Uluslararası hukuk ve Mavi Marmara

Gazze’ye yardım götüren gemilere yaptığı ve dokuz masum canın alınmasıyla sonuçlanan olayın ardından ilk aklıma ünlü Alman filozof ve sosyolog Adorno’nun şu sözleri geldi; ‘Ausschwitz’den sonra şiir yazılamaz.’ Ausschwitz’den sonra şiir yazılamazsa, sizce İsrail’in Marmara Gemisi’ne yaptığı insanlık dışı saldırıdan sonra şiir yazılabilir mi? İngiliz gazeteci Robert Fisk, olayın ardından ‘belki de İsrail’e alıştık’ demiş. Kötülüğe alışmak mümkün mü?

İsrail’in senelerdir kendisine verilen bir uluslararası hak gibi Ortadoğu’da can almasına, anaların ağlamasına, çocukların ölmesine, iyi niyetli ve barışçıl amaçlarla yardım götüren kişilere saldırılmasına alışmak mümkün mü? Öncelikle belirtmek gerekir ki İsrail’e senelerdir yaptığı kıyımı hiçbir uluslararası hukuk kuralı hak olarak tanımamakta. İkinci olarak da bütün küresel hukuk kurallarının temelinde olduğu gibi uluslararası hukukun da temelinde insan yaşamının ve onurunun korunması vardır. İsrail’in Mavi Marmara gemisine yaptığı saldırı insan yaşamını ve insan onurunu hedeflemektedir. 

Amaç insani
Mavi Marmara gemisinin içinde bulunduğu Gazze Yardım Konvoyu’nun amacı İsrail’in 1860 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararını ihlal ederek gayrımeşru şekilde abluka uyguladığı Gazze Şeridi’ne insani yardım götürmekti. Altı gemiden oluşan konvoyda sadece Türkler değil, aralarında Avrupa Birliği ülkeleri parlamento üyelerinin de bulunduğu 30’un üzerinde ülkeden yaklaşık 600 gönüllü bulunmaktaydı. Gemilerde insani yardım kapsamında gıda, ilaç, tıbbi malzeme, giyecek, kırtasiye malzemesi, oyuncak ve inşaat malzemesi bulunmaktaydı. Gemilerde silah bulunmamaktaydı. Saldırı sivillere yönelik düzenlenmiştir. Ölenlerden sekizi Türk, biri de Türk kökenli ABD vatandaşıdır. Saldırı sonucunda çok sayıda sivil de yaralanmıştır.

Türk bayraklı bir gemiye açık denizde yapılan bu saldırı Türkiye’nin egemenliğinin açık bir ihlali olmuştur. Saldırı sadece Türkiye ile İsrail arasında bir sorun olmanın ötesinde İsrail’le uluslararası toplum arasında bir soruna yol açmıştır. Nitekim İsrail’in bu saldırısını sadece ülkemiz değil, uluslararası toplumun büyük kesimi de sert tepkiyle karşılamış ve kınamıştır. Üç ülke İsrail’deki Büyükelçisi’ni çekmiş veya diplomatik ilişkisini askıya almıştır. Toplam 117 ülke İsrail saldırısını eleştirmiş veya kınamıştır. Toplam 23 ülkenin parlamentosu veya yerel meclislerinde ülkemize destek veren bildiriler yayımlanmış veya kararlar kabul edilmiştir. BM Güvenlik Konseyi, 31 Mayıs’ta yaptığı Başkanlık Açıklaması’nda uluslararası standartlara uygun, süratli, tarafsız, muteber ve şeffaf bir soruşturma yürütülmesi çağrısında bulunmuştur. 

Soruşturma önerisi
Bu bağlamda BM Genel Sekreteri’nin bir Türk, bir İsrailli ve üç uluslararası uzmanın katılımıyla kurulmasını önerdiği soruşturma paneline ülkemiz ilke olarak olumlu yanıt vermiştir. İsrail’den bu öneriye henüz resmi yanıt alınamamıştır. BM İnsan Hakları Konseyi’nde 1 Haziran’da alınan kararla da saldırı kınanmış ve bağımsız bir Veri Toplama Misyonu kurulması kararlaştırılmıştır. Diğer yandan Avrupa Parlamentosu 17 Haziran tarihinde, İsrail’i Gazze’ye insani yardım götüren gemilere düzenlediği saldırıdan dolayı kınadı. Genel Kurulda İsrail’in saldırısı ‘uluslararası hukuk ihlali’ olarak değerlendirildi. Saldırıyla ilgili ‘uluslararası tarafsız bir soruşturmanın’ açılması istenen kararda, AB ülkelerinin bu konuda gerekli katkıyı vermeleri çağrısı yapıldı.

