Umre'den izlenimler!

Bir daha Umre’ye gitmek nasip oldu. Umre ve Hacc’ın insan hayatı üzerindeki derin/deruni etkisini anlatmak önemlidir. Bunu anlatmayı da çok isterim. Ama isyan ve patlamaların sürdüğü Ortadoğu’da ümmetin küçük ölçekteki resmi olan sokaktaki manzaraları anlatmak belki daha faydalı olabilir.

Kestirmeden söylemek gerekirse, İslam aleminin durumu yürekler acısıdır. Umman’ın başkenti Maskat ve birkaç şehir istisna edilecek olursa Müslümanların yaşadığı şehirler temizlik açısından geçer not almaz. Adına “İslam alemi” denen bu dünyanın halini tam olarak gözlemleyip bir fikre sahip olmak için hacca gelmek ve iyi bir gözlemde bulunmak yeterli. Artılarımız ve eksilerimiz bir araya getirildiğinde eksilerimizin sayısı artılarımızdan daha çok. İbadetin zorunlu bir parçası veya tamamlayıcı unsurlarından biri değilse de, Müslümanların kendi durumlarını olduğu gibi görme becerisini kazanması, oto kritik yapma başarısını göstermesi ibadetin bereketi olur. İbadeti sadece O’nun rızasını kazanmak için yaparız, ama pratikte bizim hayatımız üzerinde belli düzenleyici, iyileştirici bir etkisi olması da gerekir.

Hacca ve Umre’ye belli bir gelir seviyesinin üzerinde olan insanlar gelir. Zengin olmayana bu ibadet farz değildir. Bu demektir ki, hacca gelenlerin şu veya bu düzeyde durumları iyi sayılır. Teorik olarak maddi geliri iyi olanın sosyal davranışları, kendine ve başkalarına karşı tutumları da iyidir. Nispeten incelmiştir, belli kuralları, adabı bilir ve hayatında uygular. Fakat Hacc sırasında bunların çok az bir kısmı görülebiliyor.

Sokaklar yoksullarla, dilencilerle dolu. İnsan bunları görünce gönül huzuruyla ibadetini yapamıyor. Adaleti ve insanca yaşamayı esas alan bu dinin Peygamberi (s.a.) “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” buyurmuştur; Haremeyn’de ve iki mübarek şehirde açlarla toklar içiçe yaşıyor. Anlaşılan şu ki, İslam Peygamberi’nin bu sözünün somut etkisi beklenenden azdır. Müslümanların yaşadığı şehirlerde belli başlı semtlerin arkasında muazzam bir gecekondu denizi var. Mekke ve Medine’ye dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş insanlar sefalet içinde yaşıyor. Avurtları çökmüş durumda bir lokma ekmeğe muhtaç bakınıp duruyorlar.

Sorun sadece yoksulluktan ibaret değil. Hayatın kalitesi de hayli düşük. İnsanı hayrete düşüren bir nokta şu: Sanki bu din bize neyi emretmişse, tam aksini yapmak için elimizden geleni yapıyoruz. İslam dini açık ve ısrarlı hükümleriyle temizliği emreder. “Temizlik imandandır” herkesin bildiği bir hadis. Üstelik sıkça da tekrar edip dururuz. Gel gör ki, sokaklarımız mezbeleye dönüşmüş sanki. Sokaklar pislikten ve çöplerden geçilmiyor. Kutsal topraklardayız, fakat kutsalı ihlal eden her türlü kir ve pislik diz boyu. Oysa “mukaddes”in manası, her türlü kir ve pislikten, maddi ve manevi necasetten arınmış olmasıdır.

İnsanların üstleri başları son derece dağınık ve kirli. On binlerce insan yerlerde yatıyor. 2007 yılında çok iyi hatırlıyorum, Aziziye’den Mina’ya giderken çöp denizinin içinden geçmiştik sanki, ayaklarımız altında çöpün içine gömülmüş insan bedenleri vardı. Kimileri plastikten yapma kilimler üzerine bir tencere dolusu pilavı dökmüş eliyle yiyiyor, sonra ellerini elbiseleriyle, ihramıyla siliyor. Bu bazı yörelerin temiz elle yemek yeme geleneğinin ötesinde bambaşka bir şey. Her on metrede bir çöp bidonu konulmuş, ama kimsenin aklına çöpü bidona atmak gelmiyor. Temizlik işçileri bir kaldırımı temizleyip terkedinceye kadar anında kirletiliyor. Gidiş geliş güzergahları tespit edilmiş, sık sık anonslar yapılıyor, kimsenin herhangi bir şehir kuralına itibar ettiği yok.

Su ve tuvalet konusunda herhangi bir sıkıntı yok. Yönetim bu konuda düzenli hizmet veriyor. Her yerde sular akıyor. Üstelik sular tankerlerle ve büyük zahmetlerle taşınıyor. Her yerde sıcak su bulmak mümkün. Buna rağmen temizliğin emareleri görülmüyor. Maddi temizlik olmayınca manevi temizlik nasıl olacak?

Haremeyn İslam aleminin aynasıdır. Dünyanın her tarafından insan bu iki mekanda bir arada toplanıyor. Ancak bu insanlar arasında bu önemli ibadetin maksadına uygun herhangi ciddi bir temasın, karşılıklı fikir alış verişinin olduğu söylenemez. Her bir ülke, hatta her bir hacı grubu kendi dünyası içinde yaşıyor. Sanki adı telaffuz edilmeyen politikalar takip ediliyor: Her geçen sene ulus devletler adeta “Haccı millileştirme” politikası izliyor, kendi hacılarını diğer ülke hacılarından ayırmaya çalışıyorlar. Halbuki bu kadar insan bir araya gelmişken, karşılıklı görüşür, sorunlarını gündeme getirir ve ortak çözümler bulmaya çalışır. Hacc ve Umre dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış insanların kendi aralarında akdedip sorunlarını özgürce konuştukları bir kongre işlevi görmelidir.