Ma Jian'ın geçen sene yayımlanan ve çok ses getiren romanı 'Beijing Coma' (Pekin Koması), Tiananmen olaylarında başına isabet eden bir kurşun sonucu komaya giren bir gencin seneler sonra uyanmaya başlayıp Çin'in yaşadığı dönüşümü anlamaya çalışmasını konu alır. Okuyucuya yer yer Wolfgang Becker'in 'Elveda Lenin' filmini anımsatan roman Tiananmen'de tankların yaptığı katliam ve yıkımla başlar ve Olimpiyat için Pekin'in yeniden düzenlenmesi kapsamında çevredeki eski evlerin yıkılmasıyla sona erer. Ma Jian kahramanı biraz daha uyutsa ve Temmuz 2009'da dünyanın okyanuslara en uzak şehri sayılan Urumçi'de uyandırsaydı, muhtemelen kahraman çok farklı düşünceler içinde olacak, romana hâkim olan iyimserliğinden de eser kalmayacaktı.
Olimpiyat makyajı döküldü
Geçen hafta Urumçi'de yaşananlar ilk anlarda hepimizde bir dejavu etkisi yaratmış olsa da, sonraki günlerde Han Çinlilerin linç kampanyasıyla olayın daha vahim ve dehşetli bir yönü ortaya çıktı. Çin'in dünya kamuoyunun gözüne baka baka oynadığı piyes sona erdi, makyajı döküldü ve maskesi düştü. Artık bir 'resmi yönetmen' olma yolunda ilerleyen Zhang Yimou'nun tertip ettiği Olimpiyat Oyunları'nın kapanış gösterisinin birleştirici, bütünleştirici figürlerinin pulları sapır sapır döküldü. Olimpiyat sırasında Uygur kıyafetleri giydirilmiş Çinli çocuklarla etnik uyum gösterisi yaparken Tibet ve Doğu Türkistan'da olağanüstü hal ilan eden Pekin'in, birçoklarının unuttuğu yüzü tekrar ortaya çıktı. Urumçi'deki vahşetin fotoğrafları artık kimseye bir bahane bırakmadı. Herkes gördü, herkes duydu.
Olaylar bir fabrikada meydana gelen linç olayıyla tetiklenmiş olsa da, temelde yıllardır Doğu Türkistan'da süren baskı ve zulümle, Han Çinlilere aşılanan aşırı milliyetçilik ve azınlık düşmanlığı yatıyordu. Pekin sistematik bir asimilasyon siyasetiyle bir yandan Doğu Türkistan'da Uygurları azınlık haline getirirken, diğer yandan Tiananmen olaylarından sonra başlattığı 'milliyetçi eğitim' politikalarıyla Han Çinlilere diğer milletlere olan üstünlüklerini, haklarının yendiğini, iç ve dış tehditlerin ortasında yaşam mücadelesi verdiklerini ve azınlıkların beşinci kol faaliyetlerini öğretmekle meşguldü.
11 Eylül baskıya bahane oldu
Devlet destekli dahili oryantalizm kampanyalarıyla Uygur halkı iyiden iyiye egzotize edilmiş ve ötekileştirilmiş, devletin iç ve dış siyasi yönelimleri dahilinde kimi zaman İslami radikalizm, kimi
zaman karşı devrimci, kimi zaman da terörist bir günah keçisine dönüştürüldü. 1990'ların başında Batı'ya yönelik olarak aşılanan aşırı milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı, Batı'yla artan ekonomik ilişkiler göz önüne alınarak 11 Eylül sonrasında içerideki yabancılara, yani 'öteki'lere kaydırıldı. Bush yönetiminin terörle mücadele treninin ilk yolcularından olan Pekin, son sekiz yılı büyük bir terörist komplonun kurbanı olduğu yalanını empoze etmekle geçirdi. Birbiri ardına yayımlanan çelişki, asılsız iddia ve ithamlarla
dolu terör raporlarında bir yandan 1997'den beri terör saldırılarına maruz kalınmadığı itiraf ediliyor, öte yandan tehdidin büyüklüğü dile getirilip isimleri tutarlı olmayan ve kimsenin duymadığı terör örgütleri sıralanıyordu. Terörle mücadele trenindeki Çin'in dolmuşuna binen birkaç devlet de Uygur örgütleri üzerine araştırmalar yaptı. Sonuç olumsuzdu. Ardı ardına kendini terörden musdarip gösteren Çin'in tezlerini yalanlayan karşı raporlar ve makaleler yayımlandı.
