Geçen hafta Kudüs’te olduğum günlerden birinde Princeton Üniversitesinden öğrencilerimle birlikte otelden çıkıp İsrail dışişleri bakanlığına gitmek üzere bir taksi çevirdim. Taksici gün boyu taksiye ihtiyacım olup olmadığını sordu. “Beni Ramallah’a götüreceksen hârika olur. Yoksa, hayır, teşekkürler” dedim.
Şoförün tepkisi İsraillilerden duymaya alıştığım tepkinin semptomlarını taşıyordu. Nefesi kesilircesine “Ramallah mı!” dedi. “Oraya niçin gideceksiniz? Hepsi de zengin, şımarık ve bizden nefret ediyorlar. Kocaman evler inşa ediyor ve sonra onlara iyi muamele etmediğimizden şikâyet ediyorlar. Oraya gitmemelisiniz.”
Gazze’de bugünkü şiddet daha başlamamıştı; endişesi bu yaşananlara yönelik değil de cesaret edip Batı Şeria’ya gidilmesineydi. Filistin toplumunda kol gezen fakirliği ve mülteci kamplarındaki iç karartıcı şartları izah etmeye çalıştım (birgün öncesinde öğrencilerimden biriyle bu kamplardan birini ziyaret etmiştim) Evet, bazı zengin Filistinliler var fakat çoğu Filistinli işgal altında iyi şartlar altında yaşamıyor. Yerleşimler ayrı bir sorun. Yolculuğun şükredilecek kadar kısa olan kısmını sessizlik içinde tamamladık.
Sonraki hafta ben ve öğrencilerim iki taksi tutarak Batı Şeria’daki Ebu Dis köyüne gittik; burası Kudüs’ü çevreleyen güvenlik bariyerinin hemen yakınında bulunuyor. Taksiler duvarın etrafından geniş kavisler çizerek dolanmak zorunda olduğu için 15 dakika sürmesi gereken yolculuk 40 dakika sürdü. Filistin bürosuna yaklaşırken benim taksici gülmeye başladı: “Arkadaşım (diğer taksici) panik oldu. Burada olmak istemiyor. Korktu, ileriye gitmek istemiyor.”
Gideceğimiz yere vardığımızda ikinci taksici gerçekten de aniden kayboldu. Kudüs şehir merkezine sadece birkaç dakika ötedeki bir Filistin köyüne giderek tehlikeye düştüğünü hissediyordu belli ki.
Gazze’de şu an yaşanan çatışma ise böylesi korkuları sadece derinleştirecektir. İsrail ve Hamas üzücü şekilde tahmin edilebilir bir başka şiddet spazmında birbirlerini yumruklarken siyasi vizyonları uzlaştırılamaz görünüyor. İsrail-Filistin çatışmasının öyküsü bu: İki taraf birbirlerine dokunacak kadar yakın ama bir o kadar da uzaklar.
Kalıcı bir barış şu an ihtimal dışı görünse de Gazze çatışması, ABD’nin dünyanın bu kesiminden niçin çekip gidemeyeceğini anlamasını sağlamaktadır. İsraillileri ve Filistinlileri uzlaşma ve barışa götürecek bir yol bulunmadığı takdirde Gazze dönemsel savaş alanı olacaktır.
Seyahatim, öğrencilerimin iki devletli çözümün yaşayabilir bir çözüm olup olmadığı, barışa giden alternatif yolların olup olmadığı hakkında yaptıkları bir çalışmanın parçasıydı. Arap-İsrail müzakerelerinde son yirmi yılda olup bitenlerin yanısıra ileriye bakıp hırslı bir barış politikasının ABD için niçin önemli olduğunu tafsilatla anlatmak da hayatidir. Kudüs ve Ramallah’ta bu şekilde düşünmek mantıklı görünüyor; Washington’da ise öyle değil.
Analistlerin ve uzmanların dediklerine bakınca, gelecek aylarda ve yıllarda Amerikan başkanının öncelikleri arasında Ortadoğu barış süreci sadece birkaç listede yer alıyor. “Çok zor”dan “barışı taraflardan daha fazla isteyemeyiz”e kadar değişen savlar var. Varsayıma göre statüsko devam edecek, bu esnada gitgide daha fazla adım –işgalin hareketlilik, ekonomik faaliyet ve kurumların inşasına getirdiği kısıtlamaların sert köşelerini yumuşatmaya ayarlı adımlar – atılacak.
Bu eleştirmenler İsrail’in yerleşim faaliyetlerine ve Gazze’den fırlatılan roketlere kör kalıyorlar sanki bu kronik davranışlar göz ardı edilebilirmiş yahut başarıyla yönetilebilirmiş gibi. Son şiddet olayının da gösterdiği üzere bu yanlıştır. Statüsko sürdürülemez.
Eli kolu bağlı bir yaklaşım salık verenler da tarihe karşı körlük sergiliyorlar. Tarih defalarca göstermiştir ki ABD’nin ataleti, sıcaklığın kaynama noktasına varmasına izin vermektedir; faal, çevik ve sebâtkar Amerikan diplomasisinin ise durumu iyileştirme şansı vardır. Gazze’deki tırmanma, bu noktayı resmetmektedir. Çatışmanın seyri oldukça açık: İsrail ve Hamas birbirini dövecek; çatışma bittiğinde her iki taraf da “zafer” ilan edecek. İsrail, Hamas’ın askeri kapasitesini azaltmış, Hamas ise bazı İsrailli sivilleri öldürmüş, güney İsrail’de hayatı durdurmuş olacak ve bir başka gün savaşmak üzere yaşayacak. Şiddet yatışacak bir sonraki karşılaşmaya dek saatler geri sayacak. Barış yapma fikri – gerçek ve kalıcı barış – bölgedeki liderlerin aklına gelmeyecek.
Taze bir Amerikan inisiyatifi vaktidir. Süslü planlara veya parlak konferanslara ihtiyaç yok; barış sürecini çözüme doğru götüren iyi yapılandırılmış, âdil ve dengeli bir politikaya ihtiyaç var. Bunu yapmakta acziyete düşülmesi, Barack Obama yönetiminin Ortadoğu’da başarmaya çalıştığı her şeye ket vuracaktır. ABD çaba sarfetmeye istekliyse, şaşırtıcı ve olumlu sonuçlar verebilir.
Yazar hakkında: ABD’nin eski Mısır ve İsrail büyükelçisi; Princeton Ünversitesi Ortadoğu Politikaları Araştırmaları Profesörü.
Kaynak: Foreign Policy
Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı