Türkler, Kürtler ve İsrail

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu ayın başlarında 15 milyonluk Kürtlere karşı "Demokratik Açılımları" başlatarak siyasi kariyerinin herhalde en tehlikeli safhasına girdi.

Kürt açılımı inisiyatifi bir sonraki seçimde ziyâdesiyle oy kaybetmesine neden olabilir. Hedefe isabet kaydetmediği takdirde AKP'nin 2002 yılındaki ilk seçim zaferiyle başlayan Türk siyasi hayatı üzerindeki hâkimiyetine bir son bile verebilir. Bu inisiyatif, onu ülkeyi parçalamak için hazırlanmış bir tezgah olarak gören ve kınayan bağnaz Türk ulusçuların keskin husûmetini çoktan kabarttı. Türkiye'nin toprak bütünlüğü ulusal takıntı haline gelmiş bir şey olduğundan dolayı sert yumruk hükmündeki bir suçlamadır bu.

Erdoğan ise biliyor ki Kürtlerle uzlaşmak, zor olsa da kaçınılmaz bir gerekliliktir. Çatışmalarda aracılık yaparak, Suriye, Irak ve İran gibi komşu ülkelerle iktisâdi ve ticâri bağları geliştirerek, barış ve istikrarı bölge çapına yayarak Türkiye'yi Ortadoğu'da, Balkanlar ve Kafkasya'da kilit bir oyuncu yapmayı hedefleyen – Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun öncülüğündeki - tutkulu diplomatik kampanyanın esas unsurudur.

Ak Parti, Atatürk'ün "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" sözünü benimsedi. Yurtta sulh olmadan yurtdışında uzun vadeli barış olamazdı. Yurtdışında çarpıcı ilerlemeler sağlayan Erdoğan hükümeti, ülke içindeki eleştirmenlerle yaralayıcı bir çatışma anlamına gelse bile, şimdi de eşitliğin ilk tarafına yönelmeye azimli.

Erdoğan'ın 13 Kasım'da Meclis'te yaptığı Kürt açılımını başlatan uzun ve duygusal konuşma, destekçileri tarafından tarihi bir olay olarak selamlandı. Pek çok Kürt uzlaşmacı yaklaşımı memnuniyetle karşıladı fakat aralarında daha militan olanları, kendilerine yapılan tâvizlerin çok ürkek olduğu hissine kapıldılar. Erdoğan'ın ikilemi bu: Kürt açılımı pek çok seçmeni kızdırmaya aday ama ne ki silahlarını bırakmaları ve yaklaşık 25 yıldır 40.000'den fazla kişinin hayatını kayebttiği çatışmayı sona erdirmek için PKK'lıları ikna edecek derecede yeterli de olmayabilir.

Bir grup PKK'lı geçen ay teslim oldu ve Kuzey Irak dağlarından eve dönmelerine izin verildi. Dönenleri karşılamak için Güneydoğu'da yapılan gürültülü kutlamalar ülke çapında protestolara neden oldu. Ana muhalefet partisi CHP, PKK ile yapılan görüşmelerin yasadışı olduğunu ve PKK militanlarının dönüşünün "son hakaret" olduğunu ilan etti. Militanlar için tam bir af çıkarılmasına daha uzun bir yol var.

Erdoğan hükümetinin duyurduğu reform tedbirleri siyasi olmaktan ziyâde kültürel: Radyo ve televizyonlarda Kürtçe programalar yapılabilmesi; DTP gibi siyasi partilere Kürtçe kampanya düzenleme izni; bazı belirli Kürt beldelerine verilen Kürtçe isim verilebilmesi; gösterilerde taş fırlatan Kürt gençlere verilen cezalarda indirime gidilmesi; Kürt mahkumlara ziyaretlerine gelen yakınlarıyla Kürtçe görüşme yapabilme izni; ve işkence iddialarıyla ilgili bağımsız bir komite kurulması. Birlikte değerlendirildiklerinde, Türkiye'nin huzursuz Kürt azınlığa karşı yaklaşımında devrimci bir değişimdir.