Birleşmiş Milletler üyesi ve BM Temel Anlaşması’nın bir tarafı olarak bu Anlaşmada düzenlenen ilke ve kurallara da uymakla yükümlüdür. BM Temel Anlaşması’nın giriş bölümünde şu kural düzenlenmiştir. Bir insan yaşamı içinde iki kez insanlığa tarif olunmaz acılar getiren savaş felaketinden gelecek kuşakları korumaya, temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, büyük uluslarla küçük ulusların hak eşitliğine olan inancımızı yeniden ilan etmeye, adaletin korunması ve antlaşmadan doğan yükümlülüklere saygı gösterilmesi için gerekli koşulları yaratmaya, hoşgörüyle davranmaya ve iyi komşuluk anlayış içinde birbirimizle barışık yaşamaya, uluslararası barış ve güvenliği korumak için güçlerimizi birleştirmeye, ortak yarar dışında silahlı kuvvet kullanılmamasını sağlayacak ilkeleri kabul etmeye ve yöntemleri benimsemeye ve bu amaçları gerçekleştirmek için çaba harcamaya karar verdik.” İsrail’in BM Temel Anlaşması’nı en son yardım gemilerine yaptığı müdahaleyle açıkça ihlal ettiği ortadadır. İsrail temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine saldırıda bulunmuş; ortak yarar dışında silahlı kuvvet kullanılmamasını sağlayacak ilkeleri benimseme prensibini çiğnemiştir.

Tartışılan politikalar
İsrail’in, Filistin halkı üzerinde izlediği güvenlik politikası her zaman uluslararası camiada büyük tartışma görmüş ve özellikle en son Gazze’ye müdahalesinde işlediği uluslararası hukuk suçları BM tarafından rapor haline getirilmiştir. ‘Goldstone Raporu’ olarak da bilinen, Gazze Anlaşmazlığı’na İlişkin Birleşmiş Milletler Bilirkişi Heyeti’nin hazırladığı raporun 16 Ekim 2009’da BM İnsan Hakları Komisyonu tarafından onaylanmasıyla İsrail-Filistin uyuşmazlığına yeni bir boyut kazandırılmış oldu. Bu rapor ile BM tarihinde bir ilk gerçekleşmiş, İsrail’in Gazze’deki insan hakları ihlalleri ilk defa eleştirilerek haksız bulunmuştur. Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarında sıklıkla dikkat çektiği bir husus olan Gazze’deki insan hakları ihlalleri, sonunda bir BM organı tarafından ilk defa resmen kabul edildi. Böylece uluslararası camia Gazze’deki yoğun insan hakları ihlalleri karşısında hareketsizliğini bozdu ve durumun çözümüne ilişkin kararlı adımlar atmaya başladı.  Rapor’da Gazze’de orantısız güç kullanmakla suçlanan İsrail’in askeri-sivil bölge ayrımı yapmadan gerçekleştirdiği saldırılar sonucu gerçekleşen ölümlerin yanı sıra, kasten sivillere yapılan saldırılar da belgelenmiştir.

Filistin halkının bir bütün olarak cezalandırılmış olduğunu belirten Rapor’da İsrail’in Filistin’e uyguladığı ambargo da eleştirildi. Rapor, uygulanan ekonomik ve politik ambargo ile İsrail’i, Filistinlileri topluca cezalandırmak ile suçladı. Bu ambargonun Filistin halkının kişisel, siyasi, kültürel ve ekonomik haklarının ihlali olarak değerlendiren rapor, İsrail’in 4. Cenevre Konvansiyonu çerçevesinde Filistin’e yiyecek malzemeleri, tıbbi malzemeler ve Batı Şeria halkının diğer insancıl ihtiyaçlarını karşılayacak malzemelerin ayrım yapılmaksızın bölgeye ulaştırılması sorumluluğu bulunduğunu vurgulamıştır.

İnsani yardım gemilerine yapılan saldırıya geri dönecek olursak; İsrail Gazze’ye yardım götürmek üzere yola çıkmış olan yardım gemilerine askeri müdahaleyle BM Antlaşması’nın en temel ilkesi olan 2. madde 4. fıkra çerçevesindeki ‘Teşkilatın üyeleri, milletlerarası münasebetlerinde gerek bir başka devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı gerekse BM amaçları ile telif edilmeyecek herhangi bir surette, tehdide veya kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar’ şeklindeki en temel yasağı ihlal etmiştir. Uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasını ve kuvvet kullanma tehdidinde bulunulmasını yasaklayan bu madde, günümüzde uluslararası hukukun /jus ad bellum en temel ilkesidir. Uluslararası teamül hukukunun da bütünleyici bir parçası olan bu temel ilkeyi İsrail hiçe saymış, barışçıl yollarla çözülebilecek bir sorunu orantısız bir biçimde kuvvet kullanarak çözme yoluna gitmiştir. 

