Üniversite kapısındaki dramı seyretme cezası

 

    Üniversite kapılarından yeniden görüntüler yansımaya başladı televizyon ekranlarına...

    -Başörtülü bir genç kız geliyor üniversite kampüsünün kapısına kadar, orada başındaki örtüyü alelacele çıkarıyor ve adeta kaçar gibi içeriye giriyor. Bazı üniversitelerin kapısında başörtüsünü çıkarma – takma kabinleri yapılmış. Her gün böyle bir manzara...

    Ne hisseder acaba o genç kızlar?

    Nasıl bir duygudur yaşadıkları?

    Sonra bir kısmı halen perukla giriyor derslere...

    Binlerce genç kız, kendilerini zorlayarak her gün peruk takıyor.

    Acaba nasıl bir duygudur yaşadıkları?

    Bu görüntüleri seyrederken, aklıma bir düşünce geldi:

    -Acaba ,dedim kendi kendime, bu görüntüyü o üniversitenin yöneticileri her gün seyretse ne hissederler?

    Hani göz görmeyince gönül katlanır, denir.

    Ya göz görünce ne olur?

    Şimdilerde bütün dünyada yargıçlar sanıklara ilginç cezalar veriyorlar.

    Mesela, eşini döven bir kocaya, bir ay süreyle evine 500 metreden daha fazla yaklaşmama cezası veriliyor.

    Mesela, sigara içilmemesi gereken yerde sigara içene, sokaktaki izmaritleri toplama cezası veriliyor. 

    Atıyorum, mesela, vergi kaçıran iş adamına, vergilerini icra yoluyla tahsilin yanında, vergi yüzsüzlerinin dosyalarını inceleme cezası veriliyor.

    Buradan yola çıkarak düşünüyorum:

    Mesela, sokakta gösteri yaparken yakaladığı kadını tekmeleyen güvenlik görevlisine, görevi kötüye kullanmaktan verilen ceza yanında, bir de terbiyevi anlamda, tekmeleme görüntülerini bin kere seyretme cezası verilse, ne hisseder o güvenlik görevlisi?

    Aynı şekilde, nezarethanede gözetim altındaki gence işkence yapan bir güvenlik görevlisine, gizli kamera ile çekilmiş işkence görüntülerini bin kere seyretme cezası verilse...

    Netice nasıl olur? 

    Ben, bir kısmı gösterimin her tekrarından sadist bir zevk alsa bile, insan olarak kalmış pek çoğunun, kendi davranışından tiksineceğini düşünüyorum.

    Aynen bunun gibi...

    Başörtüsü yasağı uygulayan bir rektöre, 15 gün süreyle, üniversite kapısında başörtülü öğrencilerin örtüyü çıkarırken yaşadıkları acıyı seyretme cezası verilse...

    Ne hissederlerdi sayın rektörlerimiz?

    İlk gün, ikinci gün, üçüncü gün... 15'inci günde bile, hala yasakcı duruşları devam eder miydi? Hala öfke ile slogan atarlar mıydı? Hala cüppe giyip, yasağı savunmak üzere yürüyüş yaparlar mıydı?

    İnsanlık adına böyle olmayacağını ümit etmek istiyorum.

    İnsan yüreğinin bir yerde harekete geçeceğine inanmak istiyorum.

    Sadizmin sınırlı insanı etkileyen bir hastalık olduğunu düşünüyorum.

    Mahkemeler belki de, başta söylediğim farklı cezaları, insanın içindeki bastırılmış insanı ortaya çıkarmak için devreye sokmaktadırlar.

    "Ben ve öteki" denkleminin aslında iç-içe şeyler olduğunu idrak ettirmek için...

    Yani "Ötekini ezersen, aslında kendi insanlığını ezmektesin", mesajı vermek için...

    Doğrusu, insanın ezilişine seyirci kalıyoruz.

    Zaman zaman kurulu düzenlerin parçası haline geliyoruz ve insanı ezen bir yapının vidası, minik bir çarkı oluyoruz.

    Şimdi birilerine bakıyorsunuz, kendi seslerinden başka ses duymuyorlar.

    -Bölünüyoruz, parçalanıyoruz, kaos var, bir şeyler elden gidiyor!

    Oysa biraz durulsa, ne bölünme olacak, ne parçalanma, ne de kaos.

    Kaosu kendisi üretiyor, farkında değil.

    Yıllardır, binlerce geç kız çığlık atmış, duymamış.

    Ülkelerinden ayrılıp başka yerlerde okumak zorunda kalanları görmemiş.

    "Avusturya'da okuyabildiğim üniversiteyi neden kendi ülkemde okuyamıyorum,"  diye soranlara kulak vermemiş.

    Buna rağmen ülkesine küsmemeyi, darılmamayı başarmış olanların erdemine ilgi göstermemiş...

    Öfke belki en çok onlarda normal karşılanacakken, öfkelenmemeyi başarmış olanlara saygı duymamış...

    Sadece kendi yasağını kutsamış...

    Bir zaptiye rolüne fit olmuş insanlara...

    Şimdi sadece "görme  cezası" verilse... Kendi kendini görme, seyretme...

    Şu genç kızın, başörtüsünü çıkarırkenki yüzüne bir bak sayın profesör. Gözlerine bir bak!

    Bin kere bak!

    Ne hissediyorsun yüreğinde?

    Bence bu bir insanlık sınaması olurdu.

    Türkiye'nin böyle bir insan hakları eğitimine ihtiyacı olduğu muhakkak.

    Türkiye ki, göçmen kuşların, karıncaların hukukunu korumak gibi bir terbiyeden geliyor.

    Türkiye ki, dünyadan kovulanların sığındığı son liman gibi bir tarih mirasına sahip.

    İşte o ülkede, bir kısım kız öğrenci, okula alınmıyor da, eğitimini binlerce kilometre uzaklarda yapmak zorunda kalıyor. Eğitim için başka ülkelere sığınıyor. Oralarda özgürlük arıyor.

    Neresinden bakacaksınız?

    Bunun adı, "utanç"tan başka nedir?

    İsterseniz yasakçı rektörlerimize, dünyanın orasında burasında okumak zorunda kalan başörtülü genç kızların can-siperane çırpınışlarını seyrettirelim.

    Ben, yürekleri ayağa kaldırmak için birkaç seans yeter, diye düşünüyorum.

    Bilmem insanoğlunun yüreğine çok fazla mı kıymet veriyorum?

    Ama insanın yüreğinin hala yerinde olduğuna güvenmedikten sonra dünyanın anlamı kalır mı?

    Başka çare yok: İnsanın içindeki insanı keşfetmek için kazı çalışmasına devam.