Yaklaşımı mümkün kılan, Türkiye'nin uluslararası imajının yeniden şekillendirilmesine ve yeni dinamik dış politikasına münasip oluşudur – ve aslında her iki alanda da başarı kaydedilmesi için esastır. Mümkün olmasının bir diğer nedeni de PKK'nın artık tehditkâr bir kuvvet olmaktan çıkmış olmasıdır. Türkiye'nin Şam, Bağdat ve Tahran'la başlattığı yeni güvenlik işbirliği ve hassaten de Ankara'nın Kuzey Irak'taki Bölgesel Kürt Yönetimiyle geliştirdiği bağlar sayesinde zayıflatıldı ve tecrit edildi. Türkiye ve Bölgesel Kürt Yönetimi arasında ticaret patlaması yaşanıyor. 2008 yılında 5 milyar dolar olan ticaret hacminin 2010 yılında 20 milyar dolara yükselmesi bekleniyor.

Bir de son on yılı aşağı yukarı tecrit halde geçiren ve ada hapishanesinde çürüyen PKK lideri Abdullah Öcalan'ın akıbeti meselesi var. Öcalan birçok Kürt için onların Atatürk'ü ve uluslarının babası. Özgür kalıp siyasi rol oynamasını istiyorlar. Ancak Türklerin kahir ekseriyeti nazarında câni bir terörist ve serbest bırakılması düşünülemez bir şey.

Türkiye'nin Suriye, Irak ve İran'la gelişen ekonomik bağları ve buna paralel olarak - geçen Aralık-Ocak ayında Gazze'ye düzenldiği saldırıdan dolayı - İsrail'le ilişkilerin soğuması, ABD ve diğer yerlerdeki İsrail yandaşları arasında protesto fırtınası estirdi. Erdoğan'ın İsrail'in Filistinlilere zalim muamelesini "terörizm" ve "soykırım" gibi terimlerle ifade etmiş olmasına kızgınlar.

Geçen pazartesi günü, 23 Kasım 2009 tarihinde, Washington Post gazetesi Türkiye'nin "İsrail'i tiz sesle itham etmesini, İran, Suriye ve Sudan'ın mücrim yöneticileriyle artan samimiyetini" alenen suçladı. Bu tür bir dilin kullanılmış olması, İsrail'in başlıca bölgesel müttefikini kaybetme ihtimaline karşısında tedirgin olduğunun göstergesidir. Washington Institute – Amerika'daki İsrail lobisinin bir parçasıdır – İsrail'i Türkiye'deki hava tatbikatından dışlamaya cüret ettiğinden dolayı Türkiye'nin NATO'dan kovulması çağrısını bile yaptı.

Washington Institute Türkiye programı direktörü Soner Çağaptay "Türkiye Batı'dan Kopuyor mu?" başlıklı yazısında AKP'nin "İslamcı dünya görüşünün, Türkiye'nin batı dış politikasını desteklemesini gün be gün imkansızlaştıracağını" yazdı. Bu görüş alabildiğince yanlıştır. Tam da aksine, Ortadoğu'da barış ve uzlaşma arayışında olan Türkiye, Başkan Barack Obama'nın vizyonuna İsrail'in aşırı sağcı Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun saldırgan ve genişlemeci duruşundan çok daha yakındır.

İsrail dışişleri bakanı Avigdor Lieberman "Türkiye'nin İsrail'i aşağılaması ve diliyle azarlaması" yüzünden İsrail ve Suriye arasında Türk aracılığını geçen hafta reddetmişti. Bu da yanlıştır. Bölgesel tecritten kurtulacaksa İsrail'in Türkiye'ye ihtiyacı vardır.

İsrail Sanayi ve Ticaret Bakanı Benjamin Ben Eliezer ise bu durumu anlamış görünüyor. Ciddi şekilde gerilen ilişkileri onarmak için hafta sonu Türkiye'yi ziyaret etti.

Bu gelişmelerden kalkışla varılacak kaçınılmaz sonuç, Türkiye iç problemlerini çözmek ve dış ilişkilerini iyileştirmek için yaratıcı ve faal bir şekilde düşünürken İsrail steril/cansız ve modası geçmiş bir zihniyete çakılıp kalmıştır.


Kaynak: Agence Global

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı