Utanmaz bir Genel Sekreter ve Özgürlük Filosu II karşı karşıya

Özgürlük Filosu II’nin eğitim, sağlık ve inşaat malzemeleri dâhil çeşitli insâni yardımları yüklenerek Haziran ayı sonunda Gazze’ye doğru seyretmesi bekleniyor. Çeşitli Avrupa ülkelerinden kalkan gemilerin de katılacağı İstanbul kalkışlı bu ikinci filo - birinci filoda da yer alan Mavi Marmara dâhil – 15 gemiden oluşacak ve 1,500 insâni eylemci ve yolcuyu taşıyacak. Plan yürüdüğü takdirde, ki yürüyecek gibi duruyor, bu ikinci filo İsrail komandolarının 31 Mayıs 2010’da uluslararası sularda önünü kestiği ve kaptan gemisindeki dokuz kişiyi öldürdükleri ilkinden iki kat daha büyük demektir.

Bir yıl önceki o sarsıcı olaydan bu yana Arap Baharı bölgesel havayı değiştirdi fakat hukuksuz Gazze ablukasını veya dört yıllık cebri tutukluluk döneminde Gazze nüfusuna çektirilenleri değiştirmedi. İşgale uğramış bir halkın hapis hayatı dönemsel olarak uygulanan şiddetle iç içe geçmiştir. İsrail’in 2008 sonunda üç hafta boyunca var gücüyle yürüttüğü, kadınların, çocukların ve özürlülerin Gazze’deki ölüm tarlalarından çıkmasına izin verilmeyen saldırı bunlardan biriydi.

İsrail zalimliğinin ve kulakları sağır edici uluslararası sessizliğin olağanüstü bir hikâyesidir bu.

Sessizliği bozan - gerek sembolik empati ve insâni dayanışma desteği gerekse hatırı sayılır miktarda temel gıda ve ilaç yardımı götüren - son yıllardaki cesur sivil toplum inisiyatifleri olmuştu yalnızca. Yeni Mısır’ın Refah sınır kapısını birkaç gün önce açtığı, günde yüzlerce Gazzeli’nin Mısır’a girişine veya Gazze’ye dönüşüne izin verdiği doğru ama Refah sınır kapısı mal geçişi gibi işleri tedvir etmeye yarar ekipmandan yoksun ve sadece insan geçişi için kullanabiliyor; bu yüzden de ithalat-ihracat ablukası yürürlükte kalmayı sürdürüyor hatta İsrail, el Fetih-Hamas birlik anlaşmasına karşı öfkesini boca ettiğinde daha da yoğunlaşabilir.

BM Genel Sekreteri: Filoya hayır

Özgürlük Filosu II’nin Yunan koordinatörü Vangelis Pisias  ablukayı yarma amaçlı bu yeni gayretin sebebini ifade etti: “İsrail’in açık hava hapishaneleri ve temerküz kampları kurmasına izin vermeyeceğiz.” Bu çetin Gazze sınavını daha geniş bölgesel mücadelelere bağlayan Pisias “Filistin bizim kalbimizdedir ve bölgede yeni bir dönemin sembolü olabilir” diye ilave etti.

BM İnsan Hakları Konseyi’nin atadığı, İsrail’in Özgürlük Filosu I’e düzenlediği saldırı hakkında son derece muteber bir değerlendirme yapan soruşturma komisyonu, İsrail’in birçok bakımdan uluslararası hukuku çiğnediği hükmüne vardı: Aşırı güç kullanarak, insâni araçlara uluslararası sularda haksız şekilde saldırarak ve bizâtihi kendisi hukuksuz olan bir ablukayı yürütmekte olduğu şeklindeki kabul edilemez iddiasıyla [uluslararası hukuku çiğnemiştir]. Her ne kadar BM Genel Sekreteri’nin aynı olayı değerlendirmek üzere atadığı panelin raporu halen açıklanmamış ve görünüşe göre, üyesi İsrail’e uygun hale getirme ihtiyacıyla varılan sonuçların sesi kabul edilemez şekilde kısılacaksa da, uluslararası câmianın saygın kaynakları bu görüşleri onaylamıştır.

Hal bu iken ve İsrail, 2010 saldırısından sonra ablukayı kaldırma sözünü tutmamışken BM Genel Sekreteri’nin üye devletleri gemilerin Özgürlük Filosu II’ye katılmasını engellemeleri için ellerinden geleni yapmaya ikna etmek amacıyla makamının yetkisini kullanıyor olması ahlâki ve hukuki hassasiyetlerimizi sarsmaktadır. Ban Ki-moon şiddetin tekerrürünü engellemek amacıyla ablukanın sona ermesinde ve planlanan türde insâni inisiyatiflere karşı güç kullanılamayacağında ısrar ederek hiç değilse eşdeğerde bir mesajı da İsrail’e gönderip çağrısını dengelemiyor bile. Utanmazlık!

