Bir deniz parçası kütle halinde düşmez gökten. Kurtarıcı beklemez mümin. Her Müslüman bir yağmur damlasıdır. Ve yağmur yağar toprak rahmete doyar. Müminlerin birliğini, ortak çabasını anlatır suya doymuş toprak.
Güneş doğar, baharı müjdeler çiğdemler.
Güneş vahiydir, göz de akıl.
Mümin vahiyle görmeye duymaya, düşünmeye başladığında barış iklimine girilir. Adalet koruyucu, merhamet bereket ekici ve ölüm gözleri gülen dostumuz olur. İmanla şenlenir gönüller. Hangi amele koşacağını, heyecandan şaşırır mümin yürekler.
Zamanın yüzünü yıkamak çünkü mümin işidir.
Yolcuya hürmet, yoksula, yolda kalmışa, mazluma yar olmak vazifedir, her secde sahibine. Secde, en yükseğine varma hamlesidir kulluğun. Bütün sahte kurtarıcılardan kurtulup sadece O’na, ancak O’na kul olmanın görselidir. Dünyaya görsel veri olan, anlam dünyasında yolculuğa denk düşer. Fiziki alemde, izhar edilen kimlik olur secde.
Ve secde büyük bir ayraçtır.
Net bir duruştur secde.
Müslüman olmanın, yolda olmanın, eylemde olmanın görüntüsünü kararlılığını ve bedelini yüklenme sorumluluğudur. Günde beş kez, hususi duruş için çağrılan mümin, en büyük yerden onurlandırılmıştır. Kendisine büyük bir ayrıcalık bahşedilmiştir ve eylemiyle dünyadaki misyonunu hatırlarken, ötelere pencere açma imkanına kavuşmuştur.
Secdeden kaçan, önem vermeyen müminin konumu izahtan varestedir.
Onun kendiyle savaşı, çarpıklığıyla yaşama ağrısı vardır ve çekilmez yükün altında ezilmesi söz konusudur.
Secdenin sabırla ve zekatla ilgisine vurgu yapan ayetler, diri bir hissediş ve varlık izharını, kişinin önce kendine yapmasını hissettirir mahiyettedir. İbadetler tadat edildiğinde bir yükmüş zehabı ortaya çıkabilir, ancak fıtratın pek çok işi aynı anda yapabilmesi düşünüldüğünde, meselenin kolaylığı ve zuhur eden manevi ikramı, ötelerden bir işaret gibi müminin kuşattığında, her şey ne kadar kolaylaşır.
İnanmakla başlayan yolculuk, salih amel düşüncesini besler ve sahih niyet işe dönüştüğünde kişiye ve topluma iyilik bahsinde katkı olarak yansır.
Müslüman açık, net bir duruşun adamıdır.
Ne zaman ne yapacağı açık, kendini adaletle kayıtlamış ve hesap vermeye hazır konumda yaşamayı seçmiştir.
Kitapla yaşayan adamdır o.
Kitap ki, Mevla’nın meramı.
Yanılırsa, düşerse, nasıl kalkacağı, nasıl düzeleceği belli olan insana, her durumda, önemli nimet bahşedilmiş demektir.
Dünyaya zor zamanda gelmiş olmak, imtihanı kolaylaştırma açısından önemli olabilir. En koyu karanlıkta, çıkmazların kavşağında, mutlaka bir çıkış vardır ve mümin feraseti ile bu yolu bulur. Diğer bir deyişle, çıkmazın, kaosun uzak olduğu insandır mümin. Kimseye fatura çıkarmayan, var edenin her şeye muktedir olduğunu bilen ve kendi konumunu kavrayan bir yolcudur mümin.
Yaşadığımız modern dönem illüzyon çağı, pek çok çağrı, değişik çağıltı önümüze dikiliyor. İmanla eylem arasını açma girişimi kimi zaman etkili oluyor.
Ayarı düşük altının işlevine dönüyor durumumuz.
Ya kollarımız kardeşliği kucaklamak için yeteri kadar açılmıyor veya kutlu dava için, algı ve alışkanlıklarımızdan uzaklaşamıyoruz. Ne ensara benziyoruz, ne de muhaciri andırıyoruz.
Dünya her an karşımızda.
Ayartmak için, ya da hayırlı vakte taşımak için.
Yenilenen illüzyonlara, depreşen vitrinlere karşı, Musa’nın asasını ortaya atmak kararlılık ister, unutulmayan hedef, ihmal edilmeyen, sürekli hissedilen amaç talep eder.
Cemaat olmak bu açıdan da mühim. İllüzyonun seline, bulanık akışa karşı omuz omuza durmak için birbirinin velisi olmak icap eder.
Kirlenen toprağa, sertleşen algıya yağmur olmak, güneşin göğsüne umut yazabilmek için, yaralara, çelişkilere bakmak yerine, gözleri uzak ufuklara yatırmak gerek.
Gözü göze eklemek, biri diğerine göz kulak olarak, ilerlemek gerek.
Ümmet bir başka birlikteliklere benzemeyen yapıdır. Kurucu hücresi müminler, bir bedenin azaları olmak durumundadır.
Bir başka millete benzemezler.
Benzediklerinde, şekilden, resimden ibaret kalırlar ve “asa”ları tesir etmez olur.
Halimiz bunun ispatı.