Apartheid devam ediyor
Yurtdışında fazla itibar görmeyen bu iddiaları Pekin bu sefer iç politikaya yönlendirmeye başladı. Devlet bir yandan toplumuna bir azınlık grubunun devletin bekası için nasıl bir tehdit oluşturduğunu kampanyalar ve zorunlu eğitim programlarıyla anlatırken, bir yandan da 'gerici, barbar ve radikal Uygur teröristler'e karşı mücadele veren vatansever Çinliler ve ehlileştirilmiş Uygurların hikâyelerinin anlatıldığı diziler ve filmler hazıladı. Bu başarılı kampanyanın sonucunda, Çin'de 'Uygur' kelimesiyle terörist kelimesi eşdeğer olmaya başladı. Çin genelinde dağıtılan 'Doğu Türkistanlı Terörist Güçlerin Günahkâr Yüzleri' adlı dezenformasyon harikası film ve tüm insan hakları savunucularını terörist ilan eden 'Doğu Türkistanlı Teröristlerin Kimlikleri' adlı belge, barındırdığı iddia ve devletin merhametli, ızdırap çeken yüzünü göstermeye çalışması açısından epey ironikti. Kısacası, 11 Eylül sonrası devlet bütün ideolojik aygıtlarıyla Çin halkına Orwell'vari bir atmosfer sundu ve kendi 'Vahşi Batı'sını en acımasız ve ayrımcı biçimde resmetti.
Tüm bunların sonucu, Uygur işçilerin Çinliler tarafından linç edilmesi ve Urumçi'deki Uygur gençlerin gösterisi sonrası eli silahlı Çinli polislerin arkasında ortaya çıkan, Tarantino'nun şiddet dolu filmlerinden kopup gelmiş gibi görünen eli sopalı Han Çinlilerdi. Çin devleti kendi toplumunu bu günler için hazırlamış, bu hazırlığı ciddiye alan bir guruh da durumdan vazife çıkarmıştı. Linç görüntülerinde saldırganların suratlarındaki öfke hatlarının derinliği devletin ötekileştirmedeki başarısını, Urumçi caddelerinde kibirli ve aşırı güvenle çıkılan Uygur avı devletin işbirliğini, linci izleyenlerin pornografik bir hazla kameralara gülümsemesi de Apartheid'in nasıl bazı coğrafyalarda tüm canlılığıyla canlara okumaya devam ettiğini gözler önüne seriyordu.
Türkiye anlık refleksle kalmasın
Aradan geçen günler Uygur halkı adına umutlanmamız için hiçbir şey sunmadı. Pekin olabildiğince umursamaz davranırken ve dünya liderleri 'iki tarafa itidal' çağrısı dışında somut adım atmadı. Dünya kamuoyu olanları dehşetle izlerken, bu dehşeti siyasi enerjiye çevirecek sürece ulaşamadı. Bu noktada Türkiye ve dünya kamuoyunun tepkilerinin anlık reflekslerden ziyade uzun vadeli girişimlere
dönüşmesi, bu görüntülerin bir kez daha yaşanmaması için belki bir umut ışığı olacak. Tibet'in ruhani ve siyasi lideri Dalay Lama'nın geçen günlerde barışçı tavrının sonuçsuzluğunun doğurduğu umutsuzluğu belirten ifadeleri, çok daha girişken ve ısrarcı olmamız gerektiğini gösteriyor.
Sağduyu ve itidal çağrısı yapanların çoğunun yaşananlara sağır ve tepkisiz kalmayı tercih edenlerden oluştuğu bir dönemde, gerçek sağduyunun ne olduğunu ve dilsiz şeytanlara dönüşmenin tarihi sorumluluğunu herkese anlatmak hepimizin boynumuzun borcu. Bu noktada Çinli aydınlardan içinde bulundukları durumu da göz önüne alarak, bu katliamı bir şekilde reddedip kınamalarını beklemek de hepimizin hakkı. İleride "Waldo sen neden burada değildin?" denildiğinde tarihe yüzleri kızarmadan cevap verebilmek için gereğini yapmak zorundalar. Özellikle de yurtdışında insan haklarını en büyük meşruiyet kaynağı haline getirenler. Hepimiz için Urumçi bir son değil başlangıç olmalı. Vicdanlarımızın uyandığı, gözlerimizin açıldığı, umursamazlık için hiçbir bahanemizin kalmadığı, sessizliğin bir işbirliği sayılacağı bir an. İdeolojik kamplaşmalar ve körlüklerle bazen görmez olan insaf ve adalet gözümüz artık sonuna dek açık. Urumçi komasından yıllar sonra uyanacaklar aynı vahşeti, aynı katliamı, aynı yıkımı bir daha yaşamasın.
Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Rabia Kadir'in eski sözcüsü
Kaynak: Radikal