Unutan Adam

Giderek kopuyor gündelik gerçeklikten. O ve ötekiler. Sayıları yüz binlerle ölçülüyor.

Yaşlılığın güçlüklerini hatırlatmak ister gibi aramızda dolaşıyorlar. Bir iş adresleri yok. Geçen her yılla biraz daha ayrı düşüyorlar toplumdan. Bekleyenlerin, onlar için kaygı duyanların, telefonla da olsa hatırını soranların sayısı azalıyor. Uğradıkları her mekanda, an geliyor, bir başına kalıyorlar. Yanı başlarında oturan kişilerin bile farkedemeyecekleri bir terkedilişi yaşıyorlar.

Onunla sokakta yüz yüze geliyoruz. Dudaklarından kelimeler dökülüyor. Tekrarlamasını istediğimde, başka bir cümleye geçiyor. Başı sonu belirsiz anlaşılmaz cümleler, bugüne ilişkin bir paniği ve yarına dair bir ufuksuzluğu yansıtıyor.

Ufuk yok aslında. Sadece geriye dönük ani bakışlar var.

Başka bir çağa, başka bir boyuta ilişkin kelimelerle uzattığı eli, tedirgin bir dokunuşla geri çekiliyor. Belki kaybolmuş da yolunu arıyor, belki kaybolmaya hazırlanıyor.

Son iktidar gücü olan hesap defteri ne zamandır elinden alınmış. Para yitiriyor. Cüzdan çaldırıyor. Bu nedenle saplantılar sökün ediyor hemen. Birileri sürekli onu soyuyor, soymayı planlıyor. Her şey unutulsa da kapılara çifte kilit vurulması hatırlanıyor. Panjurlar kapatılıyor sıkı sıkıya ve erkenden yatağa gidilmek isteniyor. Evde bulunan birileri, özellikle de misafir bir erkek, yadırganıyor. Kim bu adam, ne arıyor bu evde, ne zaman geldi? O kız benim kızım mı sahiden de? Peki kaç çocuğun var, niye anlatmıyorsun?

Unutan Adam'la sohbet, gün boyu birbirini tekrarlayan sorulara benzeri cevapları vererek yürüyor

Unutan Adam'ın bugüne dair bilgileri, uzun bir söyleşiye izin vermeyecek kadar az, dağınık. Kopuk kopuk. Bu nedenle de bile isteye kayboluyor kalabalığın arasında ve ceplerine çengelli iğne ile tutturulan adres, telefon numarası yazılı kağıtları, kartvizitleri bulup atıyor. Çağrı cihazlarını kaybediyor. Unutan Adam muamelesi görmek hoşuna gitmiyor. Fakat unutkanlığı da hep hatırlatılıyor. Evin sağına soluna gizlediği paraları bulmak imkansız; bu alanda bir yetenek geliştirmiş. Niye parasız kaldığını, ayın on beşi olduğu halde hangi nedenle para çekmeye gidemediğini hatırlasa da unutuyor çok geçmeden. Cebinde sınırlı miktarda para olmasına dikkat ediyor yakınları. O parayla evden çıkıyor, gündelik uğramalarını tamamlıyor, geri dönerken de ayaklarının ve gözlerinin götürdüğü bir marketten alışveriş yapıyor. Yoğurt etmek, yoğurt ekmek; her seferinde yoğurt ekmek alıyor. Günde bazen beş kez yürüyor aynı yolda, daha önceki çıkışını hatırlamıyor çünkü ve her seferinde yoğurt ekmekle dönüyor. Akşamları yoğurt, ekmek ve bal oluyor yemeği, yine de buzdolabı bazen almaz oluyor yoğurt kaplarını. Yoğurt ve ekmek fazlasını komşulara dağıtmaya mecbur kalıyor, buzdolabına çeki düzen veren yakınları.

Vücudu sapasağlam, görünüşü konusunda da hâlâ özenli. Giysilerinin renk uyumu konusundaki titizliği sürüyor. Ağır kutuları –mesela çöp kutularının kenarına bırakılmış ansiklopedi ciltlerini- alıp çıkarabilir dördüncü kattaki evine. Hani, otuz yaşındayken nasılsa, aynı şekilde açık iştahı; bunu hep söylüyor.

Beynindeki hücrelerin işlevini yitirmeye devam ettiğinin farkında, ilaçların bir dereceye kadar yararı olabilir. 2015 yılında yeni bir ilaç çıkarılacakmış piyasaya, henüz deneme halindeki bu ilaçla işlevsizleşmiş beyin hücreleri bile yeniden canlanabilirmiş. Unutan Adam için çok geç olacak. O unutarak yaşamaya uyum göstermiş gibi görünüyor, sadece öyle görünüyor. Masasının üzerine bırakılan ajandalara tek cümle olsun yazmıyor, oysa bir soy kütüğü yazabilseydi, yazdırsaydı ya da, çocuklarının torunlarının isimlerini, işlerini, hangi alanda tahsil gördüklerini aynı cümlelerle bir kez daha sormadan bilebilirdi. İyi de o zaman ne konuşacak, yani, yük mü oluyor size, zahmet mi oluyor bu cevapları vermek, demişti, küçük kızına.

Oysa kızını da tanımıyor, ya da onu ve diğerlerini de, her seferinde yeniden tanıyor.

İsmini unutuyor çocuklarının. Telefonda özellikle, bir bocalama yaşıyor başlangıçta. Karşısındakine, nereden gelip nereye gidiyorsunuz efendim, şeklinde dikkatli bir soru soruyor; verilen cevabın içinden bazı kelimelere tutunabilecek. Karşısındaki oyuna katılıyor. Baba, ben senin küçük kızın değil miyim? Simalardan bir şeyler çıkarabiliyor; yine de karıştırıyor: Bu karşımdaki benim kız kardeşim olmasın? Kız kardeşi, kızının bedeninde geri dönüyor. Babası, oğlunun bedeninde beliriyor karşısında. Karısı eski bir evin mutfağında görünüyor.

Kimse durduk yere "Bugün"ün yok olduğu bir sohbete açılmak istemiyor onunla, ne zamandır. Soruyor, soruyor, soruyor. Yoldan geçen adamın adını, bahçedeki çiçeklerin isimlerini, uçan kuşun şu mevsimde nerelere gidiyor olabileceğini, karısıyla evlendikleri tarihi, kaç çocukları olduğunu, bu çocukların onları arayıp aramadığını, bu çocukların evliliklerinde mutlu olup olmadıklarını, bu çocukların çocuklarının boylarını poslarını… Odaya suskunluk hâkim olduğunda, en sevdiği türküyü mırıldanıyor: Ağlama yar ağlama anam mavi yazma bağlama… Annesini hatırlıyor: Hiç kimse beni annem kadar sevmemiştir.

Annesini özleyen bir çocuk o; hayatı yeni öğrenmeye başladığını anlatan sorularıyla da öyle. İşte, arka odada uzanan geniş bir çimenlik alan, onun da gerisinde bahçeli bir ev var. Bir kartpostal manzarası gibi. Bizim bu evdeki insanlarla bir akrabalığımız olması gerek. Akrabayız, eminim buna, fakat nedir akrabalığımızın derecesi, çıkaramıyorum.

O ev bir saplantıya dönüşüyor gide gide. İlle de gidip soracak, anlayacak; içindekiler kimlerdir, niye şu tarihe kadar görünmediler, yakın akraba oldukları muhakkak, fakat niye tekinin olsun adını hatırlamıyor.

Konuşulanları hafızası kaydetmese de yüzü saklıyor. Bir süreliğine. İşte üzgün. Şimdi sevinçli. Niçin sevindi? Hangi nedenle alınmıştı?

Ani bir cesaretle yola düşüyor. Gündelik rutin çıkışlarının dışında bir yere uğradığı yok çünkü.

Çok geçmeden geri dönüyor. Yüzü asık. Nedenini açıklayamaz. Unutmuş. Yine de asılı kalıyor yüzü bir süreliğine.

Sonra başka kanallarla duyuluyor: O evde hoş bir kabul görmemiş. Dayımızın oğlu olsaydın, bilirdik, diye bir cümle sarfedilince, kalkıp yola düşmüş. Yüzünde uzun bir süre asılı kalıyor o cümlenin etkisi. Sonra tanıyamadığı biri giriyor içeriye, mesela küçük oğlu. Yüzünün ifadesi değişiyor. Nereden gelip nereye gidiyorsunuz efendim, diye soruyor. Ben senin küçük oğlun değil miyim baba, diye cevap veriyor oğlu da.