BM Genel Sekreteri, Filistinlilerin haksız ve hukuksuz şekilde mağdur edilmesine karşı hareket edenleri koruyacağı yerde adaletsizliğin dünyada müsaade edilen en rezil ve en uzun süreli örneklerine tek taraflı destek vererek makamını gözden düşürmektedir. Doğru, sözcüsü “Gazze Şeridi’ndeki durumun değişmesi gerekir ve İsrail kuşatmayı sona erdirmek için gerçek tedbirleri yürütmelidir” diye boş boş beyanat verip böyle bir mesajın etkisini yumuşatmaya çalışıyor. Bu fikirlerin BM Genel Sekreteri tarafından doğrudan İsrail’e niçin söylenmediği sorusunu sormalıyız. Halkla ilişkiler işin bir parçasıdır fakat Özgürlük Filosu II’nin İsrail güvenliğine en küçük bir tehdit oluşturmaksızın sivil toplumca alınmış meşru bir insâni yardım inisiyatifi olup olmadığı hakkında yürütülen bir tartışmada hissiz ve kaba bir şekilde yanlış tarafı tutmanın kılıfı değildir.

Kendisinden beklendiği üzere ve gereğine uygun şekilde davranan Türk hükümeti, Birleşmiş Milletlerin en üst düzeyde desteklediği müfsid baskılara boyun eğmeyi reddediyor. Geniş ölçüde saygı gören Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Özgürlük Filosu II hakkında kendisine sorular sorulduğunda hiçbir demokratik yönetimin, kar amacı gütmeyen kuruluşların temsil ettiği sivil toplum inisiyatifleri üzerinde denetim yetkisi iddia edemeyeceğini defalarca söyledi. Davutoğlu’nun şöyle söylediği belirtiliyor:” Geçen yıl dokuz Türk’ün öldürüldüğünü unutmamızı hiç kimse beklememeli…dolayısıyla ilgili tüm taraflara açık bir mesaj gönderiyoruz. Aynı trajedi bir daha tekrarlanmamalı.”  Ve çözülmeden olduğu gibi duran temel meselenin altını çizerek “üye bir devletin uluslararası hukukun dışında olduğunu düşünebilir miyiz?” diye sordu. İsrail’in Türkiye’den halen özür dilemediğini veya öldürülenlerin ailelerine tazminat ödemediğini kaydeden Davutoğlu makul önşartlar yerine getirilene dek İsrail’in “bölgede bir ortak olarak kabul edilemeyeceğine” açıklık getirdi.

Filistin’i kurtarmak: Arap Baharı’nın ikinci safhası

Özgürlük Filosu II’ye kirli müdahale çabasının arka planında İsrail’in davranışları ne kadar zalimane veya mücrimce olursa olsun onu körü körüne (ve budalaca) destekleyen ABD’nin jeopolitik gücünün bulunduğunu görmezlikten gelmemeliyiz. Bu jeopolitik baskı, BM’in kınamak yerine tasvip etmesi lazım gelen cesur ve zaruri bir insâni yardıma müdahale teşebbüsünü açıklamaya yardım etmektedir. İsrail ablukasına karşı Ban Ki-moon dâhil dünya liderlerinin neredeyse evrensel sözlü itirazlarına rağmen İsrail’in IV. Cenevre Konvansiyonu’nda ve 1977 yılında ona eklenen I.İlave Protokol’de ortaya konulmuş olan Gazze’yi işgalin gereklerine saygı duymayı apaçık reddetmesi karşısında ne hükümetlerin ne de BM’in anlamlı hiçbir hareketinin olmadığını hatırda tutmalıdır.

Filistin’i işgalden ve mülteci rejimlerinden kurtarmak, Arap Baharı’nın bu ikinci safhasının merkezi, birleştirici önceliği olmalıdır. Arap dünyasındaki yakın zamanların bu yeni reformist liderlerinin adâlet ve sürdürülebilir barış uğruna katlanılmaz derecede uzun süren Filistin mücadelesiyle dayanışma gösterilerinin demokrasiye, anayasal yönetime ve insan haklarına zahiri ve bâtıni yönelimi dışavurma hususunda yaptığı katkının daha fazlasını başka hiçbir şey yapamaz. Benjamin Netanyahu’nun [İsrail’e tapınan) bir Amerikan Kongresine hitap etmesi için davet edilişinin ışık tuttuğu üzere - ülkenin yabancı liderlere muamelesinde Başkan Obama’nın İsrail’in lobi örgütü AIPAC’ta yaptığı eyyamcı konuşmanın koşutu nadir bir şeydir bu - Washington’ın İsrail’e itaati ile tezad içerisinde olan bir örnek sunacaktır dünyaya.

Diplomasi tarihinde, lider bir egemen devletin küçük bir müttefiki rencide etmemek amacıyla kendi çıkarlarını böylesine tehlikeye attığı ve kendi değerlerini böylesine terk ettiği emsalsiz bir örnektir bu. Bu gizemi çözmek aksi takdirde çatışmanın çözümü için Washington’dan uzaklaşıp Brezilya, Türkiye, İskandinav ülkeleri ve hatta muhtemelen Rusya veya Çin gibi jeopolitik bakımdan daha emniyetli ülkelerin himâyelerine girmek hem Amerika’nın hem de Arap dünyası halklarının hassaten de Filistinlilerin çıkarınadır.

Çevirenin notu: Metnin başlığı, Richard Falk’ın blogunda kullandığı özgün başlıktır.

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın