Kokma çürümenin gücünü gösterir!
Bir darbı meselin gücünü bir kez daha keşfederek siyasi, sosyal ve toplumsal hayatımızı masaya yatırabiliriz. Birçok nesnenin kokusunun tedavisi ise ancak tuz ile olur!
Ancak tuz kokarsa ne olur?
Bu soruya muhatap olmanın kendisi bile başlı başına bir beladır!
Fakat görüleceği üzere uzun bir tarihten beri tuzun kokması için gereken ne ise elbirliği ile yapmaya çalışıyoruz.
Siyasi, sosyal ve toplumsal hayatımız gibi ticari hayatımızda da ciddi bir yozlaşmanın olduğu aşikârdır.
Yani siyasilerimiz siyasetlerini bir hakikat üzerine bina etmedikleri gibi siyasetin belirleyiciliğinin kazandırdığı güç ile yaşamın tümü hakikat üzerine kurulmuş değildir.
Osmanlı hanedanının bitiminin netleşmesi ve Osmanlı yönetiminin meydana gelen zaafı giderecek doğru yöntemi bulamamasının arkasında yatan temel gerçeğin dış güçlerin siyaset ile birlikte bütün yaşamsal alanlara el atarak müdahil olmalarında yatmaktadır. Bu bir suçlama olmaktan çok bir tespit olarak değerlendirilmelidir. Elbette ki hırsızın suçu müsellem olmakla birlikte evini hırsıza açan ev sahibinin de suçunu göz ardı edemeyiz!
Ancak "İttihat ve Terakki" cemiyeti ile birlikte yürürlüğe giren komitacılık; siyaset, sosyal, toplumsal ve ekonomik hayatın bütün atardamarlarına sirayet etmiştir. Ogün bugündür komitacılık hayatımızın temel belirleyeni olmuştur!
Cumhuriyet kurulmuş ancak kuruluş biçimini bile komitacılık belirlemiştir. Yine cumhuriyet kendisini komitacılık karşısında koruma adına kurtuluş savaşını veren güzide evlatlarını yemiştir. Bu yetmemiştir. Sürekli bir tehdit algısı ve korku psikolojisi ile muhalefet edecek kesimlere yönelik bir oyun kurgulanmıştır. O yüzden yeni nesillerin tarih konusunda kafası karışık olduğu gibi büyük bir çoğunluğun kafası da hala karışıktır.
Bu noktada en temel çelişki: Türk milleti adına siyaset, ekonomi ve toplumsal hayat kurgulayanların hiçbiri yaptığı işleri veya yapacağı işleri Türk milletine sunma gereği duymamışlardır. Bu ne yaman bir çelişkidir ki bu günde aynı durum söz konusu ve Türk milletine soralım naraları bile aslında milleti hakem kılma yerine milleti araçsallaştırarak siyasi hedefine ulaşma arzusundadır!
Siyaset Osmanlı son döneminde içi boşaltılmış olduğu gibi bugün de hala içi boşaltılmış halde durmaktadır. İçini doldurma çabası olarak ortaya konan bütün çabalarda yine gelip komitacılığa dayanarak siyasetin içinin boşaltılmasına katkıya dönüşmektedir.
Ekonomik hayat bundan bağımsız mıdır? Türkiye cumhuriyeti kurulurken milli bir burjuvazinin oluşturulması karara bağlandı. Ogün bugündür ekonomik hayat ancak devlet ulufesi olarak hayat alanı bulabilmektedir.
Ekonomi konusunda işin acı tarafı ise; ekonomi ne zaman biraz toparlansa devletten beslenen asalak ekonomi hemen iştahla rejim tehlikesi ve tehdidi ile bozulan ekonomilerini düzeltmeye çalışıyorlar. Bunun tipik bir örneği ve yakın bir tarih olması hasebi ile Refah Yol hükümeti ile toparlanan ekonomi, havuz hesabı ile ciddi bir ekonomik rahatlık sağlandı. Halk deyimi ile "kasa" doldu!
Ancak irticaa odak olmaktan Refah partisi kapatıldı.
