaşabilen bir köşe yazarının demokrasi algısının değişik tezahürleridir.

Şimdilerde öyle mi ya?!

Ani ve şaşırtıcı bir şekilde darbe şakşakçılığından 'uzlaşma' havariliğine geçişini idrak ediyoruz.

Çok değişti, çook…

Neyse ki, kendisinde vehmettiği 'yatıştırıcı', 'onay verici', 'meşruiyet takdir edici' o bildik tarzı hiç değişmedi de, onu 'tanımakta' güçlük çekmiyoruz.

Yani, evvela var olan krizi sessiz ve derinden yönlendiren, kriz yoksa, uygun bir kriz oluşturan ('tesettür faciası' gibi ) ardından da o itiş kakışma sırasında araya girerek 'arabuluculuğa' soyunan' bu nadide tarzını her halükarda muhafaza ediyor.

Kimseye “behey gafiller” demeyecek kadar derbederlikten uzak ama yeri geldiğinde herkesi “gafil” görebilme özelliğini her ahval ve şeraitte koruyabilmesi sosyolog eskisi olmasına bağlanabilir mi, bilmiyorum. Ancak, sosyolojinin biraz da 'mystification'dan ibaret olduğunu bilmeyen mi var?!

Dolayısıyla, Bay Özkök'ün, dünkü yazısında, yeni anayasa yapılmasına engel olmak isteyenlerin Sayın Gül'ü Çankaya'ya çıkarmak hevesinde olduğunu falan söylemesi, sosyolog eskisi maharetine bağlanabilir.

Üslup tamam da, son zamanlarda söylemi de değişti. Çok hassas, demokrat bir dönemden geçiyor, bu kesin.

Bu değişimin işaretini seçimden hemen önceki yazılarında ziyadesiyle vermişti zaten.

Sayın Erdoğan, Ağar, Bahçeli ve Baykal'a 'Oy verilebilir mi?' babından yazılar döşenmişti. Hani, ne denli kuşatıcı, sarmalayıcı bir kişilik olduğunu göstermek istercesine hepsine de ayrı ayrı verebileceğini ihsas etmişti.

İmdi, Sayın Gül'e yazdığı o hamiyet timsali “sessiz dilekçe”sine bir bakalım.

Hay Allah, o ne 'sevilesi' yazıydı öyle!

Cumhurbaşkanlığına aday olmamasını istediği Gül'den, 'uzlaşma' adına, 'şovalyelik' beklediği satırların arasına gömdüğü şu cümlesi beni benden almıştır:

“Hepimiz biliyoruz ki,Türkiye cumhurbaşkanını, seçim meydanlarında vaat edilen uzlaşma ile seçerse….”

İşte bu tarz, bu üslup…

“AKP'yi birlikte kurduğu arkadaşları ondan bu fedakarlığı bekliyor” maskeli, düşük yoğunluklu bir 'tehdit' ancak bu kadar zarif şekilde dillendirilebilirdi.

“Seçim meydanlarında 'uzlaşma' vaat ettiniz, ona göre ha!..” şeklindeki kaba sapalıktan uzak bu naifliğe lütfen dikkat buyurun.

Ertuğrul Özkök, mütevazı tesmiye ettiği “sessiz dilekçe”sini daha iki satır geçmeden “makul çoğunluğun dilekçesi” katına yükseltebiliyor.

Sayın Gül'e, “ülkesi kendisinden bu zarif jesti beklemektedir” demekle de, “ülkenin sesi” olduğunu ihsas etmekten çekinmiyor.

İçinden böyle sesler geliyormuş.

Bir de, Gül'ü, cumhurbaşkanlığına layık gördüğünü ifade ederken o denli mültefit, o denli çelebi ki; 'rüşvet-i kelâm' deyimi bunun yanında halt eder.

Benim de içimden gelen bir ses şöyle diyor:

Hay senin kandırdığın çocuğun…

 

Kaynak: Yeni Şafak