Türkiye'yle AB'nin yolları ayrı

Kendisini siyasi bütün olarak da gören AB'nin, farklı bir uygarlığa ait olan Türkiye'yi sadece jeopolitik nedenlerle kabul etmesi anlamsız. Bunu dile getirmek Türkiye'yi küçük düşürmek değil. Türkiye'nin NATO'da din temelli bir kriz çıkarması da Avrupa değerlerine aykırıydı.

Türkiye'nin AB üyeliği konusundaki tartışma onlarca yıldır yanlış çalınan bir müzik parçası gibi.

Ankara'nın yeni NATO Genel Sekreteri konusundaki tutumu ve ABD Başkanı Barack Obama'nın Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyen sözleri bu tartışmayı doğrulamaktan başka bir şeye yaramadı.

Tarihi açıdan Türkiye'nin Avrupa Topluluğu'na girmesi yönünde verilen sözler, bu ülkenin Sovyetler Birliği'ne karşı sur oluşturmasından kaynaklanıyordu. Yani, Avrupa'ya girişi jeopolitik bir gerekçeye dayandırılıyordu. Obama'nın müdahalesi de her şeyden önce benzer nedenlere dayanıyor, zira Amerikan ordusunun, Afganistan savaşının genişlediği bir dönemde, Orta Asya cumhuriyetlerini, Kafkasya ve petrol yollarını stratejik denetim altında tutabilmesi kaçınılmaz.

Avrupa'nın 'köprüsü' zaten hazır

Avrupalı ve Türk sanayicilerinin ve finans gruplarının Türkiye'nin Avrupa ekonomik sahasına alınmasını cazip buldukları ortada. Bu ülke, büyüyen ve göz ardı edilemez bir pazar. Peki Türkiye'nin, kendisini sadece bir pazar veya stratejik ortak olarak değil, tam anlamıyla siyasi bir bütün olarak gören AB'ye üyeliğini jeopolitik veya sadece ekonomik nedenlere dayandırmak yeterli mi? İslam'la köprü oluşturduğu savına gelince; Avrupalı 15 milyon Müslüman şimdiden İslam dünyasıyla mükemmel bir köprü oluşturuyor.

Zira en güzel savlara rağmen Türkiye, yüzyıllar boyu başka bir tarihe bağlı ve değişik bir kültür ve uygarlığa ait oldu. Bunu dile getirmek, Türkiye'yi küçük düşürmek ve medeniyetler çatışmasını savunmak anlamına gelmez. Güney Akdeniz ülkeleri gibi imtiyazlı ilişkilerin kurulması ne Türkiye'yle köprüleri koparmak, ne de Türk yetkililerin dediği gibi İslam korkusu yaymaktır. Bunları söylemek, Avrupa'nın Hristiyanlığa kenetlendiği yönündeki savı desteklemek anlamına da gelmez. Evet, Avrupa'nın Hıristiyan kökenleri var. Ancak aynı zamanda Kelt, Yunan, Romen ve Rönesans, Aydınlanma, insan hakları, işçi ve kadın mücadelesi kökenleri de vardır.

Bugün de Avrupa, bünyesine yeni yerleşmiş Müslüman kökenleriyle güçleniyor. Tüm bunlar Türkiye'de, ABD'de, Japonya'da yahut Hindistan'da var olmayan bir kokteyl. Aslında bu durum onun özelliğini ve yaşayanlarının kimliğini oluşturuyor.

Ancak aralarında İslam'ın da bulunduğu kültürlere ve uygarlıklara saygı haklı biçimde tartışılırken, Avrupalıların kendilerini ait hissettikleri kimlik göz ardı
ediliyor ve ayaklar altına alınıyor hissi söz konusu; bu kültürün önemi yokmuş gibi hareket ediliyor. Bu durum, bazılarında içine kapalı milliyetçi kimlik ve yabancı düşmanlığı reflekslerini canlandırıyor.

Buna, Avrupa kimliğine ilişkin argümanın, geçmişi referans aldığı ve geleceğin açık bir biçimde düşünülmesi anlamına geldiği şeklinde yanıt verilebilir. Evet ama bu açılımın halk tarafından anlaşılması ve uzun ömürlü olması gerekir, zira her türlü sosyal yapılanma geçmişiyle gelecek arasında gerilim kaynağıdır.

Türkiye AB'ye girerse, neden şu veya bu sebeple Avrupa'yla ilişkileri olan ülkelere AB'ye girmek istediklerinde kapılar kapansın? Mağrip ülkeleri, Güney Sahra'daki Fildişi Sahili, Kongo ve diğerleri gibi Afrika ülkeleri düşünülebilir. Dilleri, hak ve hukukları, göç ilişkileri, onları belki de Türkiye'den daha fazla yakın kılıyor.

Rahatsız edici olan, Türkiye'nin üyeliği konusundaki çarpıtılmış tartışma. Örneğin, Türkiye'nin karikatürler nedeniyle Anders Fogh Rasmussen'in NATO genel sekreterliğine atanmasıyla ilgili tutumu nedeniyle eleştiriler sadece ilkesel düzeydeydi. Rasmussen Türkiye'nin gözünde, karikatürler konusunda Danimarka'nın basın özgürlüğünü savunduğu için suçlu bulunuyor. NATO üyesi bir ülke, bu ya da şu kişinin adaylığını, örneğin ötanazi veya kürtajı desteklediği gerekçesiyle Katoliklik adına reddetmiş olsaydı ne olurdu? Haklı olarak insanlar ayağa kalkar ve dinle politikanın birbirine karıştırılmasına karşı çıkılırdı. Bu vakada müzakerelerle yetinildi.

Yaşananlar, Türkiye'nin 'İslam'ın korucusu' olarak imajını kurtarmak için yarattığı bir mizansen olabilirdi. O halde hileli bir oyun bu; 2003'ten beri Danimarka'dan yayın yapan Kürt televizyonu Roj-TV'nin yasaklanması kabul edildi.

Aynı çarpıtılmış tartışma içinde, Türkiye'nin 'laik' bir ülke olduğunun iddia edilmesinin bir kurgu olduğu konusunda da bir şey söylenmiyor ki, bunun tek nedeni başbakanının İslamcı eğilimli olması değil. Bu ülke, kurumsal ve yapısal olarak başbakanlığa bağlı güçlü Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla İslam dinini denetim altında tutuyor. Bu kurum bütün dini, imamların atanmasını yönetiyor ve Müslüman yayınların içerikleri de denetleniyor. Bir dinin, bir devlet tarafından bu katı denetimi, laik bir devletin şaşırtıcı bir versiyonunu gösteriyor.

Obama hem naif hem edepsizdi
İkinci olaraksa, Türkiye'de Avrupa ülkelerinde algılandığı gibi dini ve felsefi özgürlük yok. Sadece İslam -devlet İslam'ı- söz sahibi, diğer dinler için sadece ayakta kalabilme özgürlüğü var. Ancak hiçbir şekilde, bu dinlere mensup olanlar kamuoyu önünde bilgi veremez, yeni üye kabul edemez ve kendini açıkça gösteremez. Agnostik ve ateizm yanlısı dernekler için de aynısı geçerli; Türklerin çoğu agnostik yahut uygulamada ateist olsa bile... Dini ve felsefi özgürlük veya çoğulculuk anlayışı dahi Türkiye'de şu anda yürürlükte olan anlayış ve kurumsal uygulamadan çok uzakta. Bugünün Türkiye'sinde, Osmanlı İmparatorluğu'nda olandan daha az dini özgürlük olduğu söylenebilir.

Bu çarpık tartışma nedeniyle Obama'nın sözleri, hayal kırıklığı yaratan edepsiz bir naiflik, Naifliği, Avrupa'nın düzeyle ilgili sorularının incelenmesinden kaynaklanabilir. Sadece Avrupa'yı ilgilendiren konuların Amerika'nın jeopolitik çıkarlarına indirgenmesinden dolayı da edepsizlik söz konusu. (Belçika gazetesi, sosyolog, 20 Nisan 2009)

Kaynak: Ajaslar