Peki, bunun ekonomi ile ilişkisi ne diye soracak olursanız! Hemen akabinde kurulan hükümetler döneminde onlarca bankanın içinin boşaltılmasını hatırlamak yetecektir. Demek ki siyasi ve ekonomik hayat bir hakikat üzere durmuyor. Bütün bunlar tuzun kokması anlamına gelmez! Durumun vahametini gösterir ama daha tuz kokmamıştır. Çünkü bütün bunları yapan insanların ahlak iddiası yoktur. Siyaseti ve ekonomiyi böyle algılayarak hayat bulmuşlardır. Fakat siyaseti ve ekonomiyi bir ahlak meselesi haline getirenlerin aynı hataya düşmesi tuzun kokmasının başlangıcını gösterir!
Şimdi dönelim güncel siyasete; CHP, Ak Parti ve diğerleri hangi yöntemle milletvekili adaylarını belirlediler? Son sözü kim söyledi? Tabii ki Liderler değil mi? O zaman millet adına milleti kurtaracak olan bu partiler, milletin kimi temsilci seçeceğini nasıl kendileri belirliyor? Bu noktada ciddi bir aldatma olduğu tartışılmaz bir gerçekliktir. Ancak bütün partiler aynı yöntemle seçmektedirler ve bu konuda milletin ne dediklerini de öyle çok önemsememektedirler.
Bunu içimize sindirip susmalı mıyız? Ahlak savunucusu olarak siyaset sahnesine çıkanların ahlaksızlıklarını "kol kırılır yen içinde kalır" muvacehesinde es mi geçmeliyiz? Değer sahibi olarak siyaset sahnesine çıkanların devlet eliyle kendi burjuvalarını oluştururken eleştiri haklarımızı bizden oldukları için saklı mı tutmalıyız? O zaman tuz kokarsa hepimiz vebal altına girmez miyiz?
Türk"ü, Kürd"ü, Çerkez"i, Laz"ı, Alevi"si, Laik"i, Dindar"ı, Sünni"si, sağcısı, solcusu, sosyalisti, milliyetçisi, ulusalcısı ve Müslüman"ı hepimiz suçlu olmaz mıyız? O zaman bir ahlak uyanışının ve her kesimin kendi içinden başlayarak bir temizlenme, arınma ameliyesine girişmesinin vakti geldi ve geçmektedir. Yarın tuz kokarsa geç kalınmış olunur!
Silkinmeli ve kendimize gelmeliyiz!
Bir avuç iktidar sarhoşunun bizi aldatmasına izin vermemeli ve bizim istemediğimiz bir seçim biçiminin dayatılmasını kabul etmemeliyiz! Eğer millet ben isem ve benim sadece benim önüme konanı seçmek durumunda kalacak isem buna tepkimi belirlemeliyim ki başka komitacıların önü kesilsin!
Fakat bir çift sözü Müslüman siyasetçilere söyleme hakkımızı kullanmalıyım! İçimizden çıkarak siyaset sahnesine girdiniz, çoğunuz bizim desteklerimizle okudunuz, bizim yardımlarımızla siyasete yükseldiniz ve bizim oylarımızla iktidara sahip oldunuz. Bizim sizden beklediğimiz sadece milletin âli menfaatlerine zarar vermemeniz ve siyaseti ahlaki düzeyde tutmanız idi. Ancak siz sizden öncekilerin yaptıklarını aynen takip ederek benzerliğinizi ifşa ettiniz. Ancak size olan ilgimiz hala sürüyorsa! Bu kimliğiniz yüzünden gördüğünüz baskılardandır. Ancak sizi büyük bir dikkatle izlemekteyiz!
Yanlışlarınızı asla affetmeyeceğimiz gibi size mahkûm olmayacağımızı da bilmeniz yeter!
Bu ülkede yaşayan ve ahlakı önceleyen bütün insanların temel eksen olarak ahlaki değeri kabul ederek bir güç birliğini gerçekleştirmeleri elzemdir. Farklılıkların zenginlik olduğunu bilmekten daha güzel bir şey yoktur.
Etnik yapısı, felsefi düşüncesi, dini inancı ne olursa olsun; ahlaki temelde ve milletin ne dediğini hesaba katan bir yaklaşımın kirlenmemiş bütün kesimlerdeki insanlarca mihenk taşı kabul edilerek yeni bir siyaset anlayışına yönelmek kaçınılmaz bir hakikat olarak önümüzde durmaktadır