Üç olay: Acaba Neler konuşuldu?

Hürriyet'ten Şükrü Küçükşahin yazıyor. Tayyip Erdoğan, son MYK toplantılarından birinde “Benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” demiş.

Bu söz, malum, Hazreti Peygamber (s.a.)'e ait. O, insanın evrendeki misyonu ve Yaratan'la ilişkisi gibi bütün bir dünya macerasına ilişkin bilgiler açısından bakarak söylemiş bunu.

Tayyip Erdoğan bu ülkenin Başbakan'ı ve bu ülke, müthiş bir iktidar mücadelesine sahne oluyor. Gel - gitler yaşanıyor. Farklı iç – dış güçler devreye giriyor, çıkıyor ve Demirel'in ifadesiyle hükümetlerin “iktidar” olabilmeleri “vahşi at üstünden düşmeme becerisi – rodeo”ya denk tutuluyor.

Acaba, herkesin bilmediği neyi biliyor sayın Başbakan?

Ya da şöyle soralım:

Güncel gelişmeleri etkileyen, insanların “Tayyip Erdoğan bunu neden böyle yaptı?” diye hayretle karşıladığı hangi şeyin arkasında Tayyip Erdoğan'ın “farklı bilgi”sine dayanan ne var?

Evet, e- muhtıra arkasından bir Dolmabahçe görüşmesi...

Şemdinli arkasından bir görüşme...

Şemdinli arkasından iddianameyi hazırlayan savcı ve iddianamedeki bilgilere me'haz teşkil eden istihbarat daire başkanı gitmişti.

Dolmabahçe görüşmesi arkasından “falancalar tasfiye edildi” şeklinde yorumlanan AKP'nin liste tanzimi geldi.

Soru şu:

Bunlar, Başbakan'ın Genelkurmay Başkanı ile yaptığı görüşmelerin sonucu mu?

Başbakan, Genelkurmay Başkanı ile görüştü ve bu görüşme ile ilgili herhangi bir bilgi çıkmayacağına dair birbirine güvence verdiklerini açıkladı. Genelkurmay Başkanı da, bu yöndeki soruları cevapsız bıraktı.

Şu ana kadar Dolmabahçe görüşmesinden bir bilgi sızmış değil.

Ancak sonraki olaylar o görüşme ile bağlantılanıyor.

Görüşmede kim ne dedi, bilinmese bile, hangi başlıkların gündeme gelmiş olabileceğini tahmin etmek zor değil.

Görüşme Başbakan'ın talebi üzerine gerçekleşiyor. Başbakan, e-muhtıranın verildiği Cuma gecesi saat 23.20'den sonra birkaç kere Genelkurmay başkanını arıyor. Görüşme gerçekleşemiyor. demek görüşme gerçekleşse, e-muhtıra konusunu soracak Başbakan. Öyleyse Dolmabahçe'de de e- muhtıranın görüşmenin ilk maddesi olması normal. Sonra e- muhtıraya geliş süreci konuşulmuş olacaktır. Ordunun içi – dışı konuşulacaktır. Genelkurmay Başkanı bir izah getirecektir. Cumhurbaşkanlığı seçimi, yeni seçimde muhtemel AKP iktidarı, askerin iktidardan beklentileri, cumhuriyet – laiklik duyarlılığı vs...

-Benim bildiğimi siz bilseydiniz, az güler çok ağlardınız...

Acaba Dolmabahçe'de yol arkadaşlarını “az gülüp çok ağlatacak” nitelikte Başbakan'ı sarsan bir şey söylendi mi?

-AKP neyini yeniledi, dışardan okunduğu gibi üstü çizilenlerle bu görüşmelerin ilgisi var mı, bu görüşme daha ne gibi etkiler oluşturacak, bundan sonra daha ne gibi olaylarda Dolmabahçe görüşmesine atıflarda bulunulacak?

Başbakan AKP'deki arkadaşlarına daha kaç kere “az güler çok ağlardınız” sözünü hatırlatacak?

Başbakan bu görüşmeyi ikili yaptığı ve görüşmenin muhtevasını kimse ile paylaşmadığı için tahminler – spekülasyonlar da devam edecek.

Başlıkta “Üç olay” dedim. Başbakan'ın görüşmesi ve bağlantılı gelişmeler en sonuncusu...

Geriye doğru ikinci olay, cumhurbaşkanlığı seçiminde ANAP ve DYP'nin oylamaya katılmaması ile sonuçlanan temaslar silsilesi... Ya da bu yöndeki iddialar.

Ağar ve Mumcu, Cumhurbaşkanlığı seçimi için Meclis'e girmemenin partilerine ödeteceği bedeli tahmin etmemiş olabilirler mi? Sırf daha önce dialog kurulmadı diye, DP misyonuna çok yakın bir ismin (Abdullah Gül) cumhurbaşkanı seçtirilmemesi operasyonunda rol almak, siyasi basiret işi midir? Buradaki operasyonel kurguyu görmemişler midir? Görmüşlerse hangi saikle bu operasyonel kurguya monte olmuşlardır?

Denir ki, burada bir takım temaslar oldu. “Daha kötüsü” geliyor dendi. “Anayasa Mahkemesi onun için 367 kararını o şekilde aldı” dendi. “Türkiye'yi daha kötüsünden korumak şimdi sizlerin tavrınıza bağlı” dendi. Onlar da zaten AKP'nin politikasına monte olmamak gibi bir eğilim içindeydiler, bu risk iddiaları ile bu eğilim birleşince, bildiğimiz olaylar oldu.

Ağar ve Mumcu, bu tür iddiaları kabul etmiyorlar. O zaman ortada basit siyasi hesaplar dışında bir mazeret kalmadığı için bu da onlara yakıştırılmıyor. Spekülasyonlar devam edip gidiyor.

Şu soru ortada:

Acaba o gergin süreçte Ağar ve Mumcu'ya bir şeyler dendiği için mi, kendi tabanlarının hassasiyetini gözardı etmek pahasına cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kırılgan rol oynadılar?

Üçüncü olay, 28 Şubat'a gelişte Demirel'in duruşu ile ilgili.

Orada dendi ki, Demirel gelmekte olan bir darbeyi önledi ve demokrasiyi koruma noktasında tarihi bir rol oynadı.

Oysa toplumdaki 28 Şubat algılaması, örtülü bir askeri müdahale gerçekleştiği, bunun MGK marifetiyle yürütüldüğü, Demirel'in de örtülü müdahaleye meşruiyyet kazandırıcı bir rol oynadığı şeklinde...

Burada da Demirel'in yaptığı görüşmeler açık değil. Kim ne dedi, Demirel gerçekten daha ağır bir askeri müdahalenin varlığına nasıl inandırıldı, bunlar bilinmiyor. Böyle bir askeri müdahale ihtimalinin gerçekten var olup olmaması ile, Demirel'in bu iddiayı, Necmettin Erbakan ve siyasi yürüyüşünü yok etmek için kullanıp kullanmaması ihtimali birlikte dikkate alınıyor. Ya Demirel, “Ben Cumhurbaşkanı olduğum sürece askeri bir müdaheleye izin vermem, Türkiye artık bunlardan kurtulmalıdır” şeklinde göğüslemesi mümkün bir askeri müdahale ihtimalini ezeli rakiplerini yok etmek için kullandı ise...

Burada da askerle siyasetçi arasında bütün boyutları kamuoyunca bilinmeyen gizli bir temas var. Ve onun bedelleri...

Bunlar demokratik bir ülkede sağlıklı olaylar mı?

Siyasetçiler bu işleri böyle gizli görüşmeler zemininde götürüp, bir ölçüde bazı şeylere boyun eğip, topluma bedellerini mi yansıtmalı?

Yoksa elinde silah bulunan güç odaklarının boyun eğdirici taleplerini topluma yansıtmadan, talepleri önce toplumla paylaşmayı mı tercih etmeli?

“Az gülüp çok ağlama” pahasına Başbakan'ın bildiği şeyleri bilmeye ve bazı yükleri onunla paylaşmaya ne dersiniz?