Birkaç gün önce 1 Mayıs’ta Türkiye dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kutlayacak bir şeyi vardı. 2003’ten itibaren başbakanın dış politika danışmanlığını yürütmesinin ardından bir yıl önce bakan oldu.
Davutoğlu, bakanlığının birinci yılı kutlama partisini Oxford’da yapmaya karar verdi. Bazı önde gelen gazetelerin yayın yönetmenleniyle ve etkili köşeyazarlarıyla birlikte Britanya’yadaydı ve saygın St. Antony College’ta, Oxford Üniversitesi Güneydoğu Avrupa Çalışmaları ve Sabancı Üniversitesi’nin Türk dış politikası üzerine düzenlediği bir konferansta politikasının temel ilkelerini anlattı.
Akademik uzmanlığını, son yedi yıldır Türk dış politikasını günbegün yürütürken edindiği tecrübelerle harmanladığı bir saatlik konuşmasından etkilendiğimi söylemeliyim. Bir yanıyla doğumgünü konuşması 2002’de yayınladığı ‘Stratejik Derinlik’ adlı kitabının bir güncellemesi niteliğindeydi. O dönem akademisyen olan Davutoğlu, bu hacimli kitapta Türkiye’nin radikal şekilde değişen bir dünyada yüz yüze geldiği güçlüklerin bir taslağını çıkarıyordu.
Profesör Davutoğlu yeni ve etkileyici Türk dış politikasının ilk başta perde arkasında duran, bir yıldır da dünya sahnesindeki yüzü ve sesi olan mimarı haline gelmeseydi, bu karmaşık çalışma ilginç bir teorik egzersiz olarak kalacaktı. Oxford konferansının amacı, stratejik derinliğe dair fikirlerin, Türkiye’nin son birkaç yıldır son derece aktif olduğu farklı bölgelerde nasıl işlediğini görmek. Fakat aynı zamanda, kaçınılmaz olarak sahadaki katı gerçeklerle yüz yüze gelen bir poltikanın tahditlerini ve sınırlarını da anlamak istiyorlardı.
Bakanın Oxford’da bulunmasının iyi tarafı, sonrasında düzenlenen partiye de katılması oldu. Davutoğlu’nun konuşurken görenler, bakanın öğretmeyi hala ne kadar çok sevdiğini anlıyorlar. Sanki bir akademisyenmiş gibi konuşmaktan hoşlanıyor ve bu da zaman sınırın olmaması anlamına geliyor. Bu yüzden cumartesi günkü bir saatlik konuşması ve doğumgünü partisi yemeğinin sonundaki 30 dakikalık konuşmasının ardından, büyük kısmımız pazar sabahı biraz dinlenmesini bekliyorduk. Fakat öyle yapmadı. Çeşitli akademisyenlerin (köşeyazarınız da dahil) konferansı toparlaması gereken kapanış oturumunda da arzı endam etti. Rahatlamış ve kıravat takmamış olan eski profesör kendisini eleştirenlerin arasına oturdu ve teorilerine, daha şiddetli şekilde de politikalarına yönelik eleştirel sözlere karşılık vermeye çalıştı.
Birçok konuşmanın konferansta gündeme getirdiği noktalardan biri, bakanın dış politika fikirlerinin tam ve başarılı bir şekilde uygulanmasına yönelik iç politikadan kaynaklı kısıtlamalar meselesiydi. Daha açık söylersek: Türkiye’nin dışarıdaki imajını güçlendirme ve ülkeyi bölgenin geri kalanı için bir örnek olarak sunma çabaları, Türkiye’nin kendi içindeki bazı inatçı sorunları çözememesi nedeniyle ciddi zarar görüyor. Sırplarla Boşnaklar arasında arabuluculuk yapmak veya Irak’ta farklı etnisiteleri bir araya getirmek hiç yabana atılacak bir iş değil. Türkiye bu girişimlerinden dolayı hakkı olan bir sürü övgü de alıyor. Fakat günün sonunda bütün bu diplomatik çalışmaların etkisi, neredeyse tıpatıp aynı olan ülke içi sorunlar doğru düzgün ele alınmadığı takdirde sınırlı olacaktır. Başka bir deyişle: Davutoğlu, temsil ettiği hükümet ülke içinde ve dışında Kürt ve Alevi sorunlarını ele alışında başarısız görülürken, nasıl ikna edici olabilir?
Bunun da ötesinde, bakan dış politikasının başarılı olup olmamasını belirleyen ülke içi politikalar üzerinde ne kadar etkide bulunabiliyor? Sözgelimi Ermenistan’la imzalanan protokoller, Davutoğlu’nun savunduğu ‘komşularla sıfır sorun’ politikasının kesinlikle iyi bir örneğiydi. Fakat başbakanın Karabağ ihtilafıyla yeniden bağ tesis etmesi, bariz şekilde seçim hesaplarının ve ülke içi basınçların bir sonucuydu. Ahmet Davutoğlu’nun Tayyip Erdoğan’ı ek şartlar olmaksızın Ermenistan ile anlaşmaya bağlı kalmaya ikna etmesi mümkün müdür? Yoksa AKP lideri dışişleri bakanına, uzun vadeli çözümleri hedefleyen politikalarının, ağır basan kısa vadeli parti çıkarlarına zarar vermedikçe iyi ve güzel olduğunu mu söyleyecektir?
Bakan cevabında potansiyel gerilimi kabul edecek kadar dürüsttü. Fakat hem kararlı bir siyasetçi hem bir iyimser olarak Ahmet Davutoğlu sorunları büyütmedi ve bu ikilemin üstesinden gelebileceğinden yine de emindi. Umarım bakanın böyle düşünmesinin sebebi, dış tehditlerin yokluğuna dayalı dış politikasının, Türkiye’de süregiden ve bazen cüretli olan reformlara yardım edecek bir siyasi iklime hatırı sayılır katkı yapacağına inanmasıdır. Şimdilik öyle olduğunu varsayalım ve 1 Mayıs 2011’de kendisini tekrar sorgulayalım.
Kaynak: Radikal