BM Anlaşması
Onlarca sivilin ölmesine ve yaralanmasına neden olan bu olay sonucu; İsrail ‘saldırgan’ ve haydut devlet/rogue states kategorisine girmiştir. İsrail’in Mavi Marmara gemisine yönelik müdahalesini BM Antlaşması’nın 51. maddesi bağlamında bir ‘silahlı saldırı’ olarak görmek mümkündür. Uluslar arası hukuka göre vatandaşlara ve bunların mülklerine yönelik terörist saldırılar çok sayıda vatandaşın ölmesine ve yararlanmasına neden olmuşsa ve saldırıların amacı devleti siyasal bir eylem yapmaya ya da yapmaktan alıkoymaya zorlamaksa bireylere yönelik saldırıları, md. 51 bağlamında devlete yönelik bir silahlı saldırıyla eşdeğer görmek mümkündür. Üstelik yalnızca 1945-1992 arası dönemde 18 olay bu esasta meşrulaştırılmıştır ki; bu olaylar arasında İsrail’in 1976’da Entebbe baskını, ABD’nin 1983 Grenada, 1989 Panama ve 1993 Irak İstihbarat Merkezi’ne yönelik operasyonları da vardır. Bu bağlamda, açık denizde içinde 400’ü Türk toplam 581 sivilin bulunduğu Mavi Marmara gemisine yönelik İsrail’in saldırısı Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik doğrudan bir silahlı saldırıya eşdeğerdir. Türkiye’nin bu silahlı saldırıya karşı BM Antlaşması 51. madde çerçevesinde meşru müdafaa hakkı doğmuştur.

İsrail’in yardım gemilerine müdahalesi, Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku/jus in bello açısından da eleştirilere açıktır. İsrail IV. Cenevre Sözleşmesi’nin “Yüksek Akid taraflardan her biri, diğer Akid tarafın, düşman dahi olsa, münhasıran sivil halkına mahsus her türlü ilaç ve sıhhi malzeme sevkiyatını ve keza dini levazımın serbestçe geçmesine müsaade edecektir... 15 yaşından aşağı çocuklara, gebe ve loğusa kadınlara zaruri olan yiyecek, giyecek ve kuvvet verici maddelerin de serbestçe geçmesine müsaade eyleyecektir...’ şeklindeki 23. maddesi çerçevesinde insani yardımlara izin vermek zorundadır.

Bunlarla birlikte İsrail’in Gazze’ye uyguladığı abluka ve ambargo da uluslararası hukuka aykırıdır. İsrail, IV. Cenevre Sözleşmesi’nin 33. maddesine göre, Gazze halkına yönelik ambargo uygulayarak toplu cezalandırma yasağını ihlal etmektedir. Uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalara ilişkin 1977 tarihli II No’lu Ek Protokol’ün ‘sivil halkın hayatta kalması için gereken gıda malzemeleri ve tıbbi malzemeler gibi malzemenin yokluğundan dolayı hak etmediği zorluklara maruz kalıyorsa, tamamen insani amaçlı olarak ve herhangi bir ayrım gözetilmeksizin yürütülen tarafsız nitelikteki yardım hareketleri ilgili devletin rızası ile başlatılacaktır.’ şeklindeki 18 madde ancak iç silahlı çatışmalar için söz konusu olup sadece anılan protokole taraf olan devletleri bağlar. Oysa 1948’den bu yana süren İsrail-Filistin sorunu bir iç silahlı çatışma olmayıp 1977 tarihli I No’lu Protokol’ün 1. madde 4. fıkrası çerçevesinde uluslararasılaşmış nitelikte bir silahlı çatışmadır. Her ne kadar İsrail I No’lu Protokol ile bağlı olmasa da 1949 Cenevre Sözleşmeleri’ne taraftır ve bu sözleşmelere uymak zorundadır. 

Orantısız kuvvet
İsrail La Haye Yönetmeliği’nin md. 23/c; IV. CS md. 3, 13-23; I No’lu Protokol’ün md. 48-58 çerçevesinde siviller, sivil halk ve sivil hedeflerle ‘askerî’ hedefler arasında ayırım yapılmasını öngören kuralları da ihlal etmiştir. Ayrıca İsrail La Haye Yönetmeliği’nin md. 23/c çerçevesinde ‘orantısız’ bir biçimde kuvvet kullanarak da uluslararası hukuku ciddi bir biçimde ihlal etmiştir.

Uluslararası deniz hukuku açısından açık deniz, hiçbir devletin ülkesine girmeyen bir deniz alanıdır. Bütün devletlerin yaralanmasına açık olup burada temel ilke ‘serbestliktir’. Gemilerde yönetsel ve yargısal yetkiler bakımından her devlet kendi ulusal yetkileri altında bulunan gemiler üzerinde yetkili olup bu kural bayrak yasası olarak bilinir. Bayrak yasasına kural dışı olarak, yalnızca yabancı ticaret gemileri için deniz haydutluğu, köle ticareti; uyuşturucu madde kaçakçılığı ve açık denizden ses ya da görüntü aracılığıyla yapılan izinsiz yayımlar şeklindeki uluslararası nitelikteki suçlar nedeniyle devletlerin her birisi açık denizdeki her uyruktan gemi üzerinde geminin kimliğini inceleme ve ziyaret hakkını kullanabilir.

İsrail tarafından yardım gemilerine kıyaya 72 mil uzaklıkta, yani açık denizdeyken müdahale edilmiş olması, açık denizin serbestliği ilkesinin açık bir ihlalidir. İsrail’in bu eylemi, 1856 Paris Konferansı ile yasaklanmış olan ‘korsanlıktan’ başka bir şey değildir. Zira devlet eliyle düşman ticaret gemilerine saldırmak, ele geçirmek ve yüklerine el koymak korsanlıktır.

İsrail’den temel beklentilerimiz; suçunu kabul etmesi, özür dilemesi, maddi ve manevi tazminat ödemesidir. İsrail’in bu beklentilerimizin karşılanmasına ilişkin atacağı adımlar ikili ilişkilerimizin önümüzdeki dönem izleyeceği seyirde belirleyici olacaktır.

Öte yandan uluslararası hukuku ihlal eden bu müdahalesi karşısında şu tedbirler alınmalı ve yaptırımlar uygulanmalıdır. Uluslararası toplumdan, saldırıda ölen ve yaralananların ailelerinden özür dilemelidir. Derhal bağımsız ve tarafsız uluslar arası bir komisyon tarafından bir soruşturma başlatılmalıdır. Bu saldırının faillerine ve sorumlu makamlara karşı gerekli uluslararası yasal işlem acilen yapılmalıdır. Birleşmiş Milletler, ciddi bir hayal kırıklığı ve uyarı bildirmelidir. İsrail, uluslararası hukuka ve temel insan haklarına sadık kalmaya teşvik edilmelidir. Gemiler kesinlikle serbest bırakılmalı ve insani yardımları ulaştırmalarına izin verilmelidir. Merhumların ve yaralıların aileleri, ilgili sivil toplum kuruluşları ve nakliye şirketlerinin zararları sonuna kadar karşılanmalıdır. Gazze’ye yönelik ablukaya derhal son verilmeli ve tüm insani yardımların girmesine izin verilmelidir. Gazze hızla geliştirilerek, oluşturulacak barış bölgesi için bir örnek olmalıdır. Uluslararası toplum da katkı vermesi için davet edilmelidir.

Bakınız, Mavi Marmara gemisinde Nazi soykırımından kurtulmuş bir Yahudi de bulunuyordu ve İsrail, Nazi soykırımından kurtulmuş, Yahudi olduğu için acı çekmiş o Yahudi’ye de saldırmıştır, onu da tutuklamaya kalkmıştır. Barış için atan altın yürekler dil, din, ırk dinlemezse, görüyoruz ki şiddetin hedefi de dinlememekte. Hiçbir zaman kötülüğe alışmamak gerektiği gibi hiçbir zaman İsrail’in tüm ahlaki ve uluslararası hukuk kurallarını çiğneyerek can almasına saldırılarda bulunmasına da alışmamak gerekir. Kendini gelişmiş ve medeni sayan devletlerin izlemesi gereken yegane ilke güçsüzü güçlü karşısında ezdirmemek olmalıdır. İsrail elinde bulundurduğu askeri güçle senelerdir Ortadoğu’da devlet terörü işlese de artık buna bir son vermenin zamanı gelmiştir. Bu güçlü duruşun öncüsü de Türkiye’dir. Türkiye ölen ve zarar gören vatandaşlarıyla ilgili her türlü hakkın peşinden gidecek ve bölgede barışın öncülüğünü yapacaktır. İsrail’in son saldırısıyla teröristler ve devletler arasındaki çizgi bulanmıştır.

Bize düşen görev tüm devletlerin uluslararası hukuka ve insani değerlere bağlı olduğunu göstermektir. Türkiye bu bağlamda sorumluluğunu yüklenmeye hazırdır. Bu sorumluluğu yükleniyoruz ki Mavi Marmara’nın ardından kayıplarımıza yakılan ağıtlar, barış şarkılarına dönsün. Bu sorumluluğu yükleniyoruz ki Mavi Marmara’dan sonra şiir yazılabilsin. 

Cüneyt Yüksel: Ak Parti Mardin milletvekili

Kaynak: Radikal