Türkiye'yi tam da Müslüman olduğu için AB'ye alalım!

Federal bir Avrupa ve bir Avrupa milleti oluşturma hayalimiz suya düştü, fakat AB genişlemeyi sürdürerek bir istikrar kaynağına dönüşme şansına sahip. Türkiye'yi dinine rağmen değil, tam da Müslüman olduğu için üyeliğe kabul etmeliyiz.

Pek çoğumuz federal bir Avrupa hayaline sahiptik. Avrupa'nın kurucu ülkeleri arasında belki de çoğunluğu oluşturan biz Fransızlar geçmişte kalmış ihtişamlı küresel liderliğimizi yenilemek amacıyla, Avrupa'nın inşasında, yaşama sanatımıza ve uygarlığımıza bir kez daha dünya çapında hâkim rol kazandırmanın araçlarını gördük. Fakat federal Avrupa öldü. Federal Avrupa hayali genişlemeyle yok edildi. Fakat federal Avrupa aslında 1973'te, Britanya ve Danimarka'nın katılımıyla öldürülmüştü.

Milliyetçilikleriyle sorun çıkaran bu iki ülke AB içinde çözünür değiller. 30 yıldan uzun süredir, her türlü siyasi entegrasyonu engelliyorlar. Avrupa kurumlarının federalizm yönünde pek az ilerleme kaydetmesinin yanı sıra, Avrupa'nın ulusal kimliğin kalbinde yatan politikalara - eğitim, sosyal güvenlik, aile hakları veya kültürel politikalar- hiçbir zaman müdahale edememesinin, hatta kapsamlı ve ortak bir dış politika belirleyemediği gibi ortak bir güvenlik politikasının ve güvenlik güçlerinin bulunmamasının sebebi bu. Bu dava çöktü. Fakat bir başka senaryo olabilir.

Avrupa enerjisini, zaten yürümeyen siyasi derinleşmeyi yürütmeye adadı ve işleyen sistemi, yani genişlemeyi gözardı etti. Bunun tersini yapsa, güçlü noktasına dayanmaya karar verse ne olur? Aslında genişlemenin dinamikleri tükenmiş değil. Katılımlar başarılı: Demokratik istikrar ve ekonomik kalkınma getiriyorlar. Her genişlemenin ardından, birliğin yeni sınırlarındaki ülkeler aceleyle kendi sıralarının gelmesini bekliyor. Bu genişleme senaryosunda, ana amaç artık bir Avrupa milleti tesis etmek değil, halkların yakınlaşmasına katkıda bulunmak. Birlik, daha dünün ezeli düşmanları Fransa ve Almanya'nın uyum içinde yaşamasını ve kalkınmasını sağladı. AB, kendi demokratik ve ekonomik düzenlemelerini çevresinde mümkün olduğunca geniş bir alana yaymayı amaçlıyor. Bu amaç dünyanın geleceği açısından küreselleşmenin büyük başarısızlığı olan ve İslam'la Batı arasında Avrupa sınırlarında - Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika- yaşanan 'medeniyetler çatışması' kadar hayati. Avrupa genişlemeyle bu ihtilafları yatıştırabilir.

Türkiye'nin katılımının belirleyici olmasının sebebi de bu. Türkiye reddedilirse, AB kendisini Hıristiyan klübü olarak tanımlar ve medeniyetler çatışmasına katılır. Bence, Türkiye'nin dinine rağmen değil, tam da Müslüman olduğu için AB'ye entegre olması çıkarımıza. Katılmasından sonra Avrupa, Yahudi-Hristiyan uygarlığıyla İslam arasındaki barışçıl diyaloğun örneği olacak. Aynı mantık tüm Akdeniz'e, hatta ötesine uygulanabilir. Dünyanın geleceğine yapılacak ne olağanüstü bir katkı!

Şu anki Avrupa, federal bir gücün özellikleri - ortak dış politika ve kendisini uluslararası sahnede ortaya koyabilecek silahlı güçler - üzerinde yükselmiyor. Bu Avrupa yumuşak gücüne ve iç işlerini yönetme kapasitesine dayanıyor.

Jeremy Rifkin 'Avrupa Hayali: Avrupa'nın Gelecek Vizyonu Nasıl Sessizce Amerikan Rüyasını Gölgeliyor' adlı kitabında, Avrupa modelinin 'emperyal' Amerikan modeline kıyasla gezegenin sorunlarıyla daha uyumlu olduğunu açıklıyor. Önem taşıyan şey, Avrupa'nın orijinal topraklarına dayalı kimliğin kalıcılaştırılmasından ziyade genişleme. 

Son olarak, ekonomik açıdan az çok entegre olmuş Avrupa'nın bu haliyle, finansal krizden çıkmak için en iyi düzenlemeleri hızla bulma noktasında ABD'den daha fazla şansa sahip olması ve ağırlığı göz önüne alınırsa, bunları dünyaya kabul ettirmesi kuvvetle muhtemel. Bu, Avrupa'nın uyanması için en yakın ve en olası yöntem. Siyasi Avrupa öldü, dolayısıyla, yaşasın Avrupa!

(MICHEL ROCARD: Eski Fransa başbakanı, 3 Haziran 2009)

Kaynak